7Haziran sonrası her şey ne kadar güzeldi. Okyanus ötesi güçler ve onların iç-dış destekçileri, uyumsuz bir parçayı biraz zorlayarak legoyu tamamladıklarını vehmetmişler ve sonuçtan inanılmaz derecede mutlu olmuşlardı. Uyumsuz lego parçası da memnundu sonuçtan. Az zaman sonra zorla monte edildiği yerden fırlayıp gideceğini hesaba katmadan “Korkmana gerek yok, seni asmayacağız” diyebiliyordu. Zaman akıp giderken sazlı-sözlü şirinliklerle tutunabileceğini sandığı yerde huysuz, uyumsuz tarafları depreşiyor ve monte edildiği yerden yavaş yavaş kopmaya başlıyordu.
Kopuş sürdükçe hem o, hem onu oraya monte edenler daha bir agresifleşiyordu. Nihayet vade 1 Kasım günü doldu ve uyumsuz lego parçası yerinden fırlayıp karanlık, kuytu köşesine geri döndü. Hesaplar alt-üst olmuştu. Müflis tüccar misali bu defa eski defterler karıştırılmaya başlandı. Eski Türkiye’nin eski defterleri.
Yine Edelman ve yine Abromovitz
İkisi de diplomat, ikisi de eski Ankara Büyükelçisi, ikisi de Neocon ve ikisi de Yahudi. Abromowitz, Wikileaks belgelerine göre Gülen’in ABD’de yeşil kart almasını sağlayan kişi olarak biliniyor. Edelman’ın Türkiye’de görev yaptığı sıralarda Gülen cemaatiyle girdiği yakın ilişkiler de kimseye sır değil. Bir süredir BPC (Partilerüstü Politika Merkezi) bünyesinde eş-başkan olarak Türkiye masasını yöneten ikili, arada bir Türkiye’ye hiza verme eksenli yazılar yayınlıyor. Bu defaki yazıları aynı politik görüşleri paylaştıkları Washington Post gazetesinde 10 Mart 2016 tarihinde yayınlandı. Eski defterlerin açılmayı başlandığını gösteren yazı, “Erdoğan ya reform yapmalı yahut istifa etmeli” başlığını taşıyor. Zaman gazetesine el konulduğu günün fotoğraflarını paylaşan yazı, “Bugün Erdoğan idaresi altında demokrasi gelişemez”, “Türkiye’de son günlerde meydana gelen gelişmeler, 20. yüzyılın ürküten klişelerini ve karanlık anlarını akla getiriyor”, hükümlerini peşin peşin verdikten sonra “Eğer Erdoğan ülkesine daha parlak bir gelecek sunmak istiyorsa ya reform yapmak ya da istifa etmek zorunda” fermanıyla sona eriyor.
Erdoğan’a mektup
Erdoğan’ın ABD ziyaretine yanlarına Paul Wolfowitz ve daha birçok ismi alarak 30 Mart 2016 tarihli bir “hoşgeldin mektubu” ile karşılık veren ikili, “Türkiye’deki son gelişmeler son derece endişe verici” sözüyle başladıkları mektupta basın özgürlüğü maddesi altında Zaman,
Cumhuriyet ve Hürriyet gazetesine sahip çıkıyor, başkanlık sistemini, PKK ile savaşı ve HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmak istenmesini eleştiriyor.
Aba altından sopa gösteren Abramowitz-Edelman ikilisi eminiz ki şu günlerde “Ya Erdoğan istifa etmezse” seçeneği üzerine kafa yoruyorlardır.
Tehdit sırası Ruslarda
Washington Post’ta yayınlanan makalenin üzerinden henüz iki gün geçmişti ki Rus gazetesi Sputnik News 1991-1997 yılları arasında Morton Abramowitz’in başkanlığını yaptığı Carnegie Endowment’in Moskova Merkezi uzmanlarından Pavel Shlykov’un analizini “Erdoğan bilmecesi: Türkiye’de askeri darbeyi ne tetikleyebilir?” başlığıyla verdi.
“Türkiye’de şu üç kriter eşzamanlı gerçekleşirse bir askeri darbe olabilir. Siyasi krizin derinleşmesi, ciddi olarak bir dış tehdidin belirmesi ve Kürt sorununun tırmanışa geçmesi. Ve analistlere göre şu anda bunların hepsi mevcut.” diyen Sputnik, askerin Erdoğan’a karşı ülkede bir denge unsuru olduğunu ve Erdoğan’ı iki kez Suriye’yi işgal planından vazgeçirdiğini iddia ediyor.
Newsweek ve Michael Rubin
24 Mart 2016 tarihli Newsweek makalesi ise Türkiye’de bir darbe ihtimalini temenni babında ortaya koyuyor. Michael Rubin imzalı yazı, ilkönce 21 Martta AEI (American Enterprise Institute) internet sitesinde yayınlanmış. Michael Rubin, ilginç bir tip. Şu an itibariyle Amerikan Donanma Akademisi’nde ders verirken bir yandan da Middle East Quarterly dergisinin editörlüğünü yürütüyor. Geçmişine şöyle bir göz gezdirince İsrail ve Kuzey Irak üniversitelerinde ders vermiş bir Yahudi entelektüeli ile karşılaşıyoruz.
Rubin’in yazısı “Türkiye’de vaziyet kötü ve gittikçe kötüleşiyor” diye başlıyor. Borç yükünden, turizmin çöktüğünden ve paranın değer kaybettiğinden bahisle konuyu kontrolden çıkarak muhalifleri hapislere tıkan, gazetelere el koyan, sultanlar ve halifeler misali görkemli saraylar yaptıran Erdoğan profiline getiriyor. Yolsuzlukların alıp yürüdüğünü, Bilal Erdoğan’ın para aklamak amacıyla sahte diplomatik Suudi pasaportu ile İtalya’ya kaçtığını öne süren Rubin, dahilde ve hariçte Erdoğan muhalifi seslerin yükselmeye başladığını, bizzat kendi partisi içerisinde paranoyak tavırlarının fısıltılara yol açtığını, hatta paranoyanın kendisini havadan gelip kaçırmaya çalışacak düşmanlara karşı sarayına uçaksavar füzeleri yerleştirmeye kadar gittiğini iddia ediyor.
“Türkler – ve Türk ordusu – Erdoğan’ın ülkeyi uçuruma sürüklediğini gittikçe anlamaya başlıyorlar” diyor Rubin. “Türk ordusu eğer Erdoğan’ı darbe ile indirir ve yakın çevresini hapse atarsa ABD ve AB bunu normal karşılar mı?” diye soruyor ve cevabı da “Evet” olarak kendisi veriyor. ABD başkanlığı için yarışan iki tarafın, gerek Cumhuriyetçiler gerekse Demokratların, darbe karşıtı bir söylemde bulunsalar bile darbecilerle uyum içinde çalışacağını belirtmekten geri durmuyor.
Darbe ihtimali var mı?
Paul Henze’nin meşhur “Our boys dit it!” sözünün üzerinden çeyrek asırdan fazla bir zaman geçti. Dünyanın ve Türkiye’nin dinamikleri o günden bu güne şüphesiz çok değişti. Dünya aynı dünya değil. İletişim imkanları sayesinde artık her türlü bilgi eş zamanlı olarak dünyanın bir ucundan diğerine aynı anda ulaşabiliyor. Türkiye toplumu da aynı toplum değil. Birey kavramının öne çıktığı bir toplumda darbenin gerekçelendirilmesi ve buna ikna süreci eskisi kadar kolay olmayacak. Asker de artık eski asker değil. Uluslarası kurumlarla yapılan antlaşmalar bir dereceye kadar bağlayıcı ancak bir zamanlar olduğu gibi eli-kolu bağlayacak derecede algılanması muhal. Ve herşeyden mühimi, Türkiye toplumunun hassasiyetlerine daha riayetkar bir asker görüntüsü var. Bütün bunlara rağmen yine de bir darbe ihtimali
olabilir mi?
Toplumsal yarılma olmadan olamaz
Bugün imkansız gibi görünse bile, mevcut iktidardan hazzetmeyenlerin bir şekilde onay vereceği darbe gerçeği orta yerde duruyor. Zaten darbeyi dillendirenlerin en çok vurgu yaptığı nokta burası. Türkiye’nin toplumsal fay hatlarını sürekli izleyip durum değerlendirmesi yapıyorlar.
Geçmişteki darbe örneklerine bakıldığında toplumsal yarılmanın zirveye çıktığı anların kollandığını rahatlıkla gözlemlemek mümkün. Türkiye toplumunu bir zamanlar sağcı-solcu diye karpuz gibi ikiye bölen zihniyet bugün Türk-Kürt yarılmasına oynuyor. Yarının planında Alevi-Sünni ayrışmasının kullanılmayacağının bir garantisi var mı?
Mutant bir kavram
Okyanus ötesinde bir darbe hayaliyle yaşayanların gözünde darbe sadece bir araç. Amaç ise belli: Türkiye’ye diz çöktürmek. Bugün bir şekilde önü alınan tehlikenin yarın başka bir formda karşımıza çıkma ihtimali her zaman mevcut. Yerine göre seküler görünümlü bir darbe, bir bakmışsınız din kisvesiyle çıkmış ortaya. Mutant görüntülere aldanmamak gerekiyor. Darbe, her ne şekilde olursa olsun, darbedir ve hedefinde Türkiye toplumu vardır. Bu bağlamda darbe isteyen kesimleri iyi tanımak gerekiyor. Çünkü ülke tarihine göz atıldığında darbeyi isteyenlerin ne kadar maske değişirse değişsin aynı kişilerden ibaret olduğu artık görülebiliyor.
Hedef Erdoğan değil, Türkiye
Artık darbe isteyenleri hepimiz tanıyoruz. Hedefleri Erdoğan değil, Erdoğan sadece bir sembol. Kürt’ü, Türk’ü, Alevisi ve Sünnisi ile hedefleri biziz, hedef Türkiye! Hedef bizi Iraklaştırmak, Suriyeleştirmek! Hedef, yüzyıl önce çizdikleri Sykes-Picot haritasını