Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye’yi güneyden kuşatacak terör devleti projesini tarihe gömmek üzere 9 Ekim’de harekete geçti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birkaç gün önceden ‘Barış Pınarları’ diyerek ismini duyurduğu harekât 9 Ekim günü saat 16.00’da başladı. İlk etabı Tel Abyad ile Rasulayn arasındaki 120 kilometrelik hat boyunca icra edilen operasyonlara, TSK’nın 2 yıldır sınıra intikal ettirdiği 85 bin dolayında askerden yalnızca ‘binlercesi’ katıldı. Özgür Suriye Ordusu gruplarının tek çatı altında birleştiği Suriye Milli Ordusu ise 50 bin dolayında asker mevcudunun bir kısmıyla Barış Pınarı’nda yerini aldı.
Trump çekilmek istiyor müesses nizam direniyor
Fırat’ın doğusuna yönelik operasyona giden yolda kaseti biraz geriye saralım. 2018 yılı boyunca Suriye’den çekileceklerine dair işaretler veren ABD Başkanı Donald Trump, aynı yılın sonlarında ilk denemesini yapmış ve “DEAŞ’ı yendik. Orada bulunmamızın bir nedeni kalmadı. Çıkıyoruz” demişti. Bu açıklamanın ardından Suriye’de PKK’nın sahipsiz kalmasından ürken ABD güvenlik bürokrasisi, Trump’ı bu kararından vazgeçirmeye çalıştı. CIA ve Pentagon, kendi başkanlarının iradesine direnip bölgedeki asker sayısını artırma yoluna giderken, senatörler de Amerikan güçlerinin bir süre daha Suriye’de kalması gerektiğine dair Trump’ı ikna etti.
Tutuklu casusluk sanığı ‘rahip’ Andrew Brunson’ın tahliye edilmeyişi bahanesiyle 2018 Ağustos’unda Türk Lirası’na yapılan finansal saldırılar kısmen sonuç vermiş, Türkiye ağır bir ekonomik krizin eşiğinden dönmüştü. Trump’ın geçtiğimiz günlerde “Ben yaptım” diyerek itiraf ettiği bu saldırılar sırasında yerli ekonomi uzmanlarımız ‘piyasanın çöktüğünü’, ‘doların 12 TL’ye fırlayacağını’ ileri sürmüş, yaşadığımız olumsuz gelişmelerin dış etkenlere bağlı değil, üretim yetersizliğinin sonucu olduğunu savunmuştu. 2019 itibariyle girdiğimiz yerel seçim atmosferine, temel tüketim malzemelerinin tedarik zincirine yönelik kumpaslar da eklenince enflasyon yeniden hortladı, ülkede birdenbire kriz havası hakim oldu. Yaşanan enerji kaybı Türkiye’nin terör koridorunu yok etmeye yönelik planlarını bir süre ertelemesine yol açtı.
Beyaz Saray finansal saldırıyı itiraf ediyor
Operasyon bir türlü başlamıyordu ancak Suriye sınırına askeri sevkiyat hız kesmeksizin devam etmekteydi. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtları sonrası Fırat’ın doğusuna yönelik başlaması planlanan taarruz için hem Mehmetçik hem de ÖSO tetikteydi. Yerel seçimlerin tamamlanmasının ardından tüm dikkatler yeniden Suriye kuzeyine çevrildi. Ankara’nın üst üste yaptığı uyarılar ve kapalı kapılar ardında süregiden restleşmeler sırasında Pentagon, ‘kara kuvveti’ olarak gördüğü PKK’ya TIR konvoylarıyla rutin yardımları sürdürüyordu. İki ülke arasında yükselen gerilimin sıcak savaşa dönüşme olasılığı konuşulurken 7 Ağustos’ta Ankara’dan gelen haber herkesi şaşırttı: Suriye kuzeyinde 15 km derinliğinde bir ‘barış koridoru’ oluşturulacak ve Türkiye burayı ABD’lilerle birlikte denetleyecekti. 2018’deki Münbiç anlaşmasına benzeyen mutabakat gereği Amerikalılar, PKK’lı teröristleri sınırdan güneye çekecek ve örgütün elindeki ağır silahlar da toplanacaktı.
İki tarafın da zaman kazanmaya çalıştığı izlenimi uyandıran ilginç ortaklık sahada hemen tatbik edildi. Müşterek hava ve kara devriyeleri peşisıra geldi. Ancak TSK, devriye atılan yerlerde PKK’lıların bir yere kımıldamadığını görüyor, yapılan uyarılar da sonuç vermiyordu. Türkiye’nin beklentilerini karşılamaktan oldukça uzak bu faaliyetler tıpkı Münbiç süreci gibi oyalama taktiğine dönüşünce, sınırda Mehmetçiğin postal sesleri daha sık yankılanır oldu. ABD destekli terör örgütüne yönelik harekâtın yapılacağı kesinlik kazandığında Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a diplomatik nezaketten oldukça uzak bir mektup göndererek Türkiye’yi tehdit etti. Mektubunda, “İyi bir anlaşmaya varalım! Binlerce insanın katledilmesinden sorumlu olmak istemezsiniz ve ben de Türk ekonomisini mahvetmekten sorumlu olmak istemem, ki bunu yaparım. Rahip Brunson olayı sırasında size zaten bunun küçük bir örneğini gösterdim” diye yazan Trump, Erdoğan ile PKK’nın Suriye’deki elebaşı arasında arabulucuk yapmayı teklif ediyordu!
Küstah mektuba cevabı tank ve toplar verdi
Zarfın içine teröristbaşı Mustafa Abdi’nin (Ferhad Abdi-Şahin Cilo-Mazlum Kobani) mektubunu da ekleyen Trump’a Erdoğan’ın cevabı obüslerle oldu. Harekâttan henüz birkaç gün önce basına konuşan üst düzey bir Amerikalı, “Kusursuz bir fırtına yaklaşıyor. Kahretsin, çekilmekten başka seçeneğimiz kalmayabilir” diyordu. Anlaşılan o ki, ABD askerlerinin gördüğü fırtınayı durdurmak için Trump son bir deneme yapmış ve Erdoğan’ı mektupla tehdit ederek sonuç almaya çalışmıştı.
Tüm bu çabaların hiçbir işe yaramadığını Tel Abyad ile Rasulayn bombalanırken daha iyi anlayan ABD tarafı, bölgedeki askerlerini ‘çatışmanın ortasında kalmamaları için’ çekme kararı aldı. Trump’la görüşen Savunma Bakanı Mark Esper birdenbire Türkiye ile ABD’nin NATO müttefiki olduğunu hatırlamıştı: “Bizimle Kore’den Afganistan’a kadar birlikte savaşan, uzun dönemli NATO ortağımız Türkiye’ye karşı Ortadoğu’da bir savaş başlatamayız. Binden az sayıdaki askerimizi oradan en kısa zamanda güvenli bir şekilde çekeceğiz. Bırakın onların (Türklerin) sınırları onların olsun.”
Erdoğan’a gönderdiği küstah mektuba cevabı tank, top, mermi, füze, uçak ve obüslerle alan Trump, Suriye’den çekilme kararını ülkesindeki yerleşik düzene açıklayamadı. Bu yüzden Twitter’daki mesajlarında hemen her gün birbiriyle çelişen tavırlara büründü. Bir gün Türk ekonomisini çökertmekle tehdit ediyor, ertesi gün ‘Kürtler’ dediği PKK’nın Normandiya’da ABD adına savaşmadığını söylüyor, başka bir gün ise Türkiye’ye ‘sınırları aşmamasını’ öğütleyerek Erdoğan’la çok iyi anlaştığını savunuyordu. Yerleşik İsrail lobisi ise çıldırmış gibiydi. Türkiye ile her türlü ilişkiyi kesmek, bakanlara yaptırım uygulamak, uluslararası para aktarım sistemi swift’in blokesiyle finansal trafiği tamamen durdurmak, Ankara’yı NATO’dan çıkarmak Siyonist-Evanjelist ittifakın dile getirdiği tehditlerden yalnızca birkaçı oldu.
Kendi üslerine yaktılar kanıt arşivi yok oldu
Ayn el-Arab’da Amerikan üssünün arkasındaki tepeden Suruç’a havan mermisi yağdıranlara yönelik top atışlarını “Türk ordusu ABD askerine saldırdı” şeklinde sunmaya çalışan PKK eski CEO’su Brett McGurk’ün çabaları da sahada işleri daha da karıştırmaya yetmedi. Pentagon elitleri muhtemel bir provokasyonun yaklaştığını görmüş olmalı ki başta Münbiç, Ayn el-Arab, Ayn İsa olmak üzere Suriye kuzeyindeki pek çok Amerikan üssünü apar topar boşaltıp kampları da bir güzel bombaladı. Ayn İsa yakınlarındaki Fransız Lafarge fabrika yerleşkesinde bulunan kamp da yakılarak enkaza çevrildi. ABD’nin Suriye’deki suç kütüphanesi niteliğinde olan üs böylece içindeki kanıtlarla birlikte yok edilmiş oldu. Bu sırada Mehmetçik ve SMO, sınırdan 35 kilometre güneye inerek stratejik M4 karayolunun kontrolünü ele geçirmişti. Mezkûr gelişme, sahada zaten zor durumdaki ABD-PKK cephesinin acziyetine tuz biber ekti. Çünkü M4’ün ortadan yarılması demek, Suriye kuzey hattının batı tarafında teröristlerle ABD’nin kara bağlantısının kesilmesi ve PKK’nın yardımsız kalması demekti.
Azdan az çoktan çok gider
Trump ve senatörlerin ‘sıcak savaş hariç’ her türlü olasılığı kullanarak Türkiye’ye savurduğu tehditler karşısında Erdoğan geri adım atmıyordu. “Gerekirse yedi düveli karşımıza alırız ama bu milletin haysiyetini yere düşürmeyiz” dedi; ekonomik şantajlara cevabını ise Kurtlar Vadisi raconuyla verdi: “Azdan az, çoktan çok gider.”
Gelinen noktada ABD’nin Türkiye ile anlaşmak dışında bir seçeneği kalmadı. Trump’ın yardımcısı Mike Pence, Dışişleri Bakanı Pompeo ile birlikte ertesi gün Beştepe’deydi. 4 saati aşkın görüşme sonunda Erdoğan, PKK’nın ‘sahibi’ Amerikan tarafına 120 saat süre verdi. Mutabakata göre teröristler 5 gün içerisinde Tel Abyad-Rasulayn arasını boşaltıp 30 kilometre güneye çekilecek, bu sırada Türkiye de Barış Pınarı Harekâtı’na ‘ara’ verecekti. Ankara ısrarla, yapılan anlaşmanın ‘ateşkes’ anlamı taşımadığını, ‘ateşkes’in ancak iki ülke arasında sözkonusu olacağını, oysaki Barış Pınarı’nın teröristlerin yok edilmesine yönelik operasyondan ibaret olduğunu vurguluyordu.
Kızılhaç yaralı PKK’lıları Rasulayn’dan çıkarıyor
Sınır hattı ve ötesinde öldürülen PKK’lı sayısı 750’yi aşmıştı. Yüzlerce terörist de yaralı durumdaydı. ABD’ye verilen 5 günlük süre dolmak üzereyken, Türkiye’nin açtığı koridordan Rasulayn’a giren Kızılhaç konvoyu, 130’u aşkın araçla PKK’lıları dışarı taşıdı. Trump, “Türkler öğle yemeğine çıkar gibi savaşa çıkıyor” diye yazadursun Türkiye, tarihinde karşılaştığı en büyük yalan kampanyasına karşı da savaş veriyordu. Mehmetçik ve Suriyeli muhalifler, katliam çetesi PKK/YPG’ye dokunduğu andan itibaren dünyanın hemen her yerinden ses geldi. Esed rejimince öldürülmüş çocukların fotoğrafları, Rus füzelerinin yıktığı evin altından çıkarılan cesetler, ABD’nin viraneye çevirdiği bölgelerde can cekişen insanların görüntüleri “İşte Türklerin katliamı” başlıklarıyla birbiri ardınca servis edildi. Arap Birliği bile acil koduyla toplanarak Türkiye’yi kınayan bildiri yayınladı. 1. Dünya Savaşı sonunda sömürgecilerin bu coğrafyada iktidarı teslim ettiği kukla yönetimler, 100 yıl sonra bile bize karşı hâlâ siperlerindeydi.
Dev sahnenin ikinci perdesi
‘Kimyasal silah’ yalanlarını da içeren bu yakın tarihin gördüğü en büyük iftira kampanyası süredursun, SMO askerleri Münbiç’i almak için harekete geçti. 6 bin kişiyle başlayan taarruz hızla ilerliyordu. Panik içindeki PKK bir yandan Esed rejimine başvururken bir yandan da Moskova ile teması hızlandırdı. Cephede Afrin’deki manzaraların aynısı yaşanıyordu. Ayn el-Arab, Kamışlı, Münbiç, Ayn İsa, Malikiye ve Dırbesiye’de teröristler, kendilerine rejim tarafından dağıtılan üniformayı giyiverdi.
PKK’lılar, Obama döneminde ismini ‘Kobani’ koydukları ilçede de birden çark etmiş, oraya tekrar Ayn el-Arab demeye başlamıştı. Şam rejimi PKK’yı ülkenin kuzeydoğusunda görevli ‘5. Kolordu’ haline getirdiğini gayriresmi olarak ilan ediyor, Rus askerleri ise Türkiye’ye şantaj için bir yandan İdlib’i bombalarken bir yandan da Münbiç’e doğru ilerleyen SMO askerlerinin karşısına zırhlılarını dikiyordu. 9 Ekim öncesi “ABD-Türkiye savaşı olur mu?” sorularıyla meşgul zihinler bu kez “Rusya ile Türkiye çatışır mı?” sorusuna cevap arıyordu. 120 saatin dolduğu, obüs mermilerinin yeniden namluya sürüldüğü böyle bir ortamda Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin’in daveti üzerine Soçi’ye gitti. 4 milyona yakın Suriyeli mazlumu eve göndermek için dünyayı karşısına alan Erdoğan, dev sahnenin ikinci perdesini açtı.
150 saatiniz var
Rusya’nın Soçi kentindeki Başkanlık Rezidansı, 22 Ekim’de tarihi günlerinden birini daha yaşadı. Erdoğan ile Putin, uzun müzakerelerin ardından ‘150 saat’ üzerinde anlaştı. Buna göre, Suriye’nin güvenliği adına PKK’nın ‘yeni garantörü’ olan Rusya, örgütü 150 saat içerisinde Türkiye sınırlarından 30 kilometre güneye çekecek, Tel Abyad-Rasulayn arasındaki 120×30 kilometrelik alan tamamıyla TSK’nın kontrolünde kalacak, PKK’nın çekilmesine öncülük etmek üzere Rus güçleri Türkiye sınırında konuşlanacak, 150 saatin dolmasının ardından ise TSK ve Rus orduları Fırat’tan Irak sınırına kadar 10 km derinlikte ortak devriyelerle denetimi sağlayacaktı.
Mehmetçiğin sadece Kamışlı’ya girmeyeceği taahhüt altına alınan mutabakat, PKK’lıların Fırat batısındaki Münbiç ve Tel Rıfat’tan da çıkmasını öngörüyordu. Anlaşmanın hemen ardından Ayn el-Arab’a Münbiç’ten takviye güç sevk eden Kremlin, sonraki günlerde de çoğunluğu Çeçenlerden oluşan 300 kadar Turan Taburu üyesini Türkiye sınırına yolladı. Terör örgütünün Suriye’deki 1 numarası Mustafa Abdi ise (ya da Mazlum Kobani) hem defaatle telefonda görüştüğü ABD Başkanı Trump’tan Beyaz Saray daveti bekliyor hem de Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu ile telekonferans kanalıyla anlık görüşüyordu.
PKK/YPG’yi Türkiye’ye karşı koz olarak kullanmaktan çekinmeyen Moskova’nın Ankara’ya verdiği taahhütlere uyup uymayacağını zaman gösterecek. 150 saatlik süre salı günü akşam saat 18.00’de dolacak. Ankara, teröristlerin rejim yahut başka kıyafetlerle bölgede kalmasına izin vermeyeceğini duyurdu. Rusya ile anlaşmaya binaen PKK’lılar 30 kilometre güneye inmedikleri takdirde sınır hattında hazır durumdaki zırhlı birlikler, savaş makinesini yeniden çalıştıracak. Buna Moskova’nın da bir itirazı -şimdilik- yok. Fakat yaşadığımız coğrafyada gelişmelerin dakikalar içerisinde değişebileceğini de göz önünde bulundurmamız gerekiyor.