Avrupa’da PKK’nın Türklere saldırıları Zeytin Dalı harekatı sonrası gittikçe artıyor. Almanya’da yoğunlaşan saldırılarda, Türklere ait iş yerleri, camiler ve kültür merkezlerini kundaklayan, camlarını kıran, duvarlarına sloganlar yazan terör örgütü mensupları, yollarda, havaalanlarında vatandaşlarımıza saldırmaktan da geri durmuyor. Avrupa’nın güvenlik güçleri ise seyretmekle yetiniyor.
Zeytin Dalı Harekatı’nın başlamasının hemen ardından PKK terör örgütü Avrupa’da protesto gösterileri adı altında molotofa sarıldı. Özellikle Almanya’da yoğunlaşan saldırılarda, Türklere ait iş yerleri, camiler ve kültür merkezlerini kundaklayan, camlarını kıran, duvarlarına sloganlar yazan terör örgütü mensupları, yolda, havaalanlarında vatandaşlarımıza saldırmaktan da geri durmuyor. Türk vatandaşlarına yönelen bu şiddet olayları gerçekleştirilirken Avrupa ülkelerinin güvenlik güçleri ise seyretmekle yetiniyor. Terör örgütü üyeleri saldırı yapacaklarını sosyal medyadan duyurduğu, saldırıyı gerçekleştirdikten sonra ise saldırı anının videosunu yine sosyal medyadan yayınladıkları halde, bir türlü yakalanamıyorlar. Bu da akla PKK’nın saldırılarına göz yumulduğunu getiriyor. 12 Mart’ta PKK’nın “Afrin’deki savaşı Avrupa’nın şehirlerine taşıyoruz” bildirisi bunu kanıtlar nitelikte. PKK yanlısı grupların Avrupa’daki Türk temsilciliklerini, kurumları, dernekleri, iş yerlerini hedef alacaklarını duyurmasına rağmen herhangi bir tedbir alınmadı. Duyuru sonrası Türkler gece nöbet tutarak kendilerini koruma kararı aldılar ancak buna rağmen 4 mescitin saldırıya uğramasına engel olunamadı.
Cami yerine kuruma saldırı diyorlar
Avrupalı Türk Demokratlar Birliği UETD’in Genel Başkanı Zafer Sırakaya, sadece kendi kurumlarının 13 kez saldırıya uğradığını ancak hiçbir saldırının failinin yakalanmadığını söylüyor. Sırakaya, bu saldırılarla Avrupa’nın kendi temel değerleri olan düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü ve can ve mal güvenliğinin anayasal çerçeve içinde güvence altına alınmış olmasının terör örgütleri tarafından ciddi şekilde saldırıya uğradığını ifade ediyor. Özellikle ibadet özgürlüğünün tamamen elimine edilmeye çalışıldığı anlatan Sırakaya, Alman medyasının da özellikle mescit ya da cami saldırıya uğradı demek yerine, Türk kurumları saldırıya uğradı ifadesini kullandığının altını çiziyor. Sırakaya “Herhangi bir sinagoga, kiliseye ya da camiye yapılan saldırı arasında ayrıma gidilmeden hareket edilmesi gerekiyor. Zira bugün camiye saldıran bu anlayış yarın sinagog ve kiliseye saldırmaktan imtina etmeyecektir” diyor.
Bir türlü fail bulunamıyor
Zafer Sırakaya, kurumlara saldıranların bir türlü bulunamadığına dikkat çekiyor: “Öyle bir durumla karşı karşıyayız ki yaşadığımız ülkenin demokratik düzenini bozmayı hedef alan kapitalist Marksist bir terör örgütünün varlığı var. Bu terör örgütünün varlığı bütün istihbari raporlarda net olarak gözüküyor. Bu insanlar alenen ‘Yarın şuralara saldırı düzenleyeceğiz’ diye ilan ediyorlar. Saldırılarını yapıyorlar. Videoya çekip internet ortamına koyuyorlar fakat ne kadar ilginç ki bugüne kadar bir tanesi bile yakalanmış değil. Bu ertesi gün medyaya ‘Kürt Türk toplumu arasında ciddi bir gerginlik var’ diye yansıyor. Net olarak söylenmesi gerek ki Türk ve Kürt toplumu arasında gerginlik yok. Terör örgütleriyle Almanya’nın düzenine saygılı bir şekilde yaşayan insanlar arasında bir gerginlik var. Kürt toplumunu PKK terör örgütüyle eş hale getirmek kimsenin haddi değil. İkincisi bugüne kadar Türk toplumuna ait olan insanlardan hiçbir tanesi bu terör örgütüne ait hiçbir mekanı hedef almış değil.”
Cadı avına dönüşecek
UETD, PYD ve YPG tarafından Türk kurumları ve camilere yapılan saldırıları bir rapor haline getirerek Avrupa’daki tüm parlamenterlere, STK’lara, kanaat önderlerine ve düşünce kuruluşlarına göndermiş. Rapora göre Zeytin Dalı Harekatı’nın başladığı 20 Ocak ile raporun yayınlandığı 13 Mart tarihleri arasında Avrupa’da 58 saldırı yaşanmış ve neredeyse her gün 4-5 tane saldırı gerçekleşiyor. Sırakaya, Apocu Gençlik, İntikam Tugayları gibi PKK’lı grupların “Bundan sonra Avrupa’nın her bir şehrini cehenneme dönüştüreceğiz” diyebildiğine dikkat çekiyor ve şunları söylüyor: “Avrupa ülkelerini de hedef haline getireceğini çok net ifade eden Marksist Leninist bir terör örgütüne karşı korunmasız bir durumdayız. Can ve mal güvenliğimiz konusunda endişeliyiz. İbadet özgürlüğümüz ve fikir özgürlüğümüzün kısıtlandığı bir ortamdayız. Avrupa’nın temel dinamiklerinin çok ciddi anlamda ihlal edildiği bir ortamda önümüzdeki süreç içerisinde demokrasi adına da çok ciddi bir endişe içerisindeyiz. Bugün bize karşı bu terör örgütlerine müsamaha gösterilirse, önümüzdeki süreç içerisinde yaşadığımız ülkenin toplumlarını hedef alacaktır. Medyanın ya da kanaat önderlerinin herhangi bir şekilde önlem almadığı, hukuki anlamda bu işin takibinin yapılmadığı, bu zulme bulaşmış insanların daha çok cesaretlendirildiği bir sürece şahitlik ediyoruz. Bunun bir cadı avına dönüşebilme ihtimali yüksek.”
Cep telefonlarına tehdit mesajı
Sırakaya, Türklerin cep telefonlarına mesaj gönderilerek tehdit edildiklerini de ekliyor: “Gönderilen mesajlarda Afrin operasyonunun Ak Parti ve MHP’nin kanallarıyla yapıldığını ve operasyona destek sağlayan herkesin kendilerinin hedefi olacağını çok net olarak ifade ediyorlar. Tabi bu hiçbir şekilde kabul edilemez bizim can ve mal güvenliğimiz yaşamış olduğumuz ülkenin ilgili kurumları tarafından temin edilmek durumunda. Ciddi anlamda tehdidin olduğu bir süreci yaşıyoruz.”
Cana kastediyorlar
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türk Grubu Üyesi, milletvekili Mustafa Yeneroğlu, son dönemde Türklere karşı saldırıların ciddi derecede arttığına dikkat çekiyor. Yeneroğlu 2018 yılının başından bu yana Almanya’da en az 38 saldırı gerçekleştiğini bunların 15’inin cami olduğunu, Türk kurumlarına, işletmelerine, havaalanı, tren istasyonu gibi kamusal alanlardaki vatandaşlara yönelik saldırılar da yapıldığını belirtiyor. Bu saldırıların bazılarının molotof kokteyli ile yapıldığına dikkat çeken Yeneroğlu, “Nefret ve kinlerini fiziksel şiddetle ve insan hayatına mal olabilecek şekilde ifade ediyorlar” diyor.
Hedef Müslümansa tepki yok
Birkaç gün öncesine kadar Avrupa medyasının bu saldırıları haber yapma gereği bile duymadığını anlatan Mustafa Yeneroğlu, “Berlin’deki Koca Sinan Camisi’ne gerçekleştirilen molotoflu saldırı ile birlikte ilk defa ulusal medya bu saldırılardan birini haber yaptı ve yerelden bazı siyasiler olay yerine giderek saldırıyı kınadılar. Fakat saldırı bir kilise veya havraya yönelik olsaydı federal hükûmetten ve toplumun her kesiminden çok daha sert tepkiler gelirdi. Hedef Müslümanlar olunca Almanya’daki ırkçı ya da siyasi motivasyonlu saldırılara zaten ciddi tepki olmuyordu. Bir de Alman kamuoyunda Türkiye aleyhtarı güçlü bir algı olunca Türklere yönelik saldırılara ne yazık ki sessiz ve tepkisiz kalınıyor. Oysa Almanya iç istihbaratı, son birkaç haftada saldırıların arkasında olduğu aşikar olan PKK’nın eylemlerini yakından takip ediyor” diyor.
Örgüt şu an Avrupa’da güçlü
PKK’nın ‘Her yer Afrin, Her yer Direniş’ sloganıyla aktif ve güçlü olduğunu göstermek, toplumu tahrik ederek çatışmaları her yere yaymak istediğini ifade eden Yeneroğlu, “PKK’nın faaliyetleri 1993 yılından beri resmen yasaklı ancak işin aslı öyle değil. Belki de örgüt Almanya’da hiç bu kadar güçlü değildi. PKK zaten yüzlerce paravan örgüt üzerinden Kürt toplumunu devamlı olarak terörize ediyor. Bağış adı altında zorla haraç toplama, militan devşirme, örgütü desteklemeyen Kürtlere baskı yapma gibi yöntemler biliniyor. Bunların ötesinde başta Almanya’daki Sol Parti olmak üzere birçok grup üzerinden meşruiyet kazanma girişimlerinde son yıllarda ciddi manada zemin kazandılar. Kendilerine sempati duyan gazeteciler üzerinden ve yine mecliste temsil edilen Sol Parti aracılığıyla yoğun propaganda faaliyetleri içindeler. DEAŞ barbarlarına karşı ‘Batıyı koruyan, Kuzey Suriye’de özgürlükçü ve eşitlikçi bir sistem inşa etmeye çalışan demokratlar’ olarak kendilerini pazarlıyorlar. Sol kesim nezdinde ciddi sempatileri var. Kamuoyundaki genel Türkiye karşıtı hava da eklenince Türkiye aleyhinde birçok kesim buluşabiliyor ancak Türkiye lehinde pozisyon almak isteyen yok. Alman federal hükûmetinin ya da devlet kademesinin konuya dair yorumuna gelirsek, açık bir şekilde söylenmese de saldırılar hakkında, saldırıya uğrayan cami ya da kurumların hedef olmalarını doğal kabul eden bir tavra sahipler. Çok basit bir şekilde ‘Türkiye Suriye’ye girmeseydi, bunlar da olmazdı’ gibi, saldırıları meşrulaştırmaya çalışan bir yaklaşım var adeta. Dahası, ‘Bunlar Türk-Kürt çatışması, fazla oralı olmayalım’ gibi bir kanaat hâkim. Oysa bu yaklaşımın ve tepkisizliğin PKK/PYD oluşumunu daha fazla cesaretlendirdiğinin farkında değiller. Daha büyük olaylar olabilir, insan hayatına mal olan eylemler gerçekleşebilir. Bu yaklaşım çok büyük bir sorumsuzluk örneği” sözleriyle Avrupa’yı uyarıyor.
Hem sağ hem sol terör
Geçtiğimiz günlerde Baden-Württemberg eyaletindeki Lauffen şehrinde İslam Toplumu Millî Görüş’e (IGMG) bağlı Akşemsettin Camisi kimliği belirsiz 4 ya da 5 kişi tarafından molotoflu saldırıya uğramıştı. İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) Genel Sekreteri Bekir Altaş, Almanya’da İslam düşmanlığı motivasyonuyla işlenen suçların 2017 yılından beri “siyasi motivasyonlu suçlar” kategorisinin altındaki ayrı bir başlıkta kayıt altına alındığını anlatıyor. 2017 yılında İslam düşmanı motivasyonlu 950’nin üzerinde suç işlendiğini, bunlardan 73’ünün cami saldırısı olduğunu söyleyen Altaş, “Almanya’da 2017 yılında neredeyse her hafta en az 1 cami saldırıya uğramış. 2010 yılında ise basına yansıyan saldırı sayısı 23. Doğrudan kıyaslama imkânımız olmasa da, saldırıların sayısının 2010 yılından bugüne arttığını açık bir şekilde söyleyebiliriz” diyor.
Bekir Altaş, 2017 yılındaki saldırıların yarısından fazlasının aşırı sağcılar tarafından gerçekleştiğini, dolayısıyla 2018 yılına kadar “cami saldırıları”nın esasen aşırı sağcıların domine ettiği bir alan olduğunu anlatırken buna ek olarak Almanya’daki PKK çevrelerinin de camilere yönelik saldırılar gerçekleştirdiğine dikkat çekiyor. Yani camiler hem sağ, hem sol terörizmin hedefi hâline geldi diyor.
Organize suç çağrısı
En son saldırıya uğrayan Akşemsettin Cami’nin 40 dairelik bir binada yer aldığını ve cami imamıyla ailesinin de aynı yerde kaldığını söyleyen Altaş, “Saldırıdan birkaç gün sonra PKK’ya yakın bir internet sitesinde, saldırının videosu yayınlanarak, söz konusu saldırının ‘Türk devletinden intikam almak’ amacıyla gerçekleştirildiğine dair ifadeler yayınlandı. Saldırganlar yakalanmadığı ya da Lauffen örneğinde olduğu gibi açık itiraf videoları yayınlamadıkları sürece tüm saldırıların arkasında PKK’nın olduğunu söylemek doğru olmaz. Biraz önce belirttiğim gibi, aşırı sağ çevreler de cami saldırılarının failleri arasında. Fakat cami duvarlarına yazılan yazılardan ya da sloganlardan da saldırıların arkasında hangi terör mantığının olduğuna dair bir tahmin yürütmek çoğu zaman mümkün” diyor. PKK’ya yakın kuruluş ve hareketlerin geçtiğimiz hafta Avrupa’daki birçok noktada yasal çerçevenin hiç de içine sığmadığı son saldırılardan belli olan bir “direniş” çağrısında bulunduğunu ifade eden Altaş, “Bu ‘direniş’in molotoflarla, insan canına kastetmekle ya da ibadethanelerin camlarını kırmakla gerçekleştiğini düşündüğümüzde, bunun direnişten ziyade bir organize suç eylemi çağrısı olduğunu söyleyebiliriz. Burada hedeflenen, mümkün mertebe Türk devletiyle ‘hesaplaşmak’ ve yapılan eylemlerle çok fazla dikkat çekmek. Camiler, Avrupa’da yaşayan Müslümanların hassas noktası olduğu için de bu tarz bir dikkat çekmenin en ‘kolay’ gerçekleştirilebileceği yerler olarak görülüyor herhalde. Fakat terörizmi anlamaya çalışmak ya da bu eylemlere mantıklı bir argüman bulmak beyhude bir çaba olur. İnsan hayatına kasteden, toplumsal barışa balta vuran, yakıp yıkan bu eylemlerin değerlendirilme yeri ceza hukukudur. Almanya’daki güvenlik birimlerinin de bu konudaki soruşturmaları titizlikle takip ettiğine inancımız tam” diyor.
İngiltere’de hem ırkçılar hem PKK saldırıyor
PKK tarafından Türklere yönelik saldırılar Almanya’da yoğunlaşsa da Avrupa’nın pek çok yerinde de saldırılar gerçekleşiyor. Avusturya’da Viyana, Salzburg, Hollanda’da Rotterdam, Lahey, Amsterdam, Fransa’da Bordeaux, Marsilya, İsveç’te Stockholm, İsviçre’de Zürih, İngiltere’de Londra, Manchester şehirlerinde bu şiddet saldırıları yaşandı. Fakat İngiltere’de yaşayan Türk vatandaşları diğer ülkelerden daha fazla tedirginlik yaşıyor. Çünkü her ne kadar tüm Avrupa’da milliyetçilik ve İslamofobi yükselse de İngiltere’de aşırı sağcı, ırkçı diye nitelendirilebilecek gruplar hem sayı hem de etkinlik bakımında diğer ülkelere göre güçlü durumda. Brexit’ten sonra da bu gruplarda hareketlenme arttı. Geçtiğimiz hafta da kimliği belirsiz kimseler tarafından gönderilen bir mektup Müslümanlar arasında tedirginlik oluşturdu. Çeşitli kentlerde dağıtılan mektup halkı Müslümanlara şiddet uygulamaya çağırıyor. “Bir Müslümanı Cezalandır” başlıklı mektupta, 3 Nisan tarihinde “beyaz çoğunluk”, bir Müslümana zarar vermeye davet ediliyor. Mektupta her saldırı için bir puan belirlenmiş. Müslümanlara sözlü taciz 10 puan, başörtülü birisinin örtüsünü açmak 25 puan, Müslüman birisine asitle saldırı 50 puan, Müslüman birisine fiziki saldırı ise 100 puan olarak belirlenmiş. Listedeki en yüksek puanlı eylem ise Mekke’ye nükleer saldırı yapmak! 2500 puan. İngiliz terörle mücadele polisi mektup ile ilgili araştırma başlattı. Ancak Müslümanlar oldukça tedirgin. PKK terör örgütü yanlılarının saldırılarını da düşünürsek Türklerin tedirginliklerinin iki kat olduğunu söyleyebiliriz.
Polis sadece izliyor
Almanya’da doğan, uzun yıllardır da İngiltere’de yaşayan Ufuk Seçgin, Avrupa’daki saldırıların PKK yandaşları tarafından Afrin harekatını medyaya taşıyabilmek ve baskı oluşturabilmek için yapıldığını söylüyor. “Masum siviller Türk ordusu tarafından öldürülüyor” algısını oluşturmaya çalıştıklarını söyleyen Seçgin, “Almanya’da yoğun şekilde oldu bu saldırılar ama Fransa’da da İngiltere’de de saldırılar yaptılar. İngiltere’deki Türk nüfusu Almanya ile kıyasladığımızda çok daha küçük. Ama özellikle Londra ve civarına baktığımızda PKK’nın çok güçlü bir yapıya sahip olduğunu görüyoruz. 17 yıldır İngiltere’de yaşıyorum. Ben öğrenciyken buraya geldiğimde Türkçe İngilizce tercüme yapıyordum. Türkiye’den pek çok kişi yalan sebeplerle iltica ederek geldi. İltica statüsü elde ederek vatandaş olma statüsüne girdiler ve bu da çok ciddi manada desteklendi. Ciddi manada çalışıyorlar ve siyasi kanalları da çok iyi. Yıllarca lobi faaliyetinde bulundular. Bazı milletvekilleri ve bakanlarla çok iyi ilişkiler kurdular. Geçen sene 15 Temmuz anma programı düzenlendi. Salonun dışında yaklaşık 100 kişilik gruba protesto için Apo bayrakları, PKK bayraklarıyla izin verdiler. Polis sadece izledi, müdahale etmedi. PKK İngiliz hükümeti tarafından yasaklanmış bir örgüt. Polise ‘Ben de İngiliz vatandaşıyım. Kanunlara göre bu örgüt yasaklanmıştır. Yasak eylemde bulunuyorlar, buradaki insanları rahatsız ediyorlar. Müdahale edin’ dediğimde ‘Ben işimi biliyorum’ diye cevap verdi. Bir sene önce Londra’daki Diyanet Cami’sine saldırıda bulundular. Camları kırdılar. Duvarlara PKK yazdılar” diyor. Başka bir grup yasadışı eylemde bulunsa polisin hemen müdahale edeceğini anlatan Seçgin, söz konusu PKK olduğunda seyretmekle yetinildiğini söylüyor. Bu durumu kendilerince “Provakasyon istemiyoruz. Barışçıl şekilde sonuçlandırmak istiyoruz” gibi gerekçelerle açıkladıklarını ifade eden Seçgin, bu tutumun PKK’yı desteklediğini işaret ediyor.
Irkçılık Brexit’le tavan yaptı
İngiltere’nin genelde yabancılara ve azınlıklara diğer ülkelere nisbeten hoşgörülü olduğunu ifade eden Seçgin son dönem artan ırkçılıktan bahsediyor: “Son yıllarda ise burada ırkçılık ve İslamofobik eylemler arttı. Medya tarafından da gündeme getiriliyor. Kurulan UKIP partisi milliyetçi düşünceyi ve zihniyeti daha da güçlendirdi. Referandumda kimsenin beklemediği bir sonuç, Brexit çıktı. Milliyetçiler daha da özgüven kazandılar. Yabancıları artık buradan çıkartabileceğiz, kanunları istediğimiz gibi uygulayacağız düşüncesi içine girdiler. Camilere ve Müslümanlara sokaklardaki saldırılar Brexit’ten sonra ciddi manada arttı. Geçen sene Ramazan’da Londra’da cami çıkışında yaşlı bir amca rahatsızlanmıştı. Çevresinde oluşan 5-10 kişilik gruba bir ırkçı arabayla daldı. Amca vefat etti birkaç kişi ise halen hastanede yatıyor. Bu İngiltere’de İslamofobi adına gördüğümüz en üst nokta. Devlet tarafından yapılan ötekileştirme de söz konusu oldu. Burmingham’daki Müslümanlar tarafından yönetilen okullarda ‘Farklı doktrinler, aşırı fikirler çocuklara dayatılıyor’ bahanesiyle okullar kapatıldı. Öğretmenler görevden alındı. Aradan 2 sene geçti ve bunun tamamen haksız yere yapıldığı ortaya çıktı. Bu devlet tarafından kışkırtılan bir olaydı. Medya da aylarca gündemde tuttu. Irkçı gruplar da toplumu yönlendirdiler. Böle bir hava oluştu. Şimdi de bu mektup olayı yaşandı. Ancak mektup olayından sonra ciddi manada tepki geldi toplumdan. ‘Bu kadar da olmaz’ diye. Medya da sağduyulu bir yayın yaptı. 3 Nisan’da saldırı olacak mı olmayacak mı göreceğiz.”
İslamofobi şiddete dönüşüyor
Irkçı mektupla ilgili ilk haberi yapan Pesrpektif dergisinden Mehmet Enes Beşer, İngiltere’de aşırı sağcı, ırkçı diye nitelendirilebilecek grupların hem sayı hem etki bakımından diğer ülkelere nispeten güçlü durumda olduğunu söylüyor. Brexit’ten sonra bu grupların aktivitelerinde görünürlüğün arttığını gözlemlediğini ifade eden Beşer, İslamofobi’nin İngiltere’de şiddete dönüşmeye başladığı varsayımının gerçeğe dönüşebileceğini söylüyor. Beşer, “Bunun sebeplerini irdelemek gerek. Bu gruplar neyden ve nasıl cesaret alıyor? Aşırı sağcı liderlere hapis cezası verildi. Bu tür yaptırımlara rağmen İslam karşıtlığında bir sinme, bir geri çekilme gözlenmiyor. Aksine, 2016’da ülkedeki İslam karşıtı vakalarda yüzde 47 artış rapor ediliyor. Şahsi görüşüm, İslam karşıtlığının, ırkçılığın, aşırı sağın gün geçtikçe Avrupa siyasetinde merkeze yaklaştığı noktasında. Eskiden ‘meczup’ muamelesi gören Farage, Wilders, Salvini gibi figürlerin artık Avrupa siyasetinin kritik unsurları haline geldiğini görüyoruz” diyor.