Avrupa medeniyetinin kayıp ilanı

“Hiçbir ölümlü bu postacılardan daha hızlı yolculuk yapamaz. Perslilerin ustaca bir buluşudur bu. Derler ki yolculuk süresi boyunca her bir gün için başka atlı adamlar tahsis edilmiştir. Bunlar mola yerlerinde bekler. Ne kar, ne yağmur, ne sıcak ne de gecenin karanlığı bunları görevlerinden alıkor, en hızlı şekilde emaneti yerine teslim ederler. İlk adam ikinciye, ikinci üçüncüye, tıpkı meşale taşıyan Greklerin yaptığı gibi elden ele postaları Kral Yolu üzerinde taşıyıp dururlar.” – (Herodot – Tarih)

Tarihçi Herodot, Kral Yolu’nu Sard ile Susa arasında uzanan bir yol olarak tanımlıyordu. Sard, Manisa’nın Salihli ilçesinde bulunan antik bir kent. Susa ise bugün İran’ın Huzistan eyaletine bağlı 65 bin nüfuslu bir kasaba. En eski Sümer yerleşimlerinden birisi olan Susa, Elam Devletine başkentlik yapmış, Persler zamanında ise başkent Persepolis ile birlikte adı anılan en önemli şehirlerden birisi olagelmişti. Kral Yolu’nun öbür ayağındaki Sard ise Lidya devletinin başkenti olup aynı zamanda yeryüzünde ilk paranın basıldığı yerdi. Sard’ın hemen yanındaki Paktolos Çayı zamanın önemli altın madenlerinden birine ev sahipliği yapmaktaydı. Kral Yolu’nun her iki ucundaki şehirler, Sard ve Susa, devrinin en önemli siyasi merkezleri olduğu kadar ekonomik başkentleriydi aynı zamanda. Kral Yolu, dünyanın en eski, en uzun yollarından biri olarak o zamanki medeniyetin en bariz temsil yeriydi. Yol, medeniyettir çünkü.

Via Romana ya da Roma Yolu

Genç yaşında Roma’ya yerleşen Halikarnas yani bugünkü Bodrumlu doğumlu Dionysios da milattan öncesinin meşhur kitaplarından ‘Roma’nın Gelenekleri’nde şöyle yazıyordu:

“Roma İmparatorluğu’nun sıradışı büyüklüğü kendini üç şeyde gösterir. Kemerli köprüler, taşla döşenmiş yollar ve kanalların inşası.”

Yolun medeniyet anlamına geldiğini en iyi bilen antikçağ toplumlarından biriydi Romalılar. Belki bunu da büyük oranda borçlu oldukları Etrüsklerden almışlardı. Roma’nın her şeyi kendisine mal eden kıskançlığı nedeniyle onlardan geriye iz bırakmaması bunu öğrenmemize engel. Yine de Etrüsklerin mevcudiyetine dek inen 12 Tablet Yasaları’nda geçen yola ilişkin ifadeler bu ihtimali güçlendiriyor. Mesela bu yasalara göre Roma yolu yaklaşık 2,4 metre genişliğinde olmalı. Yol kavramı o denli önemli ki eğer yol bakımsız kalmışsa yolcunun özel mülkiyeti yol olarak kullanma hakkı doğuyor. Ayrıca yolun mümkün olduğunca bakım gerektirmeyecek sağlamlıkta yapılması ve ihtiyaca uygun genişliği aşmaması gibi hususlar mevcut. Roma Yolu dediğimizde İngiltere’den Anadolu’ya uzanan, yer yer Kuzey Afrika’da izlerine rastlanan aynı standarda tanık olmak mümkün.

İpek yolu medeniyeti

İpekyolu’nun tam olarak hangi tarihte kimler tarafından kullanıma açıldığı kesinlik kazanmış değil. Batı tarih yazımına göre Büyük İskender’in doğu seferiyle birlikte birbirine bağlanan doğu-batı tasavvuru var. Buna göre dağları aşarak günümüzdeki Fergana vadisinin hemen ağzında kendi adıyla şehir kuran İskender bu işin başlatanı. Alexandria Eschate adıyla anılan şehir – Çincesi Dayuan – sonradan İpek yolunun en önemli duraklarından biri haline geliyor. Milat öncesi devirlere ilişkin önemli bir not da bu yolun eskiden daha ziyade at ticaretinde kullanılması. Çinlilerin malum, kuzeydeki Hunlarla başı belada. “Hou Hanshu” olarak bilinen “Geç Han Tarihi” isimli Çin kroniğinde at satın almak için nerelere elçi gönderildiği şu ifadelerle yer alıyor.

“Parthia bölgesine, Yancai’ye, Suriye’ye Mezopotamya ve Hindistan’ın kuzeyine elçiler gönderildi. Bir yıl içerisinde on elçi göndermek kural olmuştu. En az gönderildiği zamanlarda bu sayı beş ya da altı olurdu.”

Roma tarihçisi Florus da ilk Roma İmparatoru Augustus’u ziyaret eden Çinli elçilerden bahsediyor.

İpekyolu tarih boyunca sadece at veya ipeğin değil birçok buluşun, kâğıdın, matbaanın ve barutun da geçiş güzergâhı olmuş. Aynı zamanda doğudan batıya, batıdan doğuya kültürlerin ve dinlerin de taşındığı bir medeniyet havzası… Hindistan’da doğan Budizm kendi topraklarında hemen hemen yok olmuşken Uzakdoğu coğrafyasında kök salmış örneğin. Bugün takipçisi kalmamış Maniheizm ise İran’da doğmuş ancak uzun zaman Orta Asya’nın inancı olmuş. Düşünün ki günümüzün Uygur Türkleri önceleri Budist olmuşlar, sonra Maniheist ve sonra da Nasturi Hristiyan. Bu çeşitliliğin sebebi elbette İpekyolu’nun mevcudiyeti. İpekyolu her anlamda dünya tarihine damgasını vurmuş. Neden derseniz, Avrupa medeniyeti bile bugünkü gelişimini bir şekilde İpekyolu’na borçlu.

İstanbul’un fethi ve coğrafi keşifler

İstanbul’un 1453 yılında Türkler tarafından fethi, tarihin en büyük kırılma noktalarından biri oldu. Ortaçağ sona erdi ve Yeniçağ başladı. Fethin en dramatik yönüyse Batı Medeniyeti açısından dibe vuruşun temsili olduğu kadar, bugünkü dünya hâkimiyetine gidişin de başlangıç noktası oluşuydu. İpekyolu vasıtasıyla Çin ve Hindistan’dan gelen bütün değerli materyaller önce İstanbul’a uğruyor, oradan daha ziyade Venedikli ve Cenevizli tüccarlar tarafından Avrupa limanlarına transfer ediliyordu. Bizans İstanbul’u, Batı için doğuya açılan tek kapıydı. Bu kapının Türkler tarafından ele geçirilmesi demek, Akdeniz’in Batı açısından seçenek olmaktan çıkması demekti. İpekyolu’ndan gelen materyallere ulaşmak için başka seçeneklerin arayışı coğrafi keşifleri beraberinde getirdi. Ümit Burnu aşılarak Hindistan’a ve Çin’e deniz yoluyla ulaşılabileceği görüldü. Atlas Okyanusu geçilerek Amerika kıtasına ulaşıldı. Güney yarıkürenin  en dibindeki Avustralya ve Yeni Zelanda dahi Batılılar tarafından koloni haline getirildi. Coğrafi keşiflerle birlikte Hint’in, Çin’in, Amerika kıtasının, Afrika’nın, kısacası bütün dünyanın zenginliği Batı coğrafyasına aktı. Batı kapitalizmi dediğimiz bugünkü sistemin temelleri atıldı. Yeryüzü medeniyetinin binlerce yıldır ana aksını oluşturan İpekyolu havzası merkez olmaktan çıktı, Avrupa merkezli bir dünya kurulmuş oldu.

Medeniyet asıl havzasına kavuşuyor

30 Ekim 2017. İpekyolu’nu tekrar canlandıracak Bakü-Tiflis-Kars demiryolunda ilk katar hareket ediyor. Tıpkı asırlar öncesinde olduğu gibi Çin’den Avrupa’ya aynı güzergâhtan kesintisiz ulaşım sağlanacak. Bu kez develerle, atlarla değil demiryoluyla. 838 kilometrelik bir hat bu. 503 kilometresi Azerbaycan’dan, 259 kilometresi Gürcistan’dan, 76 kilometresi Türkiye’den geçiyor. 2034 yılına dek 3 milyon yolcu ve 17 milyon ton yüke ulaşması beklenen hattın şu anki kapasitesi 1 milyon yolcu ve 6,5 milyon ton yük. Hattın en dikkate değer yanıysa Çin-Avrupa hattını tam 7 bin kilometre kısaltıyor olması. Çok daha uzun olan Rusya hattı devreden büyük oranda çıkacak ve Çin’den yola çıkan bir ürün 15 gün sonra Avrupa pazarlarında yerini alacak. Bu teknik veriler bile tek başına muazzam bir hamlenin göstergesi. Ancak işin asıl boyutu bunlar değil. Tarihin geriye sarması, medeniyetin kayıp yatağını tekrar geri bulması, İpekyolu’nun tekrar dünyanın merkezinde yer almasıdır önemli olan. Bunun ne anlama geldiğini söyleyelim. Herkesin ortaklaşa kazandığı, birbiriyle sadece ürettiği materyalleri değil kültürünü, inancını paylaştığı İpekyolu medeniyetinin tekrar canlanması; coğrafi keşiflerle girdiği her yeri yağmalayan, kendini yerkürenin merkezine koyan, bencil ve arsız Avrupa medeniyetinin gerilemeye başlaması. Gelecek üzerine tahminde bulunan uzmanların hemen hepsi aynı şeyi söylüyor. İstikbal, İpekyolu medeniyetinin olacaktır. Bakü-Tiflis-Kars hattını Avrupa medeniyetinin kayıp ilanı olarak görebiliriz.

Benzer konular