Pamuklara sararak büyüttüğümüz kötülük

Elazığ depremi, sarsıntının şiddeti, yaşanan felaketin büyüklüğü, can kayıplarının çokluğu açısından 1999’da yaşadığımız deprem felaketiyle elbette kıyaslanamaz. Devletin bu tür anlarda organize olma, duruma el koyma yeteneği bile 21 yıl içerisinde gözle görülür, mağdurlar tarafından hissedilir şekilde değişti. O günleri hatırlayanlar, devletin müdahalesinin ne kadar geç kaldığını, devlet yetkililerinin duruma duyarsızlığının -belki de acınası çaresizliğinin- boyutlarını da gayet iyi hatırlıyorlar. Komşu ülkelerden hatta çok uzak memleketlerden bölgeye gönderilen yardımların, Ankara yahut İstanbul’dan gönderilen tırlardan daha erken geldiği hâlen hafızalarda. Fakat o günlerden akılda kalan, hatta o günleri düşününce acılardan sonra ilk akla gelen, Türkiye’nin ayrımsız tek yürek oluşu ve depremzedeler için bir araya gelmesiydi. Her bölgeden tırlarla ekmek, battaniye, çocuk bezi, sıcak yemek, soğuk su yağdı. Anneler kollarındaki bileziği, çocuklar kumbaralarındaki paraları bağışladı. Türkiye, her felakette yaptığı gibi yine safları sıklaştırarak omuz omuza acılara karşı mücadele etti. O günlerde çatlak sesler de vardı elbette, ama bunlar daha yükselip kulakları tırmalamaya başlayamadan tarihin çöplüğünde kayboldu.

SOSYAL MEDYA İCAT OLDU MERTLİK BOZULDU

İki hafta önce yaşanan deprem ise Türkiye’de işlerin 21 yılda fazlasıyla değiştiğini gösterdi. Türkiye’nin dört bir tarafından yine yardımlar yağdı, yine bu milletin ferdi olmaktan gurur duyacağımız insan hikâyeleri yaşandı. Fakat bu defa yükselen çatlak sesler, milletin sabrını çatlatacak kadar yüksek çıktı. En naif tabirle ‘bunların anası babası yok mu’ dedirtecek türedi tipler, depremzedelerle ve onlar için cansiperane mücadele veren devlet-millet unsurlarıyla ilgili o kadar insanlık dışı yorumlarda bulundu ki, bir taraftan depremin yaralarını sarmaya çalışırken, bir yandan da bu acımasız yorumların açtığı yaralarla uğraşmak zorunda kaldık. Genel olarak sosyal medya denilen gayya kuyusundan yükselen bu sesler, 21 yıl önceki seleflerinden daha ‘şanslıydı.’ Artık hayatımızın parçası olmaktan çıkıp bazılarımız için hayatın ta kendisi olan sosyal medya, bu tür insanların da özgürce at koşturduğu, moda tabirle algı oluşturduğu, hatta alenen suç işlediği bir paralel evrene dönüştü.

BULAŞICI KÖTÜLÜKTEN ORGANİZE KÖTÜLÜĞE

Çoğunun yaptığının yanına kâr kalması, etkileşimle beslenen bu kötülüğü bulaşıcı olmaktan organize olmaya yönlendirdi. Milliyetçilik maskesiyle yapılan ırkçılık; Kemalist maskesiyle yapılan FETÖ’cülük; demokrat maskesiyle yapılan faşistlik; gazeteci maskesiyle yapılan partizanlık ve siyasetçi maskesiyle yapılan etki ajanlığı, sosyal medyada vak’ayı adiyeden sayılmaya başlandı. Bu konuda kolluğun ve yargının ‘umursamaz’ tavrı, acemi ve potansiyel kötüler için de cesaretlendirici olurken, onlara asıl can suyunu ‘kutuplaşmadan beslenen’ troller verdi.

TROLL ORDULARI CENK İSTER

Sosyal medyadaki organize kötülük, her kötü şey gibi reklam ve tanıtımla beslenip etkileşimle büyüdü. Fakat bu kez onu bu kadar semirten taraftarları değil, sözde düşmanları oldu. 2013 Gezi kalkışmasının neden olduğu keskin bölünme, ardından aynı yıl FETÖ’cü terör eylemlerinin başlaması, sosyal medyayı ‘memleket kurtarmalık cenk sahasına’ dönüştürdü ve bu güne kadar da bu cenk ara vermeden devam etti. Ama zamanın aşındırıcı etkisi, bu alanda da kendini gösterdi ve sapla saman birbirine karıştı. Bu savaşın, kötülükle mücadelede araç olduğunu unutan troll ordusu, savaşı amaç haline getirdi. Varlığını artık bu savaşın nâmütenâhîliğine borçlu olan troller, kötülüğü biteviye beslemeye, kendilerine sürekli bir düşman uydurmaya başladı. Ademe mahkum edildiğinde kendi kendini bitirecek olan kötülük; kolluk ve yargıya havale edilerek daha küçükken başı ezilebilecek sürüngenlik, gereğinden fazla önem atfedilerek büyütüldü ve beslendi. Sonuçta bu besili sürü organize olarak, kötülüğü tadı ağzımıza gelecek bir kesafete ulaştırdı.

‘NE KADAR BİRBİRİMİZDEN NEFRET ETSEK DE…’

Belki de kimsenin haberi olmayacak, belki sadece Emniyet’in Siber Suçlarla Mücadele birimini ilgilendirecek kıyıda köşede kalmış ‘kötülükler’in meşhur edilmesi, sosyal medyanın yön verdiği yahut etkilediği toplum içinde umutsuzluk ve karamsarlığa neden oldu. Bu durum da iki çok ciddi sonuç doğurdu: Devletin gücünün ve yaptırımının sorgulanması; toplumun kendine olan güven ve saygısının zedelenmesi.

Sonuç olarak ayrışmış, kutuplaşmış bir toplumda depremin ardından yapılan yorumlar ‘zor zamanlarda kenetlendiğimiz’i vurgulasa da, şu şerhi eklemeden anlam kazanamadı: Ne kadar birbirimizden nefret etsek de…

Benzer konular