Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 3 Mayıs’ta Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşmesi sonrası yaptığı basın toplantısında, Suriye’ye yönelik önemli bir karar alındığını tüm dünyaya duyurdu. İki lider, Suriye’de belirli alanlarda “çatışmasızlık bölgeleri” oluşturulması konusunda irade göstermişti. Erdoğan, ortak basın toplantısında, söz konusu bölgeler ile ilgili plana dair ipucunu, “Şimdi bir çatışmasızlık bölgesi çıktı ki bu bölge de İdlib bölgesi. Bu İdlib bölgesinde şu anda ağırlıklı olarak Halep’ten kaçan insanların oradaki yaşam mücadelesi var. Bölgenin en büyük yerleşim merkezlerinden olan İdlib’te zaman zaman ciddi sıkıntılar oluyor. Şimdi oradaki bir yeşil hatla bir çatışmasızlık bölgesi ilan edildi. Temenni ederim ki bu çatışmasızlık bölgesi korunmaya devam eder” ifadeleri ile verdi. Ertesi gün, Astana’da düzenlenen Suriye toplantısından, Türkiye, Rusya ve İran’ın garantör ülkeler olarak, Suriye’de çatışmasızlık bölgeleri konusunda uzlaşmaya vardıkları açıklaması geldi. Her ne kadar “çatışmasızlık bölgeleri” terimi, Türkiye’nin “güvenli bölge” talebini karşılamasa da, 6 yıldır ülkede devam iç savaşın çözümü noktasında yeni bir adım olması açısından anlamlı ve değerli bir adım.
Sekiz bölgede uygulanıyor
Suriye’de “çatışmasızlık bölgeleri” için 8 bölge belirlendi. Bu bölgeler, Halep, İdlib, Lazkiye ve Şam vilayetlerinde bulunuyor. Türk Dışişleri’nin yaptığı açıklamaya göre, “Suriye’nin İdlib vilayetinin tamamı, Lazkiye, Halep ve Hama vilayetlerinin belli bölümleri, Homs vilayetinin belli bölümleri, Şam/Doğu Guta bölgesi ve Deraa ve Kuneytra vilayetlerinin belli bölümleri” Astana’da imzalanan muhtıraya dahil edilen bölgeler oldu. Söz konusu alanlarda El-Kaide ve DEAŞ terör örgütlerine yönelik operasyonlar ise devam edecek. Garantör 3 ülke, Türkiye, Rusya ve İran çatışmasızlık bölgelerinin gözetiminden sorumlu olacaklar. Türkiye için İdlib kritik önem taşıyor.
Şam’da üç bölge dahil oldu
Esed rejimin kontrolünde bulunan Şam’da üç bölge çatışmasızlık bölgesine dâhil edildi. Doğu Guta, Dera ve Kuneytra bölgeleri muhalif grupların bulunduğu ve rejimle yoğun çatışmaların devam ettiği noktalar. Dera ve Doğu Guta 2011 yılında rejime karşı ilk protestoların başladığı iki bölge. Muhaliflerin kontrolünde bulunan bölgenin çatışmasızlık bölgesi ilan edilmesi önem arz ediyor. Doğu Guta ise Esed rejiminin 2013’te gerçekleştirdiği ilk kimyasal saldırının merkezi. Bin 300 sivilin hayatını kaybettiği kimyasal saldırının ardından dünya gündemine oturan Doğu Guta’da geçen 4 yıllık süreçte de çatışmalar devam etti. Kuneytra bölgesi de Suriye’nin güneyinde İsrail ve Lübnan sınırına yakın bir bölgede bulunuyor. 2014 yılında bölgede büyük bir ilerleyiş kaydeden muhalifler özellikle Hizbullah’ın Esed rejimine verdiği destek nedeniyle güç kaybetmeye başladı. Kuneytra’da geçen süreçte çatışmalar sürerken, çatışmasızlık bölgesine dahil edilmesi içerideki çatışmaların sona erdirilmesi açısından önemli olacak.
ABD oyunu açığa çıktı
“Çatışmasızlık bölgeleri”nin hayata geçirilmesi ile Fırat’ın batısında kalan bölgeler ABD savaş uçaklarına kapatıldı. Böylelikle ABD’nin Suriye üzerindeki etkisi azaltılırken, istikrar bozucu rolüne de kısmi set çekilmiş oldu. ABD’nin, PKK terör örgütü ile Suriye’de ortak hareket ederek, düzen kurucu değil istikrarsızlaştırıcı bir rol oynadığı iyice belirgin hale geldi. Astana’da kabul edilen “çatışmasızlık bölgeleri” Türkiye ve Rusya’nın Suriye’de denge kurucu ülke olma kabiliyetine sahip olduğunu ve Suriye’nin geleceğine yönelik kararları etkileme imkanına sahip olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Özellikle İdlib vilayetinin “çatışmasızlık bölgesi” olarak kabul edilmesi, Türkiye’nin Suriye’deki stratejik derinliğini artıran karar olarak kayda geçti.
Öte yandan Türkiye, Rusya ve İran’ın Suriye’de oluşturduğu bölgeler ve uzlaşma kabiliyeti, ABD’nin 6 yıldır uyguladığı eylemsizlik ve oyalama taktiği ile iç savaşın uzamasına göz yuman oyununu da açığa çıkardı. ABD’nin çözümün değil çözümsüzlüğün ortağı olduğu Astana süreci sırasından atılan adımlar ile teker teker bir kez daha göz önüne serildi. ABD bugün de Suriye’de terör yapılanmaları ile ortaklık kurarak istikrarsızlaştırma siyaseti gütmeye devam ediyor.
Bölünme senaryolarına set çekildi
Türkiye, Rusya ve İran’ın Astana’da imzaladıkları muhtıra, Suriye’nin geleceğine yönelik bölünme ve paylaşım senaryolarına set çekmiş oldu. Üç ülke de ortak iradelerinin, Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlayacak bir çözümde birleştiğini göstermiş oldular. Özellikle ABD ve Batı menşeli olarak servis edilen bölünmüş Suriye haritaları rafa kalkmış oldu. Suriye’deki Kürtleri istismar ederek, PKK terör örgütü üzerinden bölünmeyi ve istikrarsızlaştırmayı hedefleyen projeler, Fırat Kalkanı’ndan sonra ikinci darbeyi de Astana’da varılan uzlaşı ile yemiş oldu.
Türkiye için stratejik avantaj
Çatışmasızlık bölgesi olarak ilan edilen vilayetler arasında İdlib dikkat çekiyor. Suriye iç savaşının ilk dönemlerinden itibaren muhaliflerin kontrol altında bulundurduğu İdlib, özellikle sayıları 50 bine yaklaşan Haleplilerin tahliye edilerek yerleştirildikleri bölge. Yine iç savaşın başından bu yana çatışmalardan kaçan sivillerin yerleştiği bir bölge. Bu anlamda İdlib, Suriye iç savaşının etkilediği Suriyeli sivillerin yoğun olarak yaşadığı yarı güvenli bir bölge durumunda. Muhalif grupların kontrolünde bulunan bölge, Halep sonrası dönemde Esed rejimi ve İran destekli milislerin hedefindeydi. Ateşkese rağmen zaman zaman bölgeye hava saldırısı gerçekleştiren Esed rejiminin bölgeye yönelik saldırılarının artırmasından endişe ediliyordu. İdlib’in çatışmasızlık bölgesi ilan edilmesi bölgedeki çatışmaların seyrini önemli ölçüde etkileyebilecek. Sivillerin korunması sağlandığı gibi, şiddetli çatışmaların aşağı yönlü bir seyir göstermesinin de önü açılacak. Türkiye garantör ülke olarak buradaki çatışmasızlığın hayata geçirilmesini denetleyecek önemli bir güç olarak öne çıkıyor. Türkiye İdlib’in kontrolünü sağlayarak, Fırat Kalkanı Harekatı ile oluşturulan güvenli bölgenin de stratejik derinliğini artırma imkanına sahip. Böylece Suriye’nin kuzeyindeki PKK yapılanmasını da çevreleme imkanına sahip olacak. Türkiye, Azez-Tel-Rifat hattı üzerinden açacağı bir koridor ile de İdlib’e insani yardım koridoru oluşturmayı planlıyor. Bu koridor üzerindeki Tel-Rifat bölgesi terör örgütü PKK/PYD’nin kontrol ettiği alanda bulunuyor. Türk Silahlı Kuvvetlerinin insani yardım koridorunun güvenliğini sağlamak ve bölgedeki terör unsurlarını sağlamak için söz konusu bölgeye Fırat Kalkanı Harekatı’nın devamı niteliğinde müdahalede bulunması olası senaryolar içerisinde değerlendiriliyor.
TSK’nın güç projeksiyonu artacak
İdlib’in güvenliğinin ve çatışmasızlık ortamının kontrolünün TSK tarafından sağlanacak olması, Suriye derinliklerindeki güç projeksiyonu kabiliyetini ve alan hakimiyetini artıracak unsurlar arasında yer alacak. Türkiye’nin Suriye derinliklerinde etkisini artırması, altı yıllık iç savaşta bölgeyi terk etmek durumunda kalan, yerel halkın dönüşü için güvence de oluşturacak. Halihazırda Fırat Kalkanı ile terörden arındırılan bölgeye geri dönüşlerin hızlanması buna örnek olarak gösterilebilir. Türkiye’nin varlığı, Suriye halkı için barış ve istikrar anlamında bir güvence sunacak.
Terör örgütü nefes alamayacak
Türkiye, “çatışmasızlık bölgeleri” uygulamasının hayata geçmesi ile dikkatini Suriye’de ABD eli ile oluşturulmak istenen PKK yapılanmasına daha rahat verebilecek. ABD’nin Pentagon vasıtasıyla her geçen gün silahlandırdığı PKK yapılanması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da belirttiği gibi Türkiye için bir ulusal güvenlik sorununu oluşturuyor. Fırat Kalkanı Harekatıyla, Suriye’de oluşturulmak istenen PKK terör koridoruna set çeken Türkiye, çatışmasızlık bölgelerinin hayata geçmesiyle Fırat’ın batısında oluşturduğu güvenli bölgeyi tahkim etme imkanına kavuşacak. Bir yandan da Fırat’ın doğusundaki terör yapılanmasının rahat nefes almasının önüne geçmek için eli daha rahat olacak. Bu çerçevede terör örgütünün Suriye’de üs edindiği Karaçok bölgesine düzenlenen operasyona benzer harekatların önümüzdeki dönemde artması ihtimal dışı değil.
Suriye’de yeni bir döneme geçildi
“Çatışmasızlık bölgeleri” elbette Suriye’de çözüm için son safha değil. Ama altı yıldır süren iç savaşta önemli bir kazanım ve barış yolunda önemli bir köprü. Eğer, Erdoğan ve Putin’in ortak iradesi ile hayata geçen ve Astana’da imza altına alınan bu formül, başarılı şekilde uygulanırsa, Suriye’de çözüme yönelik geçişin anahtarı olabilecek nitelikte. Bununla birlikte, Suriye’de Batı’nın empoze ettiği bir çözüm yerine, bölgedeki güçlerin de çözüm konusunda başarılı olabileceğine dair yeni bir kanıt olacaktır. Türkiye, Fırat Kalkanı ile güvenli bölge formülünün istenildiği takdirde hayata geçebileceğini tüm dünyaya göstermişti. “Çatışmasızlık bölgeleri” ile yakalanan uzlaşma, eğer barış yönünde doğru irade gösterilirse, bölgeye yönelik paylaşım hesaplarının bozularak, Suriye’yi bir arada tutabilecek çözümün de kotarılabileceğini tüm dünyaya göstermiş olacak.