NATO (North Atlantic Treaty Organization, Kuzey Atlantik Savunma Paktı) 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan politik ayrışmada ortaya çıkar. Kuruluş sebepleri, zamanın NATO genel sekreteri İngiliz Lord Ismay’ın deyişi ile (1) Rusları dışarıda bırakmak ve SSCB ve sosyalist ülkeleri bloke etmek, (2) ABD’yi içeride ve (3) Almanya’yı alaşağı edilmiş hâlde tutmaktır.
Demek ki iki kutuplu dünya projesi, bir İngiliz projesidir.
İngiliz Mareşal’i Montgomery, “Askeri bir örgütlenme ve iş birliğinin Avrupa’nın geleceği için hayati olduğunu” söyler. Bu NATO olur. Amaç (1) SSCB’ye karşı Avrupa’nın güvenliği, (2) Bunun için ABD’nin katkı koymasını sağlamak ve (3) Almanya’nın yeniden tehdit olmasını önlemektir.
1950’de İngiltere ve ABD’nin öncülüğünde kurulan NATO, kuruluşundan da anlaşılacağı üzere aslında Anglosakson menşeli bir ittifaktır. Her ne kadar 2. Dünya savaşından bu yana ABD öne çıkmışsa da NATO’nun sahibi küresel oligarşidir.
NATO VE TÜRKİYE
Temelde ve esasta Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin mirasçısı ve devamıdır. Batılılaşma hedefinde olan Cumhuriyet’in kurucuları topluma bunu bin türlü yolla benimsetirler. Türkiye geçen bir asır boyunca bu konuda epey mesafe alır. Neticede Türkiye batı dünyası ile hemhal olur, içiçe geçer. Ayrıca BM, NATO ve IMF gibi diğer uluslar-üstü kurumlara da üyedir. Ancak yine de bazılarının sandığının aksine Batı adına İslam âleminin arasında bulunuyor değildir. Her ne kadar kimi açılardan uzaklaşmış görünse de, Müslüman-Türk uygarlığının temsilcisi olarak Modern Batının içinde ve kurumlarında yer almaktadır.
Türkiye, NATO’ya 18 Şubat 1952’de resmen girer. Ve güvenliği ortak savunma çerçevesinde bu örgütle yapılan işbirliğine bağlanır. Ayrıca ABD ile birçok ikili anlaşmalar imzalanır. Böylelikle Türkiye ABD’nin teşviki ile Balkanlarda diplomatik faaliyetlere girişir. İngiltere’ye verdiği söz gereğince de Ortadoğu ile ilgilenmektedir.
GLADİO KURUMLARI DAĞITILDI MI?
NATO’nun etkinliği dış güvenlik ile sınırlı kalmaz. 1950’li yıllarda İtalya’dan başlayarak NATO ülkelerinde gizli Özel Harekât daireleri kurulur. Gladio adı ile anılan bu birimler her tür muhalefete karşı bir tedbirdir. Çeşitli ülkelerde ve Türkiye’deki “Derin Devlet” kavramı bununla irtibatlıdır. Soğuk Savaş sonrası Gladio kurumlarının dağıtıldığı söylenmiştir. Ancak gerçek bu mudur? Yoksa bu örgütler başka amaçlar için reorganize mi edilmektedir? Bu bambaşka bir meseledir.
1990’larda Balkanlar’daki etnik çatışmalar, Bosna, Kosova, Somali krizleri, Afganistan savaşı, Ortadoğu, Afrika ve Balkanlar’daki sorunlar, enerji kaynakları ve yollarının güvenliğinin temini, kitle imha silahları ve uluslararası terörizm NATO’nun tehdit listesinde yer almış ve varlık nedeni olmuştur. Yani NATO, Soğuk Savaş’ta olmadığı bir şekilde misyon üstlenmiş ve müdahil olmuştur. Bu geride bıraktığımız 20 yılda NATO’nun varlık nedenidir.
NATO VE KONSEPT DEĞİŞİKLİĞİ
İngiliz Başbakan Churchill’in “biz ikinci dünya savaşı sonrası gücümüzü ABD’ye ödünç olarak verdik” sözünü hatırlamak uluslarüstü mahfillerle birlikte dünyaya egemen olan Anglosakson imparatorluğun yönetici aklının hâlâ İngiliz aklı olduğunu bilmek gerekmektedir. Bu, İslam ülkelerinde son yaşananları anlamak açısından da önemlidir.
Değişen dengeler ve güvenlik krizleri, dünya ekonomisini, barış ve istikrarını tehdit eder hâle gelmiş, bu durum ise NATO’nun Soğuk Savaş sonrasındaki yeni küresel ortamda “Yeni Stratejik Konsepti”ni yaratmıştır.
Girilen yeni dönem, artık NATO’nun karşısında adresi olan bir düşman, devlet ya da ideolojinin olmadığı, güvenlik konseptinin küresel bir veçhe kazandığı bir dönem olmuştur.
Bugünkü NATO’nun ortaya çıkan konsept değişikliğini 1989’da başlayan sosyalist dünyanın çözülmesi ve demir perdenin yırtılmasıyla beraber düşünmek gerekir. Bilindiği gibi bu tarihten beri patron ABD’dir. Yine de yukarıda da değindiğimiz gibi İngiltere’nin akıl hocalığı ve derinden yönlendiriciliği unutulmamalıdır.
Mısır, Libya, Tunus, Yemen, Bahreyn, Suriye vb. ülkelerdeki halk hareketlerinde haklı ve hakiki talepler elbette önemlidir. Ancak bu hareketler henüz kımıldanma aşamasındayken egemen güç odaklarının buradaki muhtemel gelişmelere karşın çok seçenekli plan ve projeler geliştirdikleri açıktır. Zaten gelişmeler de bu gerçeği doğrulamaktadır.
NATO, BM’NİN ASKERİ GÜCÜ OLUR MU?
Mısır’da Mübarek, “oyundan atılmıştır”, devlet orduya emanet edilmiş, sükûnet büyük ölçüde sağlanmıştır. Rejimin geleceğine dair muhaliflerle, bu arada İhvan-ı Müslimin ile de görüşmeler ve pazarlıklar yapılıyor olması muhtemeldir. Bahreyn, Yemen ve Suriye’de durum şu an için belirsizdir. Ancak bu ülke rejimlerin değişime zorlanacağı açıktır. Suud kraliyetinin bile olduğu gibi devam etmesi zordur. Libya’da ise kaosun ortaya çıkması beklenilmiştir. Ve bu sırada Libya’ya müdahale etmenin insani ve mantıki gerekçeleri de ortaya çıkmıştır. Nitekim bu müdahaleye İslam ülkelerinden, Müslüman toplumlardan itiraz yükselmemiştir.
Tüm bunlar, NATO’nun yeni konseptinin vücut bulması için de iyi bir fırsattır.
Libya’ya düzenlenen operasyonda olduğu gibi, bazı durumlarda BM pek de dikkate alınmamaktadır. Çünkü BM’nin bir askeri gücü olmadığı için icra kabiliyeti de yoktur. Muhtemelen bundan sonra benzeri gelişmelerde de NATO’nun BM’nin askeri icra gücü gibi hareket etmesi muhtemeldir.
MACRON’UN SÖZÜ BOŞ DEĞİL
Anglosakson ittifakı NATO bu yeni işleviyle birlikte düşünüldüğünde tablo daha net anlaşılır. Muhtemelen önümüzdeki yıllarda bir gelişme olduğunda BM’de karar alınıp bu kararı NATO’nun uygulaması şeklinde bir işleyiş görülebilir.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir sözü rastgele söylenmiş bir söz değildir. Şu an küresel oligarşinin Yeni Dünya düzenini inşa ederken NATO için düşündüğü yeni konsept ile alakalı olmalıdır. Bu konsept, NATO’yu BM’nin askeri gücü olma işlevine doğru yöneltebilir.
Bizzat NATO veya NATO’nun da içerisinde yer aldığı bir askeri güç BM’nin daimi askeri gücü olarak tanımlanabilir. Bu da Birleşmiş Milletlerin devletler üstü bir hükümran organizasyona, yani bir tür dünya devletine dönüşmesi demektir.