NATO yahut Kızıl Elma sarkacı

Mânevî Cihazlanma Dernekleri, 1955’teki 6-7 Eylül hâdisesi, ardından gelen 27 Mayıs darbesi, Komünizmle Mücadele Dernekleri, sağ-sol çatışmaları, öğrenci katliamları, 70’lerin Alevileri kışkırtma provakasyonları, darbeyi hızlandırmaya yönelik kargaşa, çatışma ve 12 Eylül… CIA ve MI6’nın doğrudan kontrol ettiği NATO birimleri, Türkiye’nin ateş çemberinden geçtiği o kanlı sürecin tam merkezindedir.

Belçika-Mons’ta bulunan Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhı, kısa adıyla SHAPE, muhtemel bir Sovyet işgaline karşı NATO ülkelerine ‘biçim vermek’ üzere teşkil edilmiş ‘Stay Behind’ (Derin Yapı) örgütleri yönetiyordu: İtalya’da ‘Gladio’ (Kılıç), Fransa’da ‘La Rose des Vents’ (Rüzgar Gülü), Norveç’te ‘ROC’ (İşgale Hazırlık), Avusturya’da ‘AHSS’, Belçika’da ‘SDRA-8’, Almanya’da ‘Bund Deutscher Jugend’ (Alman Gençlik Ligi), Portekiz’de ‘Aginter Press’, Finlandiya’da ‘Nihtilä-Haahti plan’, İsviçre’de ‘Projekt-26’, Yunanistan’da
‘Lochos Oreinon Katadromon’ (Dağ Komandoları) ile Sheep Skin (Koyun Postu) ve Türkiye’de Kontrgerilla.

GLADIO-A DEVRE DIŞI KALINCA…

Soğuk Savaş’ın en önemli cephesindeki derin iktidarlarını korkuyu diri tutarak elinde tutmak isteyenler Sovyetler’in pes edişi sonrası tasfiye ettikleri Gladio-A tipi bu yapıların yerine Gladio-B’yi devreye soktu. Hristiyan Avrupa’nın payına ‘yeniden Nazileşme’
furyası düşerken, Türkiye’de ise dine güncel yorum getirdiğini iddia eden pek çok sözde muallim piyasaya girdirildi.

Sahte Mesih ve Mehdi’ler, sahte peygamberler peşpeşe düştüler sahneye. Türkistan coğrafyasını önce Sovyetler’e sonra da Çin’e karşı örgütlemek, bunu yaparken de Müslümanları Nizam-ı Âlem iddiasından mahrum bırakacak ucube bir ‘new age’ inanışın hizmetkârları haline getirmek üzere görevlendirilmiş F. Gülen. O ise sahte Mesih zincirinin en güçlü halkası yapıldı. Tam bir NATO doktrini olan Gladio-B, İslam devletleri parçalara bölünüp savunmasız bırakılırken meydana gelebilecek riskleri ortadan kaldırmak için tasarlandı.

BİZ BU NATO’DAN ÇOK ÇEKTİK

Osmanlı Devleti’ni maddi olarak ortadan kaldıranlar, bayrağın düştüğü yerden kalkmaması için sofistike planlar yaptı. Zira domino etkisiyle sonuçlanabilecek ‘diriliş’in önüne geçme yolunda kendilerince haklı nedenleri vardı. Bu yüzden Gladio-B tipi FETÖ’nün yanında DEAŞ’ı da sahneye sürerken sonuç alacaklarından emin bir içgüdüyle hareket ettiler. ABD’den kaçıp Rusya’ya sığınan NSA ajanı Edward Snowden’e göre ISIS/IŞİD/DEAŞ, bir CIA-MI6-MOSSAD organizasyonundan ibaretti.
Siz buna CIA ve MOSSAD’a doğrudan bağlı PKK/YPG’yi ekleyin. Milyonu aşkın insanın öldürüldüğü Irak’ın ardından Suriye’ye ABD ve Avrupa’dan giden binlerce paralı askeri de üzerine koyun. Sisteme itiraz edenlere yaşam hakkı tanımayan küresel şebekeyi ve Arap yarımadasında bu şebekenin emir eri gibi çalışan dolar milyarderlerini de düşünün. Ve bu çetenin bir orkestra gibi yönetildiğini, 1952’de girdiğimiz Atlantik İttifakı’nın her kademesinde bir FETÖ subayının istihdam edildiğini göz önüne alın. ABD Genelkurmayı’ndaki Kanlı Sınırlar haritasını hayata geçirmek üzere ateşlenmiş 15 Temmuz namlularını hatırdan çıkarmayın.

Gladio-A’dan ve B’den, özetle Batı’dan, ha bir de ülkesi için iyi olanı yaptığına inandırılmış Kemalist darbecilerden, hasılı boynumuza kılıcı indirme yolunda hiçbir fırsatı kaçırmayan NATO’dan biz çok ama çok çektik. 251 şehit verdiğimiz ve NATO’ya ağzımız dolu sövdüğümüz 15 Temmuz sabahından beri bu ülkede nelerin yaşandığı herkesin mâlumu. Gelgelelim, İttifak’tan çıkma planlarının ciddi ciddi tartışıldığı o günlerden, “Türkiye NATO’nun merkezindedir” vurgusunun yapıldığı Londra’daki son zirveye iştirak yolculuğumuz kolay olmadı.

CEPHEDEN CEPHEYE KOŞARKEN

Türk askeri son 3 yılda Suriye’ye üç büyük operasyon gerçekleştirdi. Batılı müttefiklerinin, Müslüman şehirlere bomba yağdırıp sivilleri öldürmekten başka hiçbir şey yapmadığı coğrafyada DEAŞ’a karşı sadece Mehmetçik göğüs göğüse savaş verdi. NATO’nun en büyük gücü ABD ile en büyük ikinci gücü Türkiye, cephede sayısız kez karşı karşıya geldi. Fırat Kalkanı Harekâtı özelde şeytanın gücü ISIS/DEAŞ’a karşı icra edilmesine rağmen Pentagon, “DEAŞ’ın elindeki Bab ilçesine girmeyin” mesajlarıyla tehditler yolladı.

15 Temmuz sonrası FETÖ üyelerinin tutuklanmasına itiraz eden ABD ve Avrupa, DEAŞ’lı teröristlerin imhasını da baltalamaya çalıştı. Fakat asıl gümbürtü, şeytanî şebekenin en kullanışlı cinayet örgütü olan PKK’nın yok edilişi sırasında koptu. Çünkü önce Afrin, sonrasında da Tel Abyad-Rasulayn hattında etkisiz hâle getirilen caniler, Türkiye’nin 67 yıllık NATO müttefiklerinden destek görüyordu.

Trump’ın tehdit mektubuna aldırmayan ve “Azdan az, çoktan çok gider” diyerek NATO’nun bir numarasına meydan okuyan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Barış Pınarı Harekâtı’nı başlattı. İşte Ankara’nın değerli yalnızlığı, eşek arısı yuvasına çomak soktuğu bu operasyonla çok daha net anlaşıldı. ABD dışında Almanya, Fransa, İngiltere, Rusya ve İran’dan, hatta Çin’den bile ses geldi. Sykes-Picot’la belirlenmiş asırlık statükonun bozulma ihtimali, pek çok ülkeyi Türkiye’ye karşı harekete geçirdi. Tehdit ve şantajların gırla gittiği operasyon günlerinde Pentagon, Türk ordusuyla cephede sıcak savaşa girmeyi göze alamayarak Suriye kuzeyindeki üsleri boşaltmaya başladı. PKK/YPG’yi tahliye etmesi için ABD’ye 120 saatlik süre verildiği günlerde, arazideki güç boşluğunu doldurma yolunda pusuda bekleyen diğer aktör sahneye çıktı: Rusya!

TÜRKİYE DÜNYAYI BİRLEŞTİRDİ!

Barış Pınarı ile birlikte İran sınırında terör saldırıları birdenbire artarken, Tahran’ın Suriye’deki Şii milisleri İdlib’de sivilleri bombalamaya başladı. Bu sırada ülkenin kuzeyinde Esed, PKK/YPG üyelerine giymeleri için rejim üniforması dağıtıyordu. ABD’ye verilen 120 saat dolduğunda Ankara, bu kez Moskova ile masaya oturdu. Erdoğan’ın Soçi’de Putin’le görüşmesinden ‘150 saat’ formülü çıktı. Sonrasında enteresan gelişmeler peşpeşe geldi.

Sınırda Türk askeriyle devriye atan Rus askerleri sık sık PKK elebaşlarıyla boy gösterdi. ABD ise boşalttığı üslerin bir kısmına geri döndü. Pentagon, Türkiye hududundaki Kamışlı çevresinde Ruslarla yanyana denebilecek yakınlıkta üsler kurdu. ABD ve PKK’nın Suriye’nin 3’te 1’ini işgal edişine bir itirazı olmayan Tahran da durumdan memnun görünüyordu. Barış Pınarı’nın kaldığı yerden devamına soğuk bakan Ruslar, PKK’yı Esed’in kolordusu gibi gösterme uğraşına girdi. 2019 dünyasını gören gözler, 3.6 milyon mülteciyi ülkelerine geri döndürme projesi olan ‘güvenli bölge’ konusunda ABD, Rusya, İran ve Esed’in Türkiye’ye karşı aynı düzlemde buluştuğuna şahitlik etti.

Teröristlerin sınırdan 30 km güneye çekilmesine dair Soçi’de imzalanmış mutabakata uymayan Ruslar, İdlib’de de muhalifleri bombalayarak Türkiye sınırına yeni göç dalgasının başlamasına sebep oldu. Bu sırada Akdeniz açıklarında, Rusya’nın Avrupa üzerindeki doğalgaz tekelini kıracak gelişmeler yaşanıyordu. Libya’nın BM tarafından tanınmış meşrû hükümetini Dolmabahçe’de ağırlayan Erdoğan, Doğu Akdeniz sularını iki ülke arasında paylaştıran anlaşmayı Fayez el-Sarrac’la imzaladı.

Trilyon dolarlık hidrokarbon kaynaklarının kontrolü için Türkiye eşsiz bir hamle yapmıştı. Güney Kıbrıs ve Yunanistan başta olmak üzere ABD, İsrail, Mısır ve Rusya’yı şoka sokan bu hamlenin ardından CIA devşirmesi Halife Hafter, Sarrac liderliğindeki Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne (UMH) saldırıları artırdı. “ABD’nin adamı” olarak bilinen Hafter’in, Moskova tarafından gönderilen Wagner güvenlik şirketi personeli bin adet paralı askerle de desteklenmesi, Libya savaşının ilginç manzaralarından biri oldu. Suriye kuzeyinde gördüğümüz ABD-Rusya pragmatik ittifakı Libya’da da vücut bulmuştu.

Rus tehdidinin hem Suriye, hem de Akdeniz’de günden güne arttığı bir ortamda Türkiye, elindeki tozlanmış NATO kartını silerek masaya sürdü. Böylelikle 70’li yılların retoriği yeniden gündeme geldi: “En iyi düşman, uzaktaki düşmandır. ABD bir gün gider ama Rus ayısı geldi mi gitmez.”

İKİ EKSEN ARASINDA

Türk heyeti, Londra’daki NATO zirvesine aşağı yukarı bu duygularla katıldı. ‘Müttefiklerinin’ hem FETÖ’ye hem PKK’ya hem de DHKP-C’ye aynı anda kucak açtığını bile bile Ankara, sabırla bu ülkeleri kazanmaya çalıştı. 15 Temmuz’un kilit ismi, FETÖ’nün ‘Genelkurmay sorumlusu’ firari Adil Öksüz’ün iadesi istendi. Avrupa’ya ‘bunun iyi bir jest olacağı’ mesajı verildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ayrıca, Batılı ülkeleri terör örgütleri arasında ayrım yapmamaya çağırdı; NATO’nun o ünlü 5. maddesi İttifak üyelerine bir kez daha hatırlatıldı:

“Bir üyeye yapılan saldırı, diğer bütün üyelere de yapılmış sayılır.” Ne var ki, NATO’nun Baltık ülkelerindeki yeni harekât planlarını bloke edeceğini açıklayan Türkiye, tüm ısrarlarına rağmen PKK’nın Suriye’deki kolu YPG’yi müttefiklerine ‘terör örgütü’ olarak kabul ettiremedi.

Son söz: Ankara iki güvenilmez eksen arasında kaldı. Bir yanda, devlet dışı aktörlerle Türkiye’yi boğmak isteyen ABD ve Avrupa. Öbür yanda, Suriye sınırında giderek daha fazla boy gösteren askerleriyle ‘güvenilmez’ Rusya.

Doğu Türkistan’da yıllardır süren vahşetiyle Çin’i de asla hatırdan çıkarmamak gerekiyor. Askeri kapasitesi ve etki alanıyla dünyanın en büyük güçlerinden olan Türkiye’ye şimdi daha fazla güç lazım. Afro-Avrasya üçgenindeki coğrafyanın dev ülkesi olmak, eldeki sarkacı Doğu-Batı yönünde ustalıkla kullanabilmeyi gerektiriyor. En azından Kızıl Elma hülyası gerçek oluncaya dek.

Nuri Bilge Ceylan’ın yıllar önce Fransa’da söylediği gibi: Ahh benim tutkuyla sevdiğim, güzel ve yalnız ülkem!

Benzer konular