Medyanın terör aktivistleri

“bir canım var hıncıyla çatlar gök

bir canım var mahpuslarda yanar

özgürlük uğruna feda bu can halkıma, vatanıma…”

Bu sözler, ülkenin en önemli haber kanallarında belgeselleri yayınlanmış, kalabalık konserleri Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet gibi gazetelerin Kültür-Sanat servisleri tarafından servis edilmiş Grup Yorum’un Feda isimli şarkısında geçiyor. Öyle sanıyorum ki şarkının isminin, sol literatürde karşıladığı anlamı uzun uzun yazmaya gerek yok. Feda, en basit anlamıyla intihar saldırısı anlamında kullanılıyor. Tabii ki onlar, tarihin en vahşi saldırılarından olan intihar saldırısına bu isim yerine “Feda Eylemi” demeyi tercih ediyor. En kanlı terör örgütlerinden biri olan DHKP/C’nin kurucu babası Dursun Karataş’ın ölümünden sonra, “Senin adın andımız, ebedi mirasımız, hayatın kitabımız, baş ucumuzda” şeklinde bir şarkı yapan bu şarkıya da bir klip çeken Grup Yorum hala sol tandanslı kültür sanatçıların klavyelerinden çıkan haberlerle hiçbir PR ödemesi yapmadan esaslı reklamlar yapmaya devam ediyor.

Molotofçu tipler gazete çıkarıyor

Bir dönemin ünlü medya patronu Dinç Bilgin, 2013 yılında Türkiye gazetesine verdiği bir röportajda Sabah’ın kuruluş macerasıyla ilgili şöyle bir anektod paylaşmıştı: “Ben Sabah’ı kurduğumda, gazeteci gençler arasındaki hakim ideoloji soldu. Baştan aşağıya solcu bir ekiple, liberal-demokrat gazete çıkarma denemesine girmiştim. Epeycesi, 1 Mayıs’ta molotof atan çocuklar var ya, o tipte insanlardı.”

Terörizmin reklamcıları

Bilgin’in söz ettiği “molotofçu genç” tipler liberal-demokrat gazetelerde yaşlarını eskitti ama yaşları ilerledikçe daha da radikalleştiler. Gençliğinde ateşli solcu olup da orta yaşlara geldiklerinde liberalleşen karakterlere alışkın olsak da yaşlandıkça daha da kızıllaşan ancak eylemlerinde deşifre olmamaya özen gösteren kripto tiplerle doldu ortalık. Örgütlerin halkla ilişkiler çalışmaları, boyalı gazetelerde veya büyük televizyonlarda “İnsan hakları, demokrasi, temel hak ve özgürlükler” spotlarıyla kamufle edildi.

Bunlar “farklı devrimci”

Tüm bunların yanında AK Parti veya Tayyip Erdoğan nefretleri nedeniyle köşelerini, ekranlarını veya Twitter hesaplarını terör örgütlerinin gönüllü savunuculuğuna bağışlayan ancak hiçbir zaman o solcu gençlerin yaşadığı mahallelerden yolu geçmeyecek adamların da aynı safa koşar adım geçtiğine şahit olduk. “Hükümet yıkılsın da gerekirse terör örgütlerinin eliyle olsun” kafasında olan bu Ultra-Beyaz takımı holding medyasının kripto sosyalist elemanlarından daha mide bulandırıcı olsa da hala itibarlı gazeteci veya televizyoncu kimliğiyle baş köşelere buyur ediliyor.

Sonun başlangıcı: Medya parlatıyor

Uluslararası istihbarat servislerinin desteklediği terör örgütlerinin gönüllü avukatlığını yapan medya mensupları son dönemde büyük faka bastılar. Onların bayraklaştırdığı “genç aktivistler” şimdilerde birer birer azılı terörist olarak gündeme geliyor. Bunun son örneği İstanbul’un Bayrampaşa ilçesinde bulunan Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü’ne otomatik silah ve el bombalarıyla saldıran, ardından güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada öldürülen Berna Yılmaz’dı. Berna, arkadaşı Ferhat Tüzer ile birlikte, 14 Mart 2010’da o günlerde Başbakanlık koltuğunda oturan Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı bir programda “Parasız Eğitim istiyoruz, alacağız!” şeklinde bir pankart açtıktan sonra tutuklandı.

berna

Parasız eğitim istiyoruz… Ya sonra?

Gazeteler günlerce parasız eğitim istedikleri için tutuklanan bu iki gençten bahsetti. Ana haber bültenlerinin ilk sıraları bu ağır insan hakkı ihlalinden bahisle açıldı. Basın toplantıları, imza kampanyaları gösteri ve yürüyüşler düzenlenerek hükümet ve yargı üstünde büyük bir baskı kurulmak istendi. Bu kampanya toplumun önemli bir kesiminde başarılı da oldu. Berna ve Ferhat, parasız eğitim mücadelesi verdikleri için despot devlet tarafından tutuklanan birer sembole dönüştü ancak hiç kimse o meşhur pankartın altındaki imzadan bahsetmedi. Bahsedenler de o imzanın tam olarak neye karşılık geldiğini söylemekten çekindi. “Parasız eğitim istiyoruz, alacağız!” sözünün hemen altındaki imza “Gençlik Federasyonu”ydu.

berna

İşte o imza

2012’de son şeklini alan bir DHKP/C dosyasına gönderilen emniyet raporu sanırım bu durumu özetlemeye yeterli. İstanbul Terörle Mücadele Şubesi tarafından hazırlanan raporda tam olarak şu ifadeler yer alıyor: “DHKP/C terör örgütü sahip olduğu Marksist Leninist ideoloji çerçevesinde kitleleri bir araya getirmek için çeşitli legal görünümlü faaliyetler yürütmektedir. Örgütün kitleleri bir araya getirmesindeki gerçek hedefi kitleleri tedricen örgüte kazandırmak, örgütün ideoloji ve amaçları doğrultusunda eylemlere sevk etmektir. DHKP/C adına faaliyet yürüten tüm legal görünümlü yapılanmaları Halk Cephesi adı altında toplamaktadır. Dolayısıyla Halk Cephesi, DHKP/C terör örgütünün legal alandaki yapılanmasıdır.”

DHKP/C’nin legal uzantıları ise şöyle sıralanıyor: Halk Cephesi, Haklar ve Özgürlükler Dernekleri, Tutuklu Aileleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, Yürüyüş Dergisi, İdil Kültür Merkezi, Grup Yorum, Halkın Hukuk Bürosu, Devrimci Memur ve Devrimci İşçi Hareketi ve Gençlik Federasyonu. Evet, parasız eğitim isteyen gençlerin açtığı pankartta ismi bulunan ancak büyük bir özenle kamuoyu dikkatinden kaçırılmak istenen Gençlik Federasyonu DHKP/C’nin legal alandaki bir uzantısı.

Aslında ne olduğu biliniyor

Emniyet raporu yeterli olmadıysa İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na ifade veren bir tanığın ifadelerini okuyalım: “Gençlik Federasyonu, DHKP/C terör örgütünün legal alandaki çatı gençlik yapılanmasıdır. Faaliyet yürüten şahıslar mahalli alanlarda ve öğrenci yapılanmalarında faaliyet yürüten 15-25 yaş arası örgüt mensupları arasından seçilerek bir takım eğitimlere tabi tutulduktan sonra örgüt tarafından farklı gençlik alanlarına sorumlu ya da örgütün silahlı kanadı olan Silahlı Propaganda Birliklerine (SBP) kanalize edilmektedirler.”

Bu da tatmin etmediyse, kimliği güvenlik nedeniyle gizli tutulan bir başka tanığın Emniyet ifadesini okuyalım, buyurun: Gençlik Federasyonu DHKP/C örgütünün gençlik yapılanması olup örgütün beyni olarak kabul edilir. Son süreçte illegal yapılanma içerisinde faaliyet yürüten, eylem yapanlar hep Gençlik Federasyonu’ndan çıkar.”

Hürriyet yazarı milli dava ilan etti

O günlerde, örgütün halkla ilişkiler çalışmasına çok sayıda holding medyası mensubu dahil oldu. Onlardan biri, şu an Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olan Sedat Ergin’di. Ergin’in, 11 Haziran 2011’de yayımlanan köşe yazısı aynen şu ifadeyle başlıyor: “Herhalde gelecekte içinden geçtiğimiz dönemi simgeleştiren en önemli hukuk dosyalarından biri olarak Başbakan kürsüde konuşurken “parasız eğitim” pankartı açan 3 gence verilen hapis cezaları hatırlanacaktır.” Söz konusu yazının başlığı da oldukça manidar: “Pankart davası milli davamızdır.”

Şimdi nasıl of çekelim?

Aynı gazetede yazan Kanat Atkaya ise 24 Eylül 2011’de Berna Yılmaz’dan aldığı mektubu özetleyerek yazısına alıntılamış, öncesinde ise kamuoyu vicdanına şöyle seslenmişti: “Hiçbir şiddet eylemi yok. Bir pankart var ortada. Kaldı ki önceden izin almaksızın “silahsız ve saldırısız” protesto eylemi yapmak vatandaşın anayasal hakkı. Ben susayım, mektubu aracılığıyla Berna Yılmaz anlatsın sizlere durumu… Ne yana of çekeceğinize, hangi dağları yıkacağınıza siz karar verin!”

Pankartla soymadılar, silahla vurdular

Aynı süreçte Habertürk Yazarı Umur Talu, kendi üslubunca yine Berna’dan aldığı mektuba atıfla, yazının duruşma gününe yetişmemesine de hayıflanarak şöyle yazmıştı: O pankartla kimseyi soymadılar (…) Kakarakikiri bir gençlik de idrak edebilir, 14 aydır “Takılıp hayatlarını yaşarlar”dı; hayatı fazla ciddi sandılar!

Pankarttan katliam timine uzanan yol

Berna Yılmaz ve Ferhat Tüzer tutuklandıktan 18 ay sonra Ekim 2011’de tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi önünde kendisini bekleyen basın mensuplarına muzaffer bir komutan edasıyla şu sözleri söyledi: “Gecikmiş bir adalet oldu. Bir kez daha kanıtlanmış oldu ki, direnmeden hiçbir şey elde edilmiyor.” Berna çıktıktan sonra ne yazık ki savcıya ifade veren o tanığın sözlerinin doğru olduğunu anladık. Gençlik Federasyonu’nda yetişmiş parasız eğitim eylemcisi genç kadın, iyice piştikten sonra örgütün katliam timlerine yani Silahlı Propaganda Birlikleri’ne kaydırıldı. Geçtiğimiz haftalarda ise polise yönelik gerçekleştirdiği saldırının ardından bir binada çatışma sırasında öldü. Geriye, gazeteci ve siyasilerin kendisi hakkında yazdığı yazılar kaldı. Arşiv hiçbir zaman unutmuyor.

berna1

CNN Türk ekranından Kandil’e

Arşivin unutmadığı kadınlardan biri ise Berna’dan daha şanslı, en azından onun ölüm haberi henüz gelmedi. Türkiye O’nu “Kırmızı fularlı kız” olarak tanıdı. Daha doğrusu CNN Türk programcısı Cüneyt Özdemir’in programına konuk olmasının ardından ismi bilinmeye başlandı. Antalya’da Gezi eylemlerine katılmış, gözaltına alınmış ve tutuklanmıştı. Medyanın uyandırdığı yaygın kanaate göre, ona yönelik tek suçlama kırmızı fular takmasıydı ve kırmızı sosyalizmi temsil ediyordu. Tabii kimse diğer suçlamaları göremedi.

Ayşe Deniz Karacagil, 4 ay 6 gün cezaevinde kaldıktan sonra tahliye edildi. Tahliyesinden sonra büyük gazeteler onunla röportaj yapmak için sıraya girdi. Tahliye olduktan sonra hemen deniz kenarına koştuğunu ve cezaevinde kendisine onlarca aşk mektubu gönderildiğini biz bu gazetelerden öğrendik. Deniz, bir süre sonra terör örgütü PKK’ya katıldı, Kandil’e gitti. 30 yılı aşkın bir süredir on binlerce kişinin ölümüne neden olan PKK’ya katılmış olması dahi bazı gazeteler için yeterli olmadı. Ömrünü Cumhuriyet değerlerini korumaya adayan Cumhuriyet gazetesi, Deniz Kandil’e gittikten sonra yayınladığı bir haberin başlığını şu şekilde belirledi: “Kırmızı Fularlı Kız’ Kandil’e uzanan öyküsünü anlattı.” Kandil dedikleri masallarda geçen bir Kaf dağıydı belki de.

ayse-deniz-karacagil

“Bombacı değil” dediler, bombacıymış!

Elif Sultan Kalsen ismini ilk kez basına sızan bir istihbarat notunda yer alan canlı bombalar arasında gördük. Haberin yayınlanmasının ardından bir basın toplantısı yapan Elif ve arkadaşları hedef gösterildiklerini ve canlı bomba olmadıklarını söylüyordu. Bu haber Türkiye’nin en çok izlenen ve okunan basın organları tarafından gündemlerinin ilk sıralarında servis edildi. Ta ki 7 Ocak 2015 gününe kadar. O gün, Sultanahmet’te polis noktasına yönelik bir intihar saldırısı gerçekleştirildi. Saldırının faili tespit edilmeye çalışılırken DHKP/C bu saldırıyı üstlendi ancak çok geçmeden saldırganın başka bir örgüt mensubu olduğu belirlendi. Örgüt Kalsen’e saldırı emri vermiş, o süreçte başka bir örgüt de terör saldırısı gerçekleştirince patlayan canlı bombanın kendi mensupları olduğunu düşünen DHKP/C olayı üstlenmişti. Kriz büyüktü ve sokaklarda bir canlı bomba daha geziyordu. Elif, Taksim’de küçük çaplı bir saldırı girişiminin ardından, Çağlayan Adliyesi’nde Savcı Mehmet Selim Kiraz şehit edildikten 2 gün sonra, İstanbul Emniyet Müdürlüğü önünde polisle girdiği çatışmada öldürüldü. Boynunda asılı kalaşnikof ve kızıla boyattığı saçlarıyla yerde yatıyordu. Uğrunda ölüme gittiği örgütü ona “Alev saçlı kız” ismini koydu. TV ve gazetelerde haberlerini yapanlar dolgun maaşlarıyla yeni kurbanlar aramaya devam ediyor.

elif-sultan-kalsen_757655

Benzer konular