Küresel liderlik nosyonlarının yeniden tanımlandığı, ulusların aktörlerle ilişkilerini yeniden şekillendirdiği, olmaz denilenlerin olduğu bir döneme tanıklık ediyoruz. Avrupa’da merkez siyaset zayıflarken, transatlantik ilişkiler büyük kırılmalar yaşıyor, Batı bir kaos zeminine sürüklenirken Avrasya’nın hakim güçleri etkinliklerini artırıyor. Tam da böyle bir zamanda ve zeminde Türkiye oyunu güçlü liderlikten yana kullandı.
ABD Başkanı Donald Trump’ın NATO zirvesinde beklenen krizi çıkarmasının hemen ertesi. Son dakikalar peş peşe düşüyor. Trump “Gerekirse ittifaktan ayrılabilirim” diyor önce, müttefikler acil toplanıyor. Trump açıklama için kameralar karşısında, “ NATO ülkeleri ile savunma harcamalarını artırma konusunda anlaştık, ayrılmamıza gerek yok” diyor. Fransa Cumhurbaşkanı Macron Trump’ı yalanlıyor.
Bu sırada Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın Macron ile görüşmesi başlıyor, görüşme bitiyor. Bu görüşme ilk değil, Erdoğan 24 saatten az bir sürede birçok görüşme gerçekleştiriyor, Trump’la ayaküstü yapılan birkaç görüşme ve Alman Başbakan Merkel’le yapılan bir görüşme de bunların arasında. Görünen şu, NATO krizde, Türkiye işine bakıyor. Uluslararası sistem yeni krizlerle hızla dönüşürken, Türkiye izliyor, stratejisini pekiştiriyor ve olası yeni durumlara karşı daha kavi bir pozisyonla formatlanıyor. Peki bundan kimin rahatı kaçıyor, kim bununla keyfediyor?
BİR ZAFERİN HEMEN ÖNCESİ
Hikâyenin gelişme kısmı hepimizin gözünün önünde yaşandı. Her zaman olduğu gibi bir gürültüdür gitti. Erdoğan’ı devireceklerdi, bir intikama çok yaklaşmışlardı. Küstahlıklarını, muteber memleketlerinin sokaklarındaki taşkınlıklarını o kadar büyütmüşlerdi ki, yalanlarına kendileri bile inanır oldular. Batılı ülkeler de siyasi iradeleriyle, medyalarıyla yanlarındaydı.
Agence France Press, Associated Press gibi haber ajanslarının yanı sıra Washington Post, New York Times, The Guardian, Economist gibi baskın ve etkin yayın kuruluşları seçimden hemen önce Türkiye karşıtı pozisyona çekildi. Türkiye’nin siyasal sistemi, ekonomisi ve liderliği hedefteydi. Ekonomik veriler çarpıtıldı, Türkiye ekonomisi açıkça karalandı.
Türkiye’deki siyasal liderlik için kullanılan temel vurgu otoriterlik üzerineydi. İngiliz gazetesi The Guardian seçimden saatler önce haberini “Erdoğan hem Türkiye, hem de dünya için tehdit” başlığıyla servis edebilecek kadar objektiflikten uzaklaştı. Muharrem İnce’nin, Meral Akşener’in sözlerine, muhalif seçmenin yorumlarına geniş yer verildi o gazetelerde. Kendi ülkelerini Batı basınından izleyip yazılanları gerçek zannedenler de inandı. Peki sonra? Sonrası “oylar çalındı, mürekkep uçtu, İnce kaçtı” gibi, derin hayal kırıklığından müteşekkil bir tuhaf parodi. Bunlara alıştık mı? Evet. Güldük mü? Fazlasıyla. Ama şimdi kaldığımız yerden, ciddiyetle devam etme vakti.
PLANI BATI YAPTI, ASIL OYUNU TÜRKİYE KURDU
Yukarıda zikredilen bakış açısı aslında Batılı ülkelerin jeopolitik ve ekonomik çıkarlarıyla doğrudan ilintili. Bir başkentin etkili kafalarından çıkan birkaç dua sözcüğü mahiyetinde. Zira küresel siyaset son bir buçuk yıldır baş döndürücü bir hızla seyrediyor. Küresel liderlik nosyonlarının yeniden tanımlandığı, ulusların aktörlerle ilişkilerini yeniden şekillendirdiği, olmaz denilenlerin olduğu, bir klişeyle ifade edecek olursak ‘katı olan ne varsa buharlaştığı’ bir döneme tanıklık ediyoruz.
Avrupa’da merkez siyaset zayıflarken, transatlantik ilişkiler büyük kırılmalar yaşıyor, Batı bir kaos zeminine sürüklenirken Avrasya’nın hakim güçleri etkinliklerini artırıyor. Tam da böyle bir zamanda ve zeminde Türkiye seçimini küresel trende göre ayar etti, oyunu güçlü liderlikte yana kullanmış oldu.
GÜÇLÜ LİDERLİĞİN İLK TEMSİL NOKTASI NATO ZİRVESİ
Hafta ortasında Brüksel’de yapılan NATO zirvesi, ittifakın kendi büyük trajedisini ortaya koyması açısından tarihiydi. Bizim için kritik olarak görülebilecek nokta ise, ittifak içinde Türkiye’nin pozisyonunun ne denli güçlendiğini göstermesi oldu.
Yeni sistem hayata geçer geçmez gitti Başkan Brüksel’e. Bu ardıllık aslında “hayati evreyi atlattık, iç siyaseti büyük oranda hallettik, şimdi sıra küresel meselelerde” mesajı gibiydi. Çünkü zaten dünyada var olan hemen hemen her gelişme, zaten bir şekilde Türkiye’yi, Türkiye’nin içinde bulunduğu gelişmeler de küresel aktörlerin siyaset üretme biçimlerini etkiliyor. ABD’nin Rusya’yla, İran’la, Avrupa’yla, Çin’le yaşadığı gerilimlerin bir yerinde mutlaka Türkiye anılıyor. Çünkü siyaset, çünkü güvenlik, çünkü ekonomi çok aktörü buluşturan dev bir kesişim kümesi gibi.
İşte o kümelerin bir bölümünü oluşturan Kuzey Atlantik İttifakı yani NATO’daki toplantı Avrupalı aktörlerle ABD arasındaki büyük anlaşmazlık ve gerilimi ortaya koydu bu hafta. Ve bir şeyi daha gösterdi, bu aktörler arasında Türkiye’ye olan ihtiyacı.
AVRUPA SİYASETİNDE GEMİ BATIYOR MU?
Avrupa’daki siyasi atmosfer bir süredir nefes alınamaz bir halde. Ekonomik ve güvenlik endişeleri had safhada. ‘Trump dünyasıyla’ yaşanan büyük anlaşmazlığın yanı sıra giderek daha şiddetli şekilde radikal sağa yönelen siyasi ve sosyal dil de merkez siyasetin iflasının adeta habercisi gibi. Yani Avrupa siyaseti giderek daha fazla kendine kapanıyor, dünyayla kutuplaşıyor. Avrupalı siyaset yapıcılarının Türkiye karşıtı tutumları, Başkan Erdoğan’ı gerçek dışı yorumlarla hedef almaları ve girdikleri o şiddetli öfke nöbetlerinin nedeni de bu içe kapanma. 2002’den bu yana Erdoğan liderliğinde ciddi bir yükselişe geçen Türkiye’yi durdurmaya yönelik çabalar da tam da buradan değerlendirilmeli.
HERKESİN FARKLI YÖNE BAKTIĞI BİR FOTOĞRAF: NATO
İşte tam da Avrupa’nın herkesi ve her şeyi düşman olarak gösteren karanlık gözlükleri taktığı bir dönemde, ABD Başkanı Trump, belki de NATO tarihi boyunca ittifaka yönelik en büyük tehdidin ta kendisi oldu.
Göreve geldiği günden bu yana ulus üstü yapılara zaten mesafeli duran Trump, birçok çok taraflı uluslararası anlaşmadan hâlihazırda çekilmiş durumda. Aslında NATO ile ilişkisi de hayli fırtınalı. Bu nedenle endişe büyük. Tehdit de, büyük endişe de son zirvede doruğa çıktı.
Trump gitmeden önce attığı tweetle özletledi beklentisini; “Ben daha az ödeyeceğim, siz daha fazla” dedi. Zirvenin ikinci günündeyse bombanın fitilini ateşledi. “Para vermezseniz NATO’dan çekilirim ama şimdilik buna gerek yok” tehdidini AB’nin kalbine saplayan Trump, hem Avrupa siyasetini, hem NATO ittifakını büyük bir kaosla baş başa bırakarak ayrıldı Brüksel’den. Avrupa kesenin ağzını açarken Trump da ölümü gösterip sıtmaya razı etmiş oldu liderleri. Kriz bitti mi? Cevap hala muğlak.
‘FLULAŞAN’ BU FOTOĞRAFTA BİZ NEREDEYİZ?
Biz neredeyiz sorusunu soruyorsak, biraz da ABD ve Rusya ile gelinen noktayı tanımlamaya başlıyoruz demektir aslında. Türkiye ve ABD masada ve sahada ortak çözümler geliştirebilecek kapasitede iki aktör. Bilhassa Türkiye’nin yeni döneminde. Özellikle transatlantik hattına yaşanan gerilim düşünülürse, Türkiye’nin mevzilendiği nokta Washington için hayli önemli hale geliyor. Tam da bu nedenle Trump birçok noktada Erdoğan ile aynı çizgide buluşmak zorunda. Türkiye’nin ittifak içinde elini güçlendiren de biraz bu. Türkiye’nin yapması gereken, Trump’ın Avrupa’ya dönük eleştirileri ve Avrupa’da bunun neden olduğu krizden, kendine pay çıkarmak ve bir yol haritası çizmek.
ABD’nin, Türkiye’nin NATO’dan uzaklaştığına dair iddiasının arkasında da bu var. ABD yönetimi öne sürülen mesafeden dolayı aslında Türkiye’ye yönelik hasmane politikalar üreten Avrupa’yı suçluyor. NATO’daki görüşmeler sırasında, ayaküstü gerçekleşen Erdoğan-Trump görüşmesinin ardından, ABD Başkanı’nın yanındaki Avrupalı liderlere dönüp söylediği “Onu severim” sözündeki doğrudanlığı da belki burada aramak gerek.
AVRUPA’NIN BÜYÜK KORKUSU: TRUMP PUTİN İLE ANLAŞIRSA
Şimdi gelelim asıl meseleye, Avrupa’nın büyük depresyonunun asıl nedenine. Küresel siyasette büyüyen Avrasya etkisi ve elbette kronik Rusya fobisine. Güncel meselemiz NATO üzerinden yürüyen tartışmaysa, bilhassa Doğu Avrupalı müttefiklerin Rusya için düşündüklerini bir kenara not etmek gerekir. Çünkü hamleleriyle artık giderek katılaşan Avrupa siyasetinin başını döndüren Moskova, ittifakın bu aktörleri için hala büyük bir tehdit. Rusya’nın Baltık bölgesinde, Karadeniz’de, Arktik’te giderek artan tehdidi Avrupa için bir ‘taşikardi’ nedeni. ABD’nin Avrupa savunma kalkanını himayesi onlara göre tam da bu nedenle hayati.
Ama… ABD liderliği malum öngörülemez bir isme emanet. O isim NATO’dan çıkabileceğinin sinyalini verdikten sonra, AB’den ayrılan İngiltere’ye gidip, Helsinki’de Avrupa’nın baş tehdidi Rusya lideri ile görüşebilecek kadar manidar adımlar atabiliyor. Avrupa artık ABD’ye o kadar güvenmiyor ki, Helsinki zirvesi öncesi Berlin’den “Trump’ın Putin’le Helsinki’deki görüşmede bir dizi anlaşma yapmasından endişeliyiz” açıklaması duyulabiliyor. ABD’li siyasiler ‘Trump’ın NATO müttefiklerinden çok Putin’e sadık olduğu’ eleştirilerinde bulunabiliyor.
ATLANTİK’TE GÜVENSİZLİK TÜRKİYE’DE YENİ DÖNEM
Tüm bunlar aslında Avrasya’da Rusya’nın elini de güçlendiriyor. Bunun 24 Haziran seçimleri sonrasında Türk dış politikası açısından da önemi büyük. Zira Türkiye’nin Başkan Erdoğan önderliğinde ortaya koyduğu çok yönlü, manevra kabiliyeti geniş dış politika anlayışı, bölgesel dengeleri de yakından ilgilendiriyor. Ankara’nın Rusya ile yakın bir işbirliğini sürdürürken, Suriye’nin kuzeyinde, ABD ile girilen ittifak süreci bunun göstergesi.
Hiç kuşku yok sadece bu iki aktörün değil, bölgenin en etkili güçlerinden Çin’in, ABD’nin açtığı savaşa karşı Rusya ve Türkiye ile ilişkileri geliştirmesinin anlamı iyi değerlendirilmeli. Yani Avrasya’nın uluslararası sistemdeki pozisyonu değişirken, Türkiye’nin rolü de pekişiyor.
Geriye yapılacak tek bir şey kalıyor: kendimize dair, önderliğin sahip olduğu sınırsız küresel hedeflere dair inancımızı tazelemek. Gözümüzdeki sadece ve ısrarla Batı’ya bakan gözlükleri çıkarıp, daha büyük bir görüş açısına sahip olma imkânına erişebilmek. Batı’nın giderek katılaşan küresel güç iddialarına değil de, mensubu olduğumuz coğrafyanın güçlenen konumunun farkına varabilmek. Şahlanış döneminde bu toprakların da, kulağı bu topraklardan yükselen seste olanların da bizden beklediği budur.