Kudüs’te Barış Gücü’ne imkan var, ümit yok

ABD’nin Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması ve Büyük Dönüş Yürüyüşü sırasında Filistin’de çıkan olayların ardından, İstanbul’da olağanüstü toplanan İİT İslam Zirvesi Konferansı’nda Kudüs için “Barış Gücü” çağrısı yapıldı. Toplantı sonunda yayınlanan nihai bildiride, “(İİT) Uluslararası Barış Gücü gönderme yolu da dahil olmak üzere, Filistin halkına uluslararası koruma sağlanması çağrısında bulunur” ifadesi kullanıldı. Bu durumda işgal altındaki Doğu Kudüs ve Filistin’den İsrail askeri çıkartılarak, nihai çözüme kadar bölgeye BM Barış Gücü yerleştirilip katliamların önüne geçilmesi planlanıyor.

Filistinlilerin yurtlarından sürüldüğü Nakba’nın 70. yıldönümünde başlatılan Büyük Dönüş Yürüyüşü altında düzenledikleri barışçıl gösterilere, İsrail askerleri gerçek mermi ve orantısız güçle karşılık verdi. 60 küsur kişinin şehit olduğu, binlercesinin yaralandığı katliama birçok Avrupa ülkesindeki halklardan da tepki geldi. Kendi kamuoylarında oluşan bu tepkiye dünya liderlerinin kayıtsız kalamayacağı ve Barış Gücü için düğmeye basılacağı düşünülüyor.

Öte yandan İsrail’in Kudüs’te işgalci devlet konumunda olduğu uluslararası hukuk ve BM’nin aldığı sayısız kararla tescillendiği halde, yaptığı işgal ve katliamlar için yaptırım kararları alınıp bir türlü uygulamaya geçilemiyor. BM’nin aldığı “işgale son ver” kararlarına uymayan İsrail için BM tarafından “Tüm ulusların, İsrail ile ilişkilerini kesme ve silah ambargosu uygulaması” kararı dahi bulunuyor. Malum olduğu üzere bu kararlar ABD’nin girişimleriyle kağıt üzerinde kalmaya devam ediyor.

Barış Gücü teorik olarak mümkün

BM Güvenlik Konseyi’nde ABD tarafından veto edilse bile BM Genel Kurulu’ndaki 193 ülkenin tamamının katılacağı bir oylamada üçte iki üyenin lehte oy kullanmasıyla tasarı kabul edilebilir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, BM’nin 377 sayılı kararından yola çıkarak daha önce Kore’de olduğu gibi Kudüs’e de barış gücü gönderilmesi için tavsiye kararı alabilir. Üye ülkeler de Kudüs’ün nihai statüsü belirlenene kadar bu karara uyarak, barış gücü gönderebilir. Arkasına ABD’yi alarak uluslararası hukuku tanımayan İsrail’e, birçok yere Barış Gücü gönderen BM’nin Kudüs için Barış Gücü göndermesi teorik olarak mümkün.

Uygulama konusunda çekinceleri olduğunu söyleyen uzmanlar, bunlardan bir tanesinin Barış Gücü’ne hangi ülkenin asker göndereceği. Kuruluşundan itibaren Kudüs ve Filistin meselesinin ana gündem başlığı olduğu Arap Birliği’ndeki liderlerin Kudüs tutumundaki riyakar yaklaşımı ortada.  Srebrenitsa’da Hollandalı askerlerin Sırp katiller karşısındaki pasif tutumu da akıllara gelince, Kudüs Barış Gücü’nün mümkün olup olmayacağı, olacaksa ne şekilde olacağı konusunda uzman görüşlerine başvurduk.

BM’ye güven olmaz

Kudüs’te etkili bir barış gücü bulundurmanın pek mümkün görünmediğini söyleyen SETA Dış Politika Araştırmaları Direktörü Muhittin Ataman, BM’ye güven olmayacağının altını çizerek şu ifadeleri ekledi: “Dünyadaki Barış Gücü kararı alan en etkili ve bilinen örgüt Birleşmiş Milletler (BM)’dir. BM bugüne kadar Filistin konusunda, Kudüs’ün İsrail devletinin işgali altında bir toprak olduğunu da gösteren onlarca karar almış, fakat bu kararların hiçbirisi uygulanamamıştır. BM’nin alternatifi ise bir bölgesel örgütün Barış Gücü gönderme kararı almasıdır. Bunun da iki alternatif vardır: İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Arap Birliği. Bu iki örgütün alacağı bir karar da diplomatik ve sembolik olmaktan öteye gidemeyecektir. Kısacası, bugün itibariyle Siyonist İsrail devleti ile onun hamisi ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan ederek Müslümanların elinden almasını engelleyecek uluslararası bir aktör yoktur. Diyelim ki bir Barış Gücü kuruldu, bunu kim nasıl etkili kılacak? Bunun cevabı bellidir. Yani kimse yoktur.

Maalesef bugün itibariyle siyasi bir Arap dünyası yoktur. Irak, Suriye, Mısır, Yemen ve Libya gibi Arap milliyetçiliğinin taşıyıcısı olan devletler ortadan kalktı veya çok zayıfladılar. Bunların yerini bugün Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri doldurmaya çalışıyor. Bunların da belirgin bir ideolojileri bile yok. Öte yandan bu devletler rejimlerini ayakta tutmak için ABD ve İsrail ile yakın ilişkiler içinde bulunmaktadırlar. Dolayısıyla, bunlara rağmen Arap dünyasında veya İslam aleminde bir Barış Gücü’nün tesis edilmesi zor görünüyor, kurulsa bile etkili olamayacaktır.

Öte yandan BM örgütü de tarihinin en istikrarsız döneminden geçmektedir. Suriye gibi yüzbinlerce insanın hayatını kaybettiği krizlerde etkili bir rol oynayamadı.  Geçmişte de Ruanda ile Burundi’deki çatışmalarda bir milyona yakın insan hayatını kaybederken de etkisizdi. Kaldı ki Srebrenitsa’da BM Barış Gücü’nün nezaretinde bir soykırım suçu işlendi. BM, kendini kuran Amerikan ve/veya Batı hegemonyasına hizmet edemediğinde etkisizdir. BM bir dünya hükümetinden çok, hakim devletlerin siyasetlerini meşrulaştırmak amacıyla kurulan bir yapıdır. Dolayısıyla, mazlumlar ve mağdurlar, hele Müslümanlar söz konusu olduğunda BM örgütüne kesinlikle güven olmaz, olmamalı. BM yetmiş yıldır İsrail’e tek bir geri adım attıramamıştır, bundan sonra da attırması söz konusu olmaz.

İslam dünyasının sınıfı geçme yöntemi
Uluslararası hukuka göre Kudüs’e barış gücü göndermenin mümkün olduğunu söyleyen gazeteci yazar Taha Dağlı, Filistinlilerin gözlemci statüsünde olsa bile uluslararası bir sese ihtiyaçları olduğunu vurguladı. “Cumhurbaşkanı Erdoğan bu çağrıyı, 14 Mayıs’taki katliamın ardından gerçekleştirilen İslam İşbirliği Zirvesinde yaptı, ama daha önce de gündeme gelmişti. 6 Aralık’ta Trump’ın Kudüs’ü başkent ilan etme hamlesi BM Genel Kuruluna taşındığında, ortaya ezici çoğunluğun Kudüs kararına karşı durduğunu gösteren bir sonuç çıkmıştı. Türkiye, o süreci BM Genel Kuruluna 377. maddeyi yani “Barış İçin Birleşme” kararı içeren maddeye atıfta bulunarak götürmüştü. Bunun daha önce bir örneği var. 1956’da Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki Süveyş krizinde 377. madde işletilerek Sina’ya Barış Gücü gönderilmişti. 2007’de İsrail Başbakanı Olmert, Gazze’ye Barış Gücü gönderilmesini talep etmişti. Olmert, Gazze’de Hamas’a karşı batılı bir barış gücü istemiş daha sonra ise Gazze’ye yönelik ablukayı sıklaştırarak, meseleyi çözmüştü.

Kudüs için Barış Gücü Avrupa ve Amerikalılardan veya Arap Birliğinden oluşabilir. Arap Birliğinin kuruluşundan itibaren Kudüs ve Filistin meselesi ana gündem başlığı. Ama Arap liderlerin Kudüs tutumuna bakınca çoğunun Kudüs meselesinde riyakar olduklarını görebiliyoruz. Arap Birliğinin daha önce Gazze’ye de asker göndermesi gündeme gelmişti. Ama bu işe kalkışmamışlardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Kudüs mitinginde ‘İslam dünyası sınıfta kaldı’ dedi, şimdi sınıfta kalanlarla sınıfı geçmek isteyenleri ayıklama vakti, Türkiye’nin başlattığı bu süreç, onu da belirleyecek. Kudüs konusunda riyakarlık yapanlarla samimilerin belirlenmesi, BM süreçlerinde daha ideal sonuçların alınmasını sağlayabilir.

En azından raporunu tutacak güç

Uluslararası Barış Gücü barışı sağlama, temin etme, inşa etme ve sonrasında barışı korumakla görevli.
Burada Kudüs’ün ihtiyaç duyduğu şey aslında herhangi bir koruma. Çünkü tamamen korumasızlar. Kudüs’te 300 bin sivil Filistinli var; statüleri yok, hiçbir resmi güvenceleri yok, silahlı değiller, direnişi el yordamıyla yapmaya çalışan bir avuç genç ya da kadından bahsediyoruz. Bu Filistinliler şu an başıboş bırakılmış durumda. Cesur ya da değil, gözlemci statüsünde olsa bile uluslararası bir sese ihtiyaçları var.  Uğradıkları ihlallerin en azından raporunu tutacak uluslararası bir güç. Srebrenitsa’da Hollandalı askerlerin Sırp katiller karşısındaki pasif tutumu ortada. Bu konu yıllar sonra mahkemelik olabildi, o kadar. Burada da karşınızda İsrail askeri var ve ona destek veren ABD var. Ama şu da bir gerçek ki ABD ile İsrail’in Kudüs’te ortak hareket edip, provokatif hamleler yapması, birçok Avrupa ülkesini rahatsız etti, bu dinamikler de göz ardı edilmemeli. Hatta birçoğu kendi menfaatleri dışında gelişen bu durum karşısında çoğu Arap ülkesinden daha cesur şekilde İsrail’e tepki gösterebiliyor.”

Katliam, soykırım ya da iç savaş durumlarında Barış Gücü

Kudüs barış gücünün önünde iki tane önemli engel olduğunu söyleyen Filistinli araştırmacı yazar Said Elhaj, İİT’nin kararlarını uygulaması için yeni yöntemler uygulaması gerektiği görüşünde. “İsrail’in Filistin’in kuruluşunu sembolize eden Nakba gününde Gazze’de işlediği katliam, kurulduğundan beri işlediği onlarca katliamı bir kez daha akıllara getirdi. Der Yasin ve Kafr Kasım’dan Kana ve Gazze’ye kadar hiç hesabını vermediği katliamlar… Arkasına ABD ve onun vetosunu alarak, İsrail hiçbir zaman BM’nin aldığı onlarca kararı ne uyguladı ne de kulak vererek siyasetini değiştirdi. Bu ilke katliam, soykırım ya da iç savaş olduğu durumlarda BMGK’ya 7. fırka altında müdahale yapma hakkını ve yükümlülüğünü verir, ki 2011 yılında Libya’da bu ilkeye dayanarak bir müdahale oldu.

En son İİT’nin İstanbul’daki Kudüs zirvesinde Filistinlileri koruma gücü gönderilmesi gündeme gelerek kararlar arasında yerini aldı, bu da aslında yeni bir fikir değil. 2014 yılındaki İsrail’in Gazze’ye saldırısında da Türkiye ve Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan benzer bir çağrı gelmişti. Ve aslında o hem haklı hem de aslını BM’nin kararlarından alıyor. Nitekim BM 2005 yılında (1/60) numaralı karar ile ‘koruma sorumluğu’ ilkesini açıklamıştır.

Kudüs’e Barış Gücü gönderme kararı doğru ve haklı olsa da, uygulamasının önünde iki önemli engel var. Birincisi bazı etkili Arap ve Müslüman ülkelerin tavrı. Onların hem katliama verdikleri ‘yumuşak’ tavırlarına hem de zirveye gönderdikleri düşük temsile şahit olduk. ‘Asrın Anlaşması’ denilen Filistin meselesini tasfiye planında sadece susup rıza göstermekle yetinmeyip bizzat bu planın parçası oldular.

Büyük bir meydan okuma olur

İkinci engel ise, böyle bir kararın BMGK’dan çıkma gerekliliği. Bilindiği gibi orada her zamanki gibi ABD’nin veto kararı hazır bulunacaktır. Ve dolayısıyla benzer bir kararın BMGK’dan çıkmasını beklememek gerekir. Olur da benzer bir karar Güvenlik Konseyinden değil de BM’den çıkarılmaya yönelik bir gayret olsa bile, böyle bir kararın alınması çok zor olacaktır ve kabul görmesi başlı başına büyük bir meydan okuma olacaktır. Son olarak, böyle bir karar alınsa bile, uygulamasına hem İsrail’in hem de arkasına aldığı ABD öncülüğündeki batı ülkelerinin karşı çıkacağını düşünüyorum. Böyle bir durumda da bu karar tavır ve reaksiyon seviyesinde kalır ve uygulanması imkansız olur. Bana kalırsa Türkiye öncülüğünde İİT’i Filistinlileri korumak ve kendi kararlarını uygulamak için yeni yöntemler geliştirmesi gerekir.”

Benzer konular