Kudüs için yol haritası

ABD Başkanı Donald Trump’ın, Amerikan Başkanlarının 1995’ten beri izledikleri politikayı değiştirerek, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdıklarını ilan etmesinin ardından, Türkiye hızlı bir süreç başlattı. Bir hafta gibi kısa bir sürede İslam İşbirliği Teşkilatını topladı. Bu toplantıdan Kudüs’ü, Filistin’in başkenti olarak tanıma kararı çıktı ve sonuç bildirgesinde “Başkenti Doğu Kudüs olan Filistin Devletini tanıdığımızı ilan ediyoruz. Dünyayı Doğu Kudüs’ü Filistin Devleti’nin işgal altındaki başkenti olarak tanımaya davet ediyoruz” dendi. Hemen ardından ise Türkiye, Yemen ve Mısır’ın girişimleriyle Kudüs tasarısı Birleşmiş Milletler’in gündemine girdi. BM Güvenlik Konseyine sunulan tasarıyı 15 üyeli konseyde sadece ABD veto etti ve tasarı BM Genel Kurulu’na taşındı. Burada çıkan sonuç da ABD için hayal kırıklığıydı. 128 evet, 9 ret ve 35 çekimser oyla ABD hezimete uğradı.  

Türkiye oldukça hızlı bir şekilde bu adımları atarak Kudüs’ü dünya kamuoyuna taşımış ve ABD ile İsrail’in ‘oldu- bitti’yle uygulamaya çalıştıkları planlarını engelledi. Ancak bundan sonrasında da  uluslararası hukuk çerçevesinde, uluslararası kamuoyu nezdinde yapılacaklar, atılacak adımlar oldukça önem taşıyor. Kudüs’e sahip çıkmak için uzun soluklu bir mücadele planı yapmak ve somut adımlar atmak durumundayız. Bu adımların neler olması gerektiğini akademisyenlere sorduk. Ekonomiden, siyasete kadar yapılabilecekleri konuştuk.

Filistin’i iktisadi açıdan kalkındırmalıyız

Prof. Nurşin Ateşoğlu Güney

İslam İşbirliği Teşkilatı başkanı olarak Türkiye çok hızlı davrandı. Teşkilatın tarihine baktığımızda bunun diplomatik bir başarı olduğunu görürüz. 48 üyenin hepsi Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak tanıma yönünde karar verdiler ve ABD’nin kararını kınadılar. İslam dünyasının bölünmüş görünümü İsrail ve ABD’nin bu kararı alması konusunda cesaretlendirmişti. Bu kadar çok İslam ülkesinin katılımıyla bir karar alınmış olması bu açıdan çok önemli.

DÜNYA ABD’YE HATALISIN DEDİ

Türkiye’nin önderliğinde alınan İİT kararının moral ve motivasyonuyla, BM Güvenlik Kurulu’nda da oylama sonucu 14’e 1 çıktı. Bu aslında ABD’nin kararının ne kadar yanlış olduğunu göstermesi bakımından büyük bir mesajdı. Dünyanın değişik bölgelerinden ülkeler ve Amerika Birleşik Devletleri’nin en yakın müttefiklerinin, Fransa, Rusya ve Çin’in de itiraz etmiş olması çok önemliydi. Genel Kurul’a geldikten sonra 128 üyenin evet, 35 üyenin çekimser, ABD ve Kanada dışında sadece çok küçük toplam 9 ülkenin hayır oyu vermesiyle dünya ABD’ye bunun hatalı bir karar olduğunu söyledi. Bu sayede Filistinlilerin haklı davası da uluslararası toplum tarafından göz ardı edilmedi ve bir kez daha gündeme geldi. Çünkü Arap Baharı’ndan sonra Ortadoğu’daki karşı devrimler, iç savaşlar, Ortadoğu’nun bölünmüşlüğü içinde Filistin meselesi uluslararası gündemin çok arkasına düşmüştü. Türkiye’nin bu girişimleriyle tekrar uluslararası gündemin ön sıralarında yerini aldı.

DİYALOG KAPILARININ AÇIK OLMASI ÖNEMLİ

Bu meşru davayı uluslararası örgütler nezdinde ve uluslararası kamuoyu nezdinde gündemden düşürmeyecek şekilde canlı tutmak gerekiyor. Türkiye bu konuda da elinden geleni yapıyor. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oluşturmuş olduğu diyalog kapılarının açık tutulması çok önemli. Diplomasinin işleyişini bırakmamak lazım. Abbas da bundan faydalandı ve faydalanacaktır diye düşünüyorum. Bundan sonra uluslararası kamuoyu desteğiyle Filistin meselesini güncellenmiş haliyle siyaseten güçlü hale getirmek lazım. Bunun yolu da bir anlamda verilen siyasi destek. Diğer yandan Filistin halkını iktisadi olarak İsrail’e bağlı olmaktan çıkarmak gerekir. Kendi kendilerine yetebilecek şekilde siyasi fonlar, İslam dünyasından destek verilmesi gibi kararlar alınmıştı, bunlar uygulanmalı.

Arşivlerdeki belgeleri dünyayla paylaşılım

Prof. Zekeriya Kurşun

Gerek İİT’nin hızlı bir şekilde toplanıp Trump’ın kararı aleyhinde birleşmesi ve gerekse BM Genel Kurulu’nun olağanüstü toplanarak Güvenlik Konseyi’ndeki vetonun aleyhinde karar alması Filistin sorununun uluslararası diplomasi boyutu açısından bir milattır. Yakın geçmişe bakıldığında İİT üyelerinin bu denli kararlı bir duruş sergilemedikleri görülür. Aynı şekilde ABD’nin bireysel yönlendirmesi ile BM’nin defalarca yanlış ve hukuksuz kararlara imza attığı da dikkate alındığında dünyanın iki en büyük hükümetler arası kuruluşunun aldığı kararlar küresel yönetişimde yeni bir anlayışın başlayacağını da göstermektedir.

İYİ BİR SÜRECE GİRİLDİ

Filistin sorunu yarım asrı geçkin süredir bir kangrene dönüşmüştür. Bu açıdan çözümü de kolay değildir. Ancak gerek İİT’nin gösterdiği kararlılık ve gerekse BM Genel Kurulu’nda alınan sonuç Filistin sorununun kalıcı çözümü yolunda ciddi ve önemli bir eşik olmuştur. Daha kuruluşundan itibaren İsrail bölgede çözümsüzlüğü bir çözüm olarak benimsemişti. ABD ise bölge politikalarında daima İsrail’in güvenliğini öne çıkararak bu çözümsüzlük politikalarını desteklemiştir. İsrail’in ABD’deki ve dünyadaki güçlü lobileri başka ülkelerin de bu konuda çözüme dönük bir tavır almalarını engellemiştir. BM’nin müteaddit defalar İsrail’in hukuksuz işgali karşısında aldığı hiçbir karar uygulama zemini bulamamıştır. Ancak ilk defa ABD-İsrail müşterek politikalarına karşı hem İslam dünyası ve hem de genel olarak BM’nin nezdinde bütün dünya sağlam bir tavır almıştır. Dolayısıyla önümüzde uzun bir süreç olmasına rağmen geçmişten daha iyi bir sürece girildiği varsayılmalıdır.

CİDDİ LOBİ FAALİYETİ YAPILMALI

Türkiye İİT üyeleri arasında Kudüs meselesini sürekli gündemde tutarken bugüne kadar aslında konunun tarafı olan ancak ihmal edilmiş AB ve diğer batı ülkelerinin de gündemine sokmalıdır meseleyi. Gerek BMGK öncesi ve sonrasında dillendirilen çağrıların sürekli yenilenmesi ve çoğaltılması önemlidir. İİT üyeleri arasında Filistin devletini tanımayacak veya Kudüs’ün geleceğini belirleme konusunda tereddüt gösterecek sınırlı sayıda ülke olsa bile bunun aşılması mümkündür. Ancak Kudüs’ün başkenti olduğu Filistin’in bir devlet olarak tanınması büyük ölçüde batılı güçlerin onayına muhtaçtır. Bu yüzden Türkiye İİT arasından birkaç üye ülke ile batıda ciddi lobi faaliyetleri sürdürmelidir. Uluslararası hukukun bütün imkanları zorlanmalıdır. Türkiye özellikle bugün İsrail topraklarında bulunan Osmanlı vakıflarının ve bireysel-tüzel kişiliklere ait mülkiyetlerin peşine düşmeli ve her fırsatta bunu uluslararası kamuoyunun gündemine taşımalıdır. Ancak öncelikle bu maksatla Türk arşivlerindeki bütün ilgili belgeler derlenmeli, değerlendirmeli ve bütün dünya kamuoyu ile paylaşılmalıdır.

Kiliselerle Kudüs zirvesi yapılmalı

Prof. Salih Yılmaz

ABD Başkanı Trump bu kararı aldığında, özellikle Türkiye’nin önderliğindeki İslam ülkelerinin ve diğer Avrupa ülkelerinin, bu kadar çok ve hızlı tepki vermelerini beklemiyordu. Çünkü İsrail bunu İran’ın bir ‘oldu -bitti’si gibi göstermeyi planlıyordu. İran Hizbullahının Lübnan üzerinden kendisine karşı durabileceği bir seviyeye getirerek, kamuoyuna “Terör devleti İran’ın kendisine karşı yaptığı bir saldırı” gibi yansıtarak başta Avrupa ülkeleri ve İslam ülkelerinin desteğini alacaktı. Trump son dönemde İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır’la çok yakın ilişkiler kurduğu için Kudüs’e karşı karşılarında duracak bir güç yok diye düşünüyorlardı. Fakat Türkiye’nin tavrı BM ve özellikle İslam İşbirliği Teşkilatı toplantılarından çıkan sonuçlar Amerika’yı derin bir sessizliğe büründürdü. O karardan sonra ABD’den Kudüs’le ilgili çok güçlü bir açıklama gelmedi. “Ne yapıp edebiliriz” telaşındalar. Avrupa Birliği’nden Fransa ve Almanya’nın karşı duruşu da hem Trump’ı hem de İsrail yönetimini oldukça rahatsız etti. Burada önemli nokta tüm dünya ülkelerinin Kudüs’ün 3 dinin kutsal mekanı olduğu ve sadece İsrail’e ait olamayacağı yönünde fikir birliği yapmaları. Böyle bir fikir birliği aslında İsrail’i etkileyecektir. Buna karşı durup da bir “oldu- bitti” yapması kendisi açısından iyi sonuçlar doğurmaz.

SİYASET DIŞINDA DA ÇÖZÜM ARAYALIM

Tarihe baktığımızda Ortodoksların, Katoliklerin ve Yahudilerin de Kudüs’te Osmanlı döneminden kalma ve Osmanlının imar ettiği ana çarşı içerisinde kutsal mekanları var. İsrail tüm dinlere izin verdiğini söylese de bölgede güvenlik gerekçesiyle istediği kişiyi alıyor, istemediğini almıyor, vize istiyor, kendi kontrolünde tutuyor. Bu kabul edilemez. Özellikle Filistinlilerin düzenlediği son protestolara bir kısım Hristiyanlar ve bir kısım Museviler de katıldı. Hatta bazı Hristiyanların kiliselerine girmelerine izin verilmediği için Vatikan nezdinde girişim yapacaklardı.

Burada Türkiye’nin yapması gereken, sürece Rus Ortodoks kilisesi, Vatikan ve tarihten beri etkili olan İngiliz Protestan kilisesini dahil etmek. Rus Ortodoks Kilisesi’nin bölgedeki kendi mülklerinin iade edilmesi ve buranın sadece İsrail hükümetinin yönetimine bırakılamayacağına dair açıklamaları var. Katolik Kilisesi’nin de var olan durumun iç açıcı olmadığı ve buranın 3 dinin kutsal mekanı olduğuna dair açıklamaları var. Burada kesinlikle bir diplomasi trafiğine girilmeli. Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden olabilir, kilise liderleri ile görüşme yapılmalı hatta bu liderler bir zirve ile bir araya getirmeli ve bu şekilde bir açıklama yapılmalı Kudüs’le ilgili. Bugüne kadar çözüm hep siyasete ve devletlere bırakıldı. Böyle bir zirve düzenlenirse çok etkili olacaktır. Siyasi anlamda ise BM’de çoğunluk ile alınan kararla Kudüs’ün önemli bir kısmı Filistin’in başkenti olarak tanındı. Türkiye’nin önderlik ettiği bir kısım ülkeler kendi büyükelçiliklerini Filistin’in başkenti olarak tanıdıkları bölgelere aktarabilir. Bu İsrail’i uzlaşmaya itecektir. Aynı zamanda Filistinlilerin Kudüs içinde güvenliklerini sağlayabilecek, onların topraklarının onlara ait olduğunu tasdik edebilecek faaliyetlere girişilmesi lazım.

Benzer konular