Evde Kal!
Dünyanın bütün dillerine bu kadar çabuk çevrilmiş başka bir buyruk olmamıştır. Yeni bir çağın ilk emri, vecibesi âdetâ! Kâh yalvararak, kâh sitemle, kâh öfkeyle telaffuz edilen.
Orta sınıf profesyonelleri için bu çağrıya uymak dünyanın sonu sayılmaz. İşlerini evlerinden yürütmeleri bir şekilde mümkün. Ancak esnaf ve emekçiler için bu kolay değil. Latin Amerika’da, Afrika’da günlük 1 dolar kazanma uğruna akşama dek çabalayan insanlar için ‘evde kalmak aç kalmak’ mânâsına geliyor. Salvador’da, Arjantin’de, Nijerya’daki fakir ve işsizler için devletlerinin belirgin bir projesi yok. ‘Evde Kalmak’ bile böylesine muhalken sokağa çıkma yasağı ilan edildiğinde bu insanlar ne olacak, cevap belirsiz.
BIRAKINIZ GEÇSİNLER Mİ?
Zengin ülkelerde nispeten iyi şartlardaki işçiler için de durum iç açıcı değil. Daha düşük ücrete daha çok çalışmak zorunda kalacaklar. Yoksulluk sınırından aşağı süratle düşecekler. İşlerini kaybeden milyonlar için yitim acısıyla birlikte düşüş, açlık s ınırının altına değin devam edecek. Koron a sonrası dünyanın asla eskisi gibi olmayacağına dair öngörüler giderek kesinleşirken, yaşanacak yıkımın boyutları konusunda tahminlerin çıtası da her geçen gün yükseliyor. Ekonomilerin büyüme hızlarındaki düşüş, başta hizmet olmak üzere, iflas eden sektörlerin zincirleme kazasıyla yerini daha vahim terimlere ve grafiklere bırakıyor.
Liberalizmin bayraktarı olan ülkelerin “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” akidesine göre amel etmesinin imkânsızlaştığı bir evreye çoktan girdik. Birtakım Batılı teorisyenlerin “Özgürlükçü Batı-Despotik Asya” tarzındaki mağrur şemaları birkaç hafta içinde çöp tenekesini boyladı. Devlet’in etkin özne olmadığı şartlarda böylesi bir krizin üstesinden gelmek gibi bir imtiyazın Özgürlükçü Batı’ya tanınmadığı sarahaten anlaşıldı. Dolayısıyla Korona hengâmesinin liberal demokrasiler için tahripkâr ideolojik sonuçları şimdiden sökün etti.
Aslında elitler de farkında: Zenginler ölümle burun buruna yaşayan kitleler için lükslerinden feragat edip bir şeyler yapmalılar. Bu, sınıflar arasında olduğu gibi ülkeler arasında da böyle. Yine de G20 ülkeleri göçmenler ve zor durumdaki ülkeler için sağlık malzemesi ve finans desteği konusunda görüş birliğine varsa da uygulamada ayak sürümekten vazgeçmiyor. Bu hâlin devamı durumunda AB, NATO, BM, hepsi, gittikçe ağırlaşan bir meşruiyet kriziyle karşı karşıya kalacağını anlamış olmalıydı.
YEDEK AKÇELER
Büyük salgınların şanındandır, eşitlikçi ve ayrım gözetmez olarak bilinirler. Yine de bunu tam olarak başardıkları şüphelidir. Yazılı tarihin tanıklık ettiği kıtalar aşan hastalıklar, önlerine geleni kırıp geçirse de, en büyük hasarı yukarı sınıflara değil alt sınıflara vermiştir. Fakirlerin kırılganlığı kesin bir hakikattir. Ezcümle, salgınlar karşısında herkes eşittir, fakirler biraz daha eşittir.
Korona da bundan vareste değil. Tanımsız bir fırtına gibi vaveyla ile yeryüzünü kasıp kavuran gizemli hastalık, kurbanlarının çoğunu dar gelirli insanlar arasından seçiyor. Doğrusu, sınıflar arasındaki eşitsizlik koronanın yaygınlaşması için uygun bir zemin oluşturduğu gibi, salgının yaygınlaşması da eşitsizlikleri derinleştiriyor.
İstatistiklere göre yoksul sınıflar ölümcül kronik hastalıklara 5-15 yıl daha erken yakalanıyor. Henüz kapsamlı istatistikler elde olmasa da Korona kaynaklı ölüm oranlarında sosyo-ekonomik statüsü düşük kesimlerin 2 kat daha önde olduğu söyleniyor. Daha kötü beslenen, bağışıklık sistemi daha zayıf olan, hijyen şartlarını yerine getirme şansları daha düşük olanlar onlar çünkü.
Stockholm’de zengin ile yoksul semtlerdeki ortalama ömür arasında 18 yıllık bir fark var, bu eskiden beri böyle. Şimdi bu eşitsizlik korona ölümlerinde kendini gösteriyor. Hastanelerde ölen 15 kişiden 6’sı Somali kökenli. Rakamlar diyeceklerini diyor.
Halk sağlığı kavramı Batı ortaçağında veba salgınları sonrasında gelişmişti ve temelde şu basit gerçeğin tecrübesinden doğmuştu: Virüs taşıyan ve tedavi edilmemiş bir tek kişi varsa hiç kimse güvende değildir. Devletlerin yedek akçeleri tam da bu kara günler içindir. ABD 2 trilyon, Almanya 650, İngiltere 400, Fransa 320, İspanya 214 milyar doları koronayla mücadele için tahsis ettiğini açıkladı. Gelgelelim bu astronomik bütçelerin dahi ne idüğü belirsiz zerrecikle baş etmeye yeteceği şüpheli. Baş etmekten neyin anlaşıldığı da şüpheli.
SALGINLARA AÇIK HEDEF
Bu devasa yedek akçelere rağmen Batı karanlık bir tünele girdiyse eski üçüncü dünya ülkelerine ne demeli? Afrika ne olacak? Bu ele avuca sığmaz virüs, Afrika’nın Sarı Humma, Kolera, Sıtma, Ebola gibi ölüm saçan virüsleriyle haşir neşir olup bambaşka bir yapıya bürünürse ne olacak? Aynı şey Güney Asya ülkeleri için de geçerli.
Yoğun nüfuslarının aksine zayıf sağlık altyapıları Güney Asya ülkelerini bu nevi salgınlara açık hedef teşkil ediyor. Şayet söylenenler doğruysa Çin sıkıyönetimle krizin üstesinden gelmesini bildi. Ama Çin’e güvenilmez. Pakistan bunu gündemine aldı fakat yanaşmadı. Hindistan’sa şaşırtan bir kararla radikal bir tavır aldı.
1.38 milyarla dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi; 800 milyonu fakir; 400 milyonu büyük kentlerde yaşıyor. Sadece Mumbai’de 57 bin evsiz var. Kilometrekare başına ABD’de 36 kişi düşerken Hint ülkesinde 450 kişi. Tablo neresinden baksanız ürkütücü.
KORONA YERİNE AÇLIKTAN ÖLECEĞİZ
Hindistan İran’dan gelenler üzerinde yaptığı testten sonra paniğe kapıldı. Cambridge Üniversite’sinin matematik modellemesi paniği daha da artırdı. Modele göre kısa bir sürede ülkede 1 milyon kişi virüsü kapacaktı. Tek çare, 49 günlük sokağa çıkma yasağıydı.
Pazar günü virüs sebebiyle 25 kişi ölmüşken gece yarısı sokağa çıkma yasağının başlayacağını bizatihi Başkan Modi bir radyo konuşmasıyla duyurdu. “Hayatlarınıza, hassaten fakir halkın hayatına etki edecek bu sert adımdan ötürü özür diliyorum. Biliyorum, bazılarınız bana kızgın. Fakat savaşı kazanmak için böylesine zor tedbirlere ihtiyacımız vardı. Şimdiye kadar atılan adımlar Hindistan’a korona karşısında zafer kazandıracak!”
21 gün ve devamı için hazırlanan tedbir paketinde 22.6 milyar dolar nakit vardı sadece. Gerisi, büyük lojistik facialara gebe gıda yardımı. 327 milyonluk ABD 2 trilyon koyarken neredeyse 5 katı olan ülke onun yüzde 1’i kadar bir bütçe ayırabiliyordu. Sıkıyönetimden evvel memleketlerine dönmek için yollara düşen ve ulaşım yasağına takılan on milyonlarca insanın dramı Hindistan’ı her halükârda zor günlerin beklediğinin resmiydi. Yollara düşenlerden biri “Korona yerine yürümekten ve açlıktan öleceğiz!” diyordu. Hükümet Korona’ya karşı tedbir peşindeydi, sebep olacağı tali ölümler onu ilgilendirmiyor gibiydi.
SOSYAL MESAFE Mİ?
Beterin beteri var, Bangladeş mesela. 170 milyonluk ülke 31 Mart itibarıyla bütün okullarını kapattı, tüm uçuşları iptal etti. Ne var ki bu kısıtlar, kilometrekare başına 23.334 kişinin yaşadığı 18 milyonluk Dakka gibi kentleri olan bir ülkede ne mana ifade edecek? Bazı semtlerde her 10 aileye 1 tuvalet düşüyor; sosyal mesafe mi demiştiniz? Tuvalet için bile suya erişim sınırlı. Böyle bir ülkede resmen sadece 18 kişi koronavirüs taşıyor. Tam bir fukara tesellisi. Test yapılmadığından gerçek sayıyı ne ölüler ne diriler bilebilecek.
BETERİN BETERİNİN BETERİ VAR
Daha beteri ise Bangladeş’teki Burmalı (Rohingyalı) mültecilerin kampları. İnsan hakları örgütleri dünya çapında Suriye, Yunanistan, Venezuela ve Bangladeş’teki mülteci kamplarının salgının yumuşak karnı olduğunu haykırsa da bu gerçek kimse tarafından umursanmadı.
Bilhassa Bangladeş, bu kampların en büyüğüne ve en bakımsızına ev sahipliği yapıyor. Cox Bazar’daki kampta aslında 2017’den beri yaşananlar insanî felaket diye tanımlanıyor ve bir avuç gönüllüden başka imdatlarına koşan yok. Herhangi bir salgın için ideal bir yayılma alanı sunan yerleşim yeri Korona için biçilmiş kaftan.
600 bin kişinin istif edildiği bu kampta sosyal mesafe için önerilen 2 metrenin tatbiki fiziken imkânsız. Derme çatma kulübeler zar zor 10 metrekare ve ortalama 12 kişi yaşıyor. “Komşunun nefes aldığını duyabiliyorsun.” Bir doktor endişeyle şöyle diyor: “Eğer virüs buraya sıçrarsa orman yangını gibi yayılır.” Burmalı bir gönüllü de, eğer gerekli tedbirler alınmazsa burada yaşanacakların “2017’de yaşanandan daha büyük bir katliam, soykırım olacağını” söylüyor.
BİR ŞİŞE SABUN
Dünya bir heyulayla mücadele ederken fakirlerin cephesinde yeni bir şey yok. Bangladeşli bir fakir şöyle diyordu: “Televizyonda insanlar görmekteyiz, ellerini yıkıyor, herkesten de öyle yapmasını istiyorlar. Bir şişe sabunun fiyatı 1.4 dolar. Onu almak zor benim için …” Koronaya karşı verilen mücadele sahiden kazanılmak isteniyorsa o fakirin eline sabun tutuşturulabilmeli behemehâl.
Yoksa 25 milyon dolar verip özel ada satın alan da, 30 milyar dolar verip Almanya’da lüks bir oteli 20 kadınlık haremiyle kapatan da güvende değil. Şayet Bangladeş’teki fakirin ihtiyaç duyduğu 1.4 doları ona vermezlerse harcadıkları trilyonlarca dolar boşa gidecek. Tercih onların! Yahut hepimizin!