CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, her kritik karar aşaması ve her seçim öncesi rutin hale gelen Avrupa seyahati kapsamındaki Almanya gezisini geçen hafta gerçekleştirdi. Kendisine verilen ödev gereği, PKK sevicilerle boy göstererek oylarına talip olduğu Kürt seçmene göz kırptı. Ardından hep yaptığı gibi ülkesini yabancılara şikayet etmeyi ihmal etmedi. “Ülkede rejim değiştirilmiştir” diyen Kılıçdaroğlu’nun kullandığı argümanlar ise yine kimseyi şaşırtmadı.
Kemal Kılıçdaroğlu bizi şaşırtmamaya devam ediyor. Ekim ayındaki İngiltere gezisi, geçtiğimiz haftaki Almanya gezisi şaşırtmayan davranışlarının içinde yerini aldı bile. Kılıçdaroğlu’nun kaset kumpasıyla CHP’nin başkanlık koltuğuna oturduğu 2010 tarihinden itibaren yurtdışına yaptığı gezilere baktığımızda, belli bir program izlendiğini düşünmek işten bile değil. Mesela 17-25 Aralık’tan hemen önce ABD’ye gidip FETÖ’nün elebaşlarıyla görüşmesi, 31 Mart seçimleri öncesinde yaptığı Avrupa seyahatleri ve buralardaki temasları… Ne zaman milli birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyulsa, Kılıçdaroğlu soluğu yurtdışında aldı ve Türkiye’yi şikayet etti. Kendisine verilen “ev ödevi”ni ifa etme konusunda da son derece sebatkar oldu. Ev ödevi ne miydi? Erdoğan nefreti üzerinden kitlesini harekete geçirmek, yeri ve zamanı geldiğinde ülkenin fay hatlarıyla oynamak.
FRANSA’YA BAKIP İÇ GEÇİRMEK
Almanya seyahatine çıkmadan önce CHP’nin grup toplantısında “Osman Kavala 13 aydır tutuklu, iddianame yok, suç yok… Gezi’den intikam almaya çalışıyorlar, Gezi olayları bu ülkenin demokrasi ve özgürlük sesidir” diyen Kılıçdaroğlu’nu Almanya’ya Gezi’nin finansörlerinden George Soros’un Açık Toplum Vakfı’nın Almanya uzantısı Friedrich Ebert Vakfı’nın davet etmiş olması sadece tesadüf mü? Fransa’ya bakıp iç geçirmek, Gezi’yi düşünüp hayallere dalmak ve tabi ki tekrarını arzulamak Kılıçdaroğlu’nun belki de en masum günahı.
FETÖ’den tutuklu eski milletvekili Eren Erdem’in ailesini ziyaret etmek de Kılıçdaroğlu’nun beklenilen hamlelerinden. Bu ziyaretin ardından Alman Bild gazetesi Türkiye’ye gelir ve Eren Erdem’le “Türkiye bir tek adam diktatörlüğü” başlığında bir röportaj yapar. Belli ki bu seçim de üzerinde duracakları kavramlar kararlaştırılmış. Ama farklı ve ilgi çekici hiçbir şey yok. “Tek adam” ve “diktatörlük” kavramlarının her seçim akşamı olduğu gibi 31 Mart akşamında da kimi ağlatacağı çok belli.
MEDET YA HDP
Bu yerel seçimin dinamikleri artık çok farklı işliyor. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden sonra “ittifak” kavramıyla tanışmıştık ve ittifaksız yüzde 50 alarak Başkan seçilmenin imkansız olduğunu görmüştük. Yerel seçimlerde de ittifaksız seçim kazanılmayacağı ortada. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1994’te yüzde 26 ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemden, ittifaklardan dolayı yüzde 45’ler olmadan seçim kazanılmayacağı döneme geldik. Kritik şehirlerde kritik oylar çok daha fazla öneme sahip. Bunlardan bir tanesi de İstanbul Büyükşehir Belediyesi.
Kitleleri nispeten birbirine yakın olan Cumhur İttifakı ittifak yapacağı şartları belirledi. Millet İttifakı için bunu söylemek oldukça zor. İttifakın en büyük paydaşı CHP için bir tarafta MHP’den ayrılan İyi Parti var. İyi Parti ile ciddi bir sorun yaşamadan görüşmeleri açıktan yürüten CHP’yi zorlayan ise HDP ve onun vasıtasıyla gelecek olan Kürtlerin oyları. Zira CHP’nin Güneydoğu ve Doğu bölgelerinde esamesi okunmuyor. Ancak yine de milliyetçi oyları kaçırmamak için HDP ile görüşmelerin gizli yapılması tercih edilmişti. Taa ki Kılıçdaroğlu’nun Almanya gezisine kadar… Belli ki orada icazet alındı, HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli’nin yerel seçimlerde bazı illerde CHP ile ortak çalışmalar yürüteceklerini, “Mersin özelinde de, İstanbul özelinde de bu türden çalışmalarımız var” diyerek kamuoyuna açıklaması tam da Kılıçdaroğlu’nun Almanya gezisinin dönüşüne denk geldi.
TERÖR SEVİCİLERLE AYNI KAREDE
Tüm siyasi hayatlarını Türkiye düşmanlığına adamış, terör örgütleriyle yakın ilgisi olan ve her fırsatta onları savunmaya geçen isimlerle görüşen Kılıçdaroğlu’nun kapalı kapılar ardında neler konuştuğunu tahmin etmek zor değil. Bu isimlerden bir tanesi Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) Milletvekili Sevim Dağdelen. Dağdelen’i PKK’nın uzantısı olan YPG paçavrasını salladığı o fotoğraftan tanıyoruz. Zaten kendisi de tam bir PKK/YPG destekçisi. PKK’yı Almanya’da terör örgütü listesinden çıkarmak için verdiği mücadele göz yaşartacak cinsten. Dağdelen, YPG’nin DEAŞ’la en önde çatışan örgüt olduğunu iddia ederek Alman Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’i ikiyüzlülük ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın muhafızlığını yapmakla suçlamıştı. Kasım 2016’da ise Alman Federal Meclisi’nde terör örgütü PYD’nin elebaşı Salih Müslüm’le görüşerek safını iyice belli etmişti. NATO’yu Türkiye’ye müdahale etmeye davet etmesi ise sayfalar dolusu analiz yazmayı gerektirecek bir konu. Kim der ki Kılıçdaroğlu bu analizleri yapmış olmasın ve tamamen farklı düşüncelerle Dağdelen’le görüşsün?
Kemal Kılıçdaroğlu’nun samimi görüntüler verdiği diğer isimler ise SPD Dış İlişkileri Sorumlusu Konstantin Woinoffile ve SPD Genel Saymanı Dietmar Nietan oldu. Woinoffile tam bir PKK/HDP sempatizanı. HDP’li vekiller için yürütülen kampanyalara destek veren Woinoffile, emir verir gibi bir ifadeyle “Demirtaş’ı derhal serbest bırakın” demişti. Nietan ise 2016’da parlamentodan geçen sözde Ermeni Soykırım tasarısının baş mimarlarından biri. “Benim için ‘paralel devlet’ söylemi, toplumun eleştiren kesimine baskı uygulanmasına yönelik bir argümandır” diyerek FETÖ’ye açıkça destek veren bir isim.
ŞAŞIRT BİZİ KEMAL BEY
PKK, Ermeni Soykırımı, FETÖ… Kılıçdaroğlu’nun terör örgütleriyle yanyana durması ya da Türkiye’yi yabancılara şikayet etmesi kafa karıştırmasın. Kılıçdaroğlu’nda bunların karşılığı Erdoğan ve AK Parti düşmanlığı. Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) gazetesi için “Türkiye’nin Demokratları Yalnız Bırakılmamalıdır” başlıklı bir köşe yazısı kaleme alan Kılıçdaroğlu, Türkiye’de son 15 yılda elde edilen kazanımları görmezden geldi. “Türkiye önemli dönüşümler geçirdi. Ancak, üzülerek belirtmeliyim ki, Türkiye’nin son on beş yılda kaydettiği gelişmeler, Cumhuriyeti kuran Atatürk’ün yurttaşlarımıza kazandırdığı temel değerlerden, laik, demokratik, sosyal hukuk devleti ilkelerinden, parlamenter demokrasiden uzaklaşan bir şekilde oldu” diyen Kılıçdaroğlu “ev ödevi” gereği ülkenin nasıl tek adam rejimine sürüklendiğini anlattı: “15 Temmuz 2016’da gerçekleştirilmek istenen mel’un darbe girişimi Türkiye’nin tarihinde kara bir leke olarak yerini almıştır. Ancak halkın demokratik tepkisiyle önlenebilen bu girişim 20 Temmuz tarihinde gerçekleştirilen sivil darbe ile Türkiye’yi karanlığa boğan sürecin de başlangıcı olmuştur. Olağanüstü Hal koşullarında yapılan referandum, Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimleri sonunda ülkede rejim değiştirilmiştir. Türkiye, yasama, yürütme ve yargının bağımsızlığı alanında çağdaş demokrasinin gereği olan kuvvetler ayrımı prensibine uymayan, tek adam rejimi olarak adlandırılacak bir yönetim biçiminin istibdadı altındadır.” Belli ki bu ödev bir başkasına verilene kadar Kılıçdaroğlu kendini tekrarlamaya devam edecek.