Başta Silivri’de görülen 15 Temmuz ana davası olmak üzere, Türkiye’nin değişik yerlerinde devam eden darbe davalarını 200’ün üstünde avukat gönüllü olarak takip ediyor. Şehit aileleri ve gazilerin vekilliklerini üstlenen bu avukatlardan Cüneyt Toraman, Hüsnü Tuna ve Yasin Şamlı’ya davaların gidişatını sorduk. 28 Şubat dönemi davalarını da gönüllü olarak üstlenen bu isimler, 15 Temmuz davalarını avukat gözüyle Gerçek Hayat için değerlendirdi.
Av. Cüneyt Toraman
İltica için işkence iddiası ileri sürdüler
Cüneyt Toraman, Türkiye’nin her yanında görülen darbe davalarının son duruşmasında bütün sanıkların aynı anda terör için dışarı çıktık savunması yapmaya başladığını ve önceki ifadelerini işkence altında verdiklerini iddia ettiklerini söylüyor. Toraman’a göre işkence iddiası yurt dışında olup da iltica başvurusunda bulunan FETÖ’cülerin başvurularının kabul edilmesi için dile getiriliyor.
Silivri ana davasında şehit ailelerini ve gazileri temsil ediyorsunuz. Bazı aileler avukatlarının olmadığını ifade ettiler. Neden kaynaklanmış olabilir bu durum?
Biz ulaşabildiğimiz tüm şehit aileleri ve gazilerin vekaletlerini aldık. Fakat şehit yakınlarının hepsine ulaşamadık. Ana dava başladığında salonda 40 -50 civarında avukat vardı. Yani avukat sayısı yeterliydi. Fakat gerek STK’lar, gerekse vatandaşlar davayı izlemek için gelebileceklerini bilmedikleri için salon ilk gün boş kaldı. Bu da tepkiye sebep oldu. Çarşamba günü ise şehit dernekleri, vakıflar, vatandaşlar, şehit yakınları, gazi yakınlarından büyük bir katılım oldu.
Sanıkların verdiği ifadeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu davaların en önemli yanı ifadeler. Bunu tartışmak gerekir. İstanbul ana davasında sanıkların önemli kısmı suçüstü yakalananlar, halkın üstüne ateş edilmesi için emir ve talimat verenler. İlk duruşmada son derece ilginç bir savunma verdiler. 14 Temmuz günü, kolluk kuvvetlerinin toplumsal olaylara müdahale konusunda yetersiz kalması durumunda askerin destek vermesini içeren bir yasa yürürlüğe girmişti. Bu yasaya dayanarak harekete geçmelerinin söylendiğini iddia ediyorlar. Hepsi bunu söylüyor. Söz birliği etmişçesine Türkiye’nin her yerinde aynı savunmayı yapıyorlar.
Daha önceki ifadelerinde bu savunma yok değil mi?
Eğer bütün gözaltına alınanlar, yakalananlar, yakalandıkları anda aynı şeyi söylüyorsa, hukukta bunun karşılığı söylenilenler gerçektir demektir. Fakat bu insanlar 15 Temmuz’daki ifadelerinde bunu söylemediler. O gece yakalandıklarında emniyet müdürlüğünde sayfalarca ifadeleri alındı. Darbe teşebbüslerini, darbe toplantılarını dile getirdiler. O toplantılara kimlerin katıldığını isim isim söylediler. Bu ifadelerin işkence altında alınmadığına dair doktor raporu alındı. Savcılığa götürülürken tekrar sağlam raporu alındı. Herhangi bir cebir, işkence, baskı altında mı imzaladınız diye soruldu. Savcı tekrar ifadelerini özetleyip, soruları tekrar sorup check etti. Sulh ceza mahkemesinde çok ayrıntılı ifadeler var. Bazıları “Bize sıkı yönetim ilan edildi dediler” diyor. Büyük bir çoğunluğu da darbeyi açık açık dile getiriyor. Hakim huzurunda da bu beyanları var. Sonra araya 9 aylık tutukluluk devresi giriyor. Mahkemeye çıkınca bütün bunları sanki hiç söylememiş gibi davranıyorlar. Bunun Pensilvanya’dan gelen bir talimat olduğu çok açık. Bu son savunmalarının hukuki açıdan hiçbir değeri yok. Fakat Türkiye’nin her yerinde sadece son duruşma gününde bu ifadeleri vermeye başlamaları, bunların gerçekten bir örgüt olduklarının da kesin kanıtı.
Daha önce verdikleri ifadeleri nasıl reddediyorlar?
Meşhur bir türkümüz var bilirsiniz “Karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar” diye. Bu türkü tam da bunların haline uyuyor… Suç işleyenler yakalandıklarında panik yaşarlar ve genellikle gerçekleri söylerler. Mahkemeye çıkana kadar, suçlamadan kurtulmak için farklı savunma stratejileri geliştirirler. Bu sanıklar da, ilk duruşmada, ilk ifadelerine aykırı ifadeler verdi. İlk ifadeler somut olgularla örtüştüğü halde, son ifadeleri havada asılı kalıyor. Emniyet, savcılık, hakimlikteki ifadelerini geçersiz hale getirmek için işkence iddiasını öne sürüyorlar. Dikkat ettim, yüzleri bile kızarmıyor. İşkence iddiasının 9 ay sonra duruşmada öne sürülmesinin tek bir anlamı var. Yurt dışındaki FETÖ’cüler iltica başvurularında bulunuyorlar ve o zaman “Türkiye’ye niçin gitmiyorsunuz” diye soruluyor. İltica için ya idam cezası olması lazım ya da işkence. Bu ifadeler iltica başvurusundan sonra başladı. Muhtemelen oraya hazırlık yapıyorlar. AİHM de işkence raporu isteyecek. Gerek 15 Temmuz davaları gerekse FETÖ ile ilgili işkence vakası yok. O defter 2004 yılında kapandı.
Yani örgüt bunları zaten gözden çıkardı, en azından yurt dışına iltica edenler kabul edilsin diye, bu yöntem mi izleniyor?
Evet. Bunların zaten kaçarı göçeri yok, suçüstü yakalanmışlar. Haklarında birçok ifade var. Artık onların bu olaydan yırtması mümkün değil. Fakat bunlar zeki olsalardı gözaltına alındıklarından itibaren bu ifadeleri verirlerdi. Samimi olarak söylüyorum Türkiye’nin en aptal güruhu.
Davalar esnasında sanıkların savunmaları çok uzun tuttuğu, dava hakiminin sanıklara ‘katil’ denmesine itiraz ettiği gibi sitemler dillendirildi. Bu konuda ne diyorsunuz?
Bir hukukçu olarak adil bir yargılama yapılmasını, bu yargılamanın sakatlanmamasını istiyorum. Savunma mı yapacaklar? Bir limit yok. Bir tanesi bir gün boyunca savunma yaptı. Yapsın. Biz sabırla dinleriz. 15 sanık, 15 gün dinleriz bunları. Yeter ki “Bizim savunmamız kısıtlandı” diyemesinler. Burada hakimin görevi aynen futbol maçındaki hakem gibidir. Bir tarafta mağdurlar, müştekiler, şehitler, şehit yakınları, bir tarafta sanıklar var. Karar verilinceye kadar bunların suçlu oldukları hukuken belli değildir. Onun için hakim tarafsızlığı korumak zorunda. Hakim hakaret etse, adil yargılama ilkesi sakatlanmış olur. Dava AİHM’den geri gelir. Şehit yakınlarının beklentilerine saygı duyuyorum ancak samimi olarak önemli bir şey söylemek istiyorum. Bizde hakimler, savcılar davada uyuklar, dinler, zapta geçerler. Bu davanın hakimi o kadar çok soru sordu ki, hakim ve savcı o kadar güzel sorular sordular ki, emin olun biz olmasak bile bir boşluk oluşmazdı. Hakim dosyaya çok iyi çalışmış, hazırlanmış. Didik didik incelemiş. Onları zorda bırakacak, çelişkilerini yüze vuran sorular hazırlamış. Böyle bir mahkeme heyetini zan altında bırakmak doğru değil.
Av. Yasin Şamlı
TBMM’de terörist vardı da mı bombaladılar
15 Temmuz ana darbe davasında sanıkların, KOKDOT diye ifade edilen toplumsal olayları önlemek için askeri birliklerden yardım istenmesi sonucu dışarı çıktıkları yönünde ifade verdiklerini anlatıyor ve soruyor: “TBMM binasını bombaladılar. TBMM’de teröristler mi vardı? Cumhurbaşkanlığı külliyesini bombaladılar. Külliyede teröristler mi vardı?”
15 Temmuz ana darbe davasını takip ettiniz. Dava esnasında mahkeme salonundaki havayı biraz anlatır mısınız?
İstanbul ana darbe davasının bu duruşması İstanbul’da görülmekte olan 15 Temmuz darbesinin diğer davalarına kıyasla şehit yakınları ve gaziler bakımından çok daha iyi idi. Diğer bir deyişle şehit yakınları gaziler ve avukatları hem sayı hem de nitelik itibariyle davayı tam olarak sahiplenmişlerdi.
Sanıkların savunmalarında kullandıkları argümanları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Genel olarak sanıkların kullandıkları ana argüman; KOKDOT diye ifade edilen toplumsal olayları önlemek için askeri birliklerden yardım istenmesi sonucu, askeri birliklerin toplumsal olaylara müdahale etme görev ve yetkisidir. Bu argümanın ve savunmanın darbe davalarında hiç inandırıcı bir yönü yoktur. Çünkü birinci olarak askeri birliklerin bir toplumsal olaya müdahale edebilmeleri için sivil otoritenin kendilerinden bir talepte bulunması zorunluluğu vardır. Oysa sivil otoritenin böyle bir talebi yok. İkinci olarak darbeciler Türkiye genelinde bir darbe hareketi başlattılar. Türkiye genelinde bir terör eylemi mi vardı? TBMM binasını bombaladılar. TBMM’de teröristler mi vardı? Cumhurbaşkanlığı külliyesini bombaladılar. Külliyede teröristler mi vardı? Bu örnekler yüzlerce çoğaltılabilir. Tam aksine saldırılan insanlar masum halk, saldıran darbeciler ise terörist idi. Dolayısıyla ifadeler kesinlikle inandırıcı değil. Ancak inkar yoluna gidince başka çareleri de yok gibi gözüküyor.
İnkar savunmasının amacı ne olabilir?
İnkar savunmasının asıl amacının; örgütteki çözülmeyi ve sanıkların birbirine yapacakları atfı cürümleri önleme amacına yönelik olduğunu düşünüyorum. Bu durum örgüt açısından en mantıklı yol gibi gözüküyor. Çünkü bir yandan sanıkların birbirini suçlamasını önlemiş olacaklar, bir yandan sanıkların örgüt yönetimini suçlayıp ele vermesini önlemiş olacaklar, bir yandan da en önemli celse olan ilk celseyi atlatmış olacaklar. Ancak bu yöntemin her bir sanık yönünden iyi bir hukuki sonuç vereceğini söylemek çok zor.
Sanıkların kendilerine güvenli ve rahat tavırlarından bahsediliyor. Siz nasıl görüyorsunuz?
Sanıkların bu celseye günlerce hazırlandıkları anlaşılıyor. Rahat tavır sergilemelerinin iki nedeni olabilir. Birincisi bu tarz bir savunmanın kendilerinin lehine olduğuna ikna edilmiş olmalılar. İkincisi ise arkalarındaki gücün büyük bir güç olduğuna, hapis hayatlarının uzun sürmeyeceğine inandırılmış olabilirler.
Şehit yakınları ve gaziler için yeterli sayıda avukat var mıydı?
Şehit yakınlarının ve gazilerin avukatları hiçbir talep ve görevlendirme olmaksızın, hiçbir ücret talep etmeden, hatta masraflarını da kendileri karşılayarak bu davalara sahip çıkan gönüllü avukat arkadaşlarımızdır. Burada görev alan arkadaşlarımızın samimiyetle her toplumsal davaya sahip çıktıklarını hep gördük. Hiçbir beklentileri olmadan sırf Allah rızası için mücadele ediyorlar. Bir meslektaşımız Batman ilinden gelerek bu duruşmaları takip etti. Tabi ki bu bir gönül işidir.
Ailelerin davaya yaklaşımı ve katılımı nasıl?
Aileler son derece duygusallar. Duruşma salonunda zaman zaman ağlayanları gördüm. Onları da teskin etmeye çalıştık. Sanıkların inkarcı tutumları karşısında da çok duygusallaştılar, gerildiler. Zaman zaman yüksek sesle tartışmalar oldu. Bunu fırsat bilen bazı kişiler sanıkların can güvenliğinin olmadığını, savunma hakkının kısıtlandığını ifade ettiler. Bu yaklaşımları da bir miktar kötü niyetli olarak görüyorum. Çünkü gerçekten yeteri kadar güvenlik önlemi alınmış durumda. Ayrıca mahkeme sanıkları sonuna kadar dinledi. Savunmalarını kısıtlamadı. Biz de savunma hakkının kısıtlanmasını asla istemeyiz. İnancımız bize düşmanımıza karşı da adil olmamızı emrediyor. Şehit yakınları da bu şuurdadır. Duygusal davranmaları da gayet normaldir. Kimisi babasını, kimisi evladını şehit vermiş. Duygusallıklarını herkes saygıyla karşılamalıdır.
Dava sonuçlandığında kamuoyu vicdanını rahatlatacak bir sonuç çıkar mı?
Bütün dünyanın gözü önünde canlı yayında işlenen ciddi bir suç olması nedeniyle hem suçüstü hali vardır, hem de deliller ortadadır. Ancak bu delillerin toplanması ciddi bir çalışmayı zorunlu kılmaktadır.
Bu suç tek bir suçtur. Ancak bu tek suç nedeniyle şu anda Türkiye genelinde yaklaşık 49 dava açılmıştır. Davaların bu şekilde ayrı açılması, muhakemenin hızlı yürümesi ve biran evvel sonuca ulaşması bakımından doğrudur. Ancak mesela Ankara’da açılmış bir dava dosyasında bulunan delil veya verilen ifade, İstanbul’da görülmekte olan bir davanın da delilidir. Mesela, İstanbul’da yargılanan bir sanık işlediği suç emrini Ankara’da yargılanan bir sanıktan aldığını mahkemeye ifade ettiğinde, bu beyan Ankara’da yargılanan sanık aleyhine önemli bir delil olmaktadır. Fakat bu delil Ankara’daki dosyaya götürülmez ise önemli bir delil göz ardı edilmiş olacaktır. Bu yönüyle bakıldığında aslında tek dava olan bu suç ile ilgili farklı illerde açılan 49 adet dava dosyalarında birbirinin delilleri mevcuttur. Bu delilleri sağlıklı bir şekilde toplamak ve ait olduğu dosyaya ulaştırmak için Türkiye genelindeki bütün dosyaları çalışıp delilleri tek tek çıkarmak gerekir.
Bu duruma bakılınca on binlerce sayfanın okunarak iyi bir çalışma yapılması zorunluğu vardır. Bu tür çalışmaları bir veya birkaç kişinin yapması fiilen ve fiziken mümkün değildir. Başbakanlık nezdinde yeterli sayıda görevlendirilecek bir hukukçu grubu böyle bir çalışma yapıp bir veya iki ay gibi kısa bir sürede sonuçlandırılabilir. Zaten duruşmalar yaklaşık iki ay erteleniyor.
Av. Hüsnü Tuna
Bürokrasi yavaş işliyor
Darbe davalarını gönüllü olarak takip etmek için 100’ün üstünde avukatın adını bakanlıklara verdiklerini söyleyen Av. Hüsnü Tuna, bürokratik işlemler geciktiği için vekaletleri alamadıklarını, bunların davalar için sorun oluşturduğunu ifade ediyor.
15 Temmuz Ana Davası ve Telekom işgali davasında şehit yakınları ve gazileri temsil ediyorsunuz. Aile Bakanlığı’nın şehit ve gazi ailelerine teklif ettiği avukatlar içindesiniz. Telekom işgali ile ilgili davada durum nedir?
Telekom işgali ve oradaki şehitlerle ilgili olan dava ana davanın yapıldığı hafta Pazartesi sabah başladı. Cuma günü akşam 18:00’de bitti. Çarşamba günü gece saat 12:00’ye, Perşembe günü gece 01:00’e kadar sürdü. Henüz ifadeler alınamadı. Silivri’deki davaya da diğer arkadaşlarımızı yönlendirdik. Telekom davasında 42 sanık var. Darbe günü Kartal 2. Mekanize Tugayı’ndan gönderilen ve Altunizade’deki Telekom’u kontrol altına alınmasını planlayan darbeci kesimin yargılandığı bir dava. Bunlardan yaklaşık 30’u er, 11-12’si de uzman çavuş, başçavuş, üstçavuş, teğmen, yüzbaşı gibi sanıklar. Darbeci merkezle bağlantıyı kuran yüzbaşı o gün öldürülmüş. O gece Telekom’da 6 kişi şehit edilmiş. 6 kişiyi de şehit eden o yüzbaşı. Doğrudan, hiçbir uyarı olmadan, önüne gelene kurşun sıkıp öldürmüş, arabaları taramış. Şehit olanların naaşlarını uzun süre yerden kaldırtmamış. Almaya gelenlere de silah sıkmış. Ama Allah’ın adaleti, kamera görüntülerinde çok perişan bir vaziyette öldüğü görülüyor. Sürüne sürüne, askerleri kafasından sağa-sola çekiştiriyorlar. O ölmüş ama diğerleri yargılanıyor.
Başka komutan düzeyinde kimse var mı?
Onun bir altı olan teğmen var, bölük komutanı. O da yakalanmadan kaçmış. Darbeciler sabah 6:30 civarında teslim olmaya başlamışlar ya da yakalanmışlar. Bölük komutanı ise saat 4-5 gibi kaçmış. Nereye gittiği belli değil. Bunun dışındakiler yakalanmış. Oraya iki bölüğü karıştırarak getirmişler. Öbür bölüğün komutanı ile ilgili herhangi bir işlem yapılmamış. Dava esnasında ortaya çıktı. Onunla ilgili de suç duyurusu yaptık. Muhtemelen onunla ilgili süratli bir şekilde işlem yapacaklar.
Neden iki ayrı bölük?
İki bölükten 40 kişi ve birbirleriyle tanışmayan insanları seçmişler. Bunu niçin yaptıklarına ilişkin müzakere ettik. Mesela bazılarına “Komutan insanları öldürürken sen niye bir şey yapmadın? Darbe olduğunu anladın. Niye öldürmeye teşebbüs etmedin” diye sorduk. “Benim hayatımı garanti altına alacak bir şey yapamadım ki, göremedim ki! Çünkü arkadaşları tanımıyorum. Ben yüzbaşıya sıktığım zaman çevremdeki arkadaşlar tarafından öldürülmeyeceğimden emin değilim. Böyle bir endişem vardı” dediler. Birbirleriyle tanışmayan güvenmeyen insanları bir araya getirerek bir yere yönlendirmişler. Dolayısıyla olayı fark etmelerine rağmen insanların itirazları da, karşı çıkışları da engellenmiş.
Erlerin FETÖ bağlantısı var mı?
FETÖ ile bağlantılı olduklarına dair bir kayıt yok. Sadece bir tane uzmanın ailesinden ablasının eşi sanırım FETÖ soruşturması geçirmiş, bırakılmış. Onun dışında bir şey gözükmüyor. Fakat o gece için genel bir savunma yapıyorlar. “Ben birşeye karışmadım, gittim ZPT’nin içinde uyudum” diyor. O gece ZPT içinde uyumak mümkün mü? “Çok yorgundum, uyudum” diyor. Böyle savunma yapıyorlar. Kamera kayıtlarında yolun üzerinde birkaç tane asker var. Arkadakileri tespit ettik, “Önünde duran asker kim” diye soruyoruz. “Bilmiyorum” diyor. Sonra uzmanların ve teğmenin erlere etki ettiğini anladık, o yüzden duruşmadan çıkardık onları.
Bu kadar olaylardan sonra erler neden hala üstlerinden korksun ki?
Üstleri psikopat. Ama Ömer Halisdemir gibi birisi çıksaydı öldürebilirdi. Çünkü muhtar önelerine geliyor, “Siz bizim askerimizsiniz, burada ne işiniz var?” der dermez muhtarın karnına bir kurşun sıkarak orada şehit ediyor. Üç kişiyi böyle öldürmüş. “Halka sıkın” diyor. “Boşa kurşun sıkarsanız, ben size sıkarım” diyor. Dolayısıyla birisi öldürebilirdi onu.
Üstleri tarafından kandırılarak çıkarılan erlerle diğerleri ayırt edilebilecek mi?
Mesela bir er “Anormallik hissettik” diyor. “Bizi buraya terör olayı var diye getirdiler. Ama geldiğimiz hiçbir yerde terör olayı yok. Millet tepki gösteriyor ama yani biz karşı şey yapıyoruz. Millete karşı hareket etmeye çalışıyoruz. Burada bir terslik olduğunu gördüm. O esnada babamı aradım. Babam dedi ki ‘Oğlum darbe yapmışlar, halka filan ateş etme. Mümkün olursa kaç dedi’ diyor. Ama kaçamadım. Tanımadığım askerler vardı. Bir de halkın içine girdiğim takdirde bana ne olacak bilemedim. Kimseyle de irtibat kuramadık. Polisi aradık, ulaşamadık” diyor. İçinde birkaç tane hakikaten bilmeden oraya getirilmiş erler var. Zaten onlar da hep o gece nöbet tutmuşlar, halka ateş açmamışlar. Genç çocuklar bunlar. Başlarındaki uzman “Siz bir şeye karışmayın, burada durun” demiş. Telekom’un içine çekmiş. Bunu yapan da akrabası FETÖ’cü diye içeri alınan çocuk. Diğer uzmanlar daha şuurlu, darbeyi bilerek hareket ettiklerini dair kanaat var.
Telekom davasına katılım nasıldı?
Bizim davada müştekilerin hemen hemen çoğu, şehit aileleri, gaziler geldi. Salon doluyordu. İzleyici de vardı. Davaların bir kısmında müştekiler müşterek yani aynı kişiler orada da müşteki, burada da müşteki. Dolayısıyla bir davaya giderse diğerine gidemiyorlar. Mahkeme işleyişinde bir problem yok. Şehit ailelerine saygıda kusur yok. Aynı zamanda sanıklara da eziyet edilmiyor. Tarafsız bir yargı.
Şehit aileleri doğal olarak çok duygusal. Dava işleyişine etki ediyor mu bu?
Doğru, mesela sanık konuşuyor, şehit yakını “Yalan söylüyorsun” diyor, kalkıyor yerinden. O zaman başkan “Sizi konuşturacağım. Biliyorum, çok hassas konumdasınız, acınız var ama size de söz vereceğim” deyip oturtuyor. Ama ana davada müştekileri çok, sanıkları çok. İstanbul’daki darbenin merkezini oluşturan kişiler. Dolayısıyla oranın stresi, yoğunluğu daha çok. Orada sanıklar baskın olursa etkiler mahkemeyi. Onun için müştekiler ve temsilcileri ve o davayı izlemek isteyen vatandaşlar, STK’lar vs. yoğun olmalı orada. Ama avukatlar konusunda bir sıkıntı yoktu, müştekiden çok avukat vardı.
Şehit yakınlarına 5 avukat ismi tavsiye edilmiş. Bu az değil mi?
Bürokrasi yavaş işliyor. 2-3 ay önce başbakanlıktaki görevlileri “Bakın burada çok süratle hareket etmeniz gerekiyor. Davalar geliyor, başlayacak. Bu davalar başladıktan sonra vekâletlerin çıkması zorlaşır. Daha doğrusu duruşmalara girmedikten sonra hiçbir anlamı yok” yok diye uyardık. Ama vekaletler gelmedi. Biz gönüllü olarak davayı takip edecek yüz küsur avukat ismi bildirdik. Bakanlık sadece 5 tane avukat ismi bildirmiş bunlara vekalet verebilirsiniz diye. Çünkü diğerleri için gerekli işlemler yapılamamış.