Seçim sath-ı mailine giren Türkiye’de muhalefet partileri; vizyon, proje ve hedefler yerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nasıl indirileceği, AK Parti’nin nasıl kaybedeceği ve hangi kamu tesisinin ne zaman yıkılacağına odaklanmış durumda. Henüz vatandaşın gündelik hayatına değecek bir vaadine rastlanmayan muhalefet partileri için Erdoğan kaybettiği takdirde dolar düşecek, faizler inecek. Bunun için de en önemli, hatta tek vaatleri ise “Külliye’yi yıkmak”…
2002’de başlayan AK Parti iktidarı için keskin kırılmalardan biri, belki de en önemlisi hiç kuşkusuz Mayıs 2013’te başlayan Gezi olayları. Haftalarca süren olayların üzerinden tam 5 yıl geçti. Masum bir çevre hareketi görünümüyle başlayıp kısa sürede Hükümeti devirmeyi amaçlayan sokak isyanına dönüşen Gezi’nin yıkıcı etkileri bugün de canlı bir şekilde görülüyor.
Bugünlerde yeniden canlandırılmaya çalışılan Erdoğan karşıtı hareket, Gezi’den miras kalan mesajlarıyla yine yıkmaktan, asmaktan ve kesmekten söz ediyor. Sokaktaki marjinal gruplardan sosyal medyadaki troll hesaplara kadar tüm muhalefete sirayet eden söylemin Cumhurbaşkanı adaylarına kadar uzanması toplumsal barışın daha çok uzakta olduğunu ortaya koyuyor.
“AFFEDENİ, ACIYANI UNUTMAYACAĞIZ!”
Son yıllarda ısrarla ayrımcılıktan şikayet eden muhalif cephenin henüz demokratik mücadelenin çok uzağında olduğu bir kez daha net bir şekilde görülüyor. TAMAM kampanyasıyla başlayan heyecan dalgasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Hükümet üyelerine, Üsküdar’da sokak röportajıyla şöhreti yakalayan AK Parti gönüllüsü vatandaştan medyadaki köşe yazarlarına kadar herkes tehdit ve kin dolu mesajlara muhatap oluyor.
Yine parmaklar sallanıyor, yine nefret söylemleri tekrarlanıyor ve en önemlisi her önüne gelen AK Parti dönemini yargılamaya ve bu dönemde öne çıkan isimleri cezalandırmaya soyunuyor. Şöhreti üçüncü sınıf bir gençlik dizisinde yakalayan oyuncu Barış Atay’dan ana muhalefet partisinin İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na kadar marjinal sokak muhalefetinin tüm öncüleri “asmaktan ve kesmekten” söz etmeyi muhalefet yapmak olarak sunuyor.
Gözaltına alınıp serbest bırakılan Barış Atay’ın “Hepiniz ağlayarak özür dileyeceksiniz. O gün geldiğinde; affedeni, acıyanı, yargılamaktan vazgeçeni de unutmayacağız! Yok öyle ‘torunlarla emeklilik, hepimiz kardeşiz, kavga istemiyoruz’ falan. Her şey yeni başlıyor. Bu ülkeye, insanına yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz!” şeklindeki sosyal medya sayıklamaları yeni bir tartışmanın da fitilini ateşledi. Aslında bu öfke ve nefret dili hiç de yeni değildi. Beş yıl önce başlayan Gezi sürecinden miras kalmıştı bu dil ve üslup.
SOSYAL MEDYADA ÖRGÜTLENMEK
Aslında sadece Türkiye değil dünyada da sosyal medyanın bir isyan hareketini tetikleyebileceği ve seçilmiş demokratik bir hükümeti sokak gösterileriyle yıkabileceği ihtimali Gezi olaylarıyla daha belirgin bir şekilde tartışılmaya başladı. Arap Baharı’nda sempatik ve görece demokratik bir tavır olarak kabul gören sosyal medya örgütlenmelerinin Gezi olayları sırasında nasıl tehlikeli bir silaha dönüşebileceği anlaşıldı. Pek çok sosyal bilimciye göre olaylar aslında Facebook, Twitter ve Instagram gruplarının mobilize ettiği ve yönlendirdiği sokak gösterileriydi.
Gezi olayları sadece mevcut sosyal medya platformlarını harekete geçirmedi yeni ve ses getiren uygulamalara da ilham oldu. Canlı yayın uygulaması Periscope, Gezi olayları sırasında eylemcilerin paylaştığı videolar, meydanda uçurdukları drone görüntülerin sonrasında doğdu. Aynı tarihlerde İstanbul’da bulunan İranlı girişimci Kavyon Beykpour, akıllı telefonlarla video çekip paylaşan eylemcilerin bu tutumundan Periscope gibi tüm dünyada kullanılan bir uygulamayı geliştirdi.
İKTİDARIN GEÇ FARK ETTİĞİ GÜÇ
Sadece sokak eylemcileri değil AK Parti Hükümeti de, Gezi’nin ardından sosyal medyanın önemini fark etti ve bu yönde tedbirler almaya başladı. Sadece güvenlik güçlerinin burada oluşan gruplara yönelik çalışmaları değil, aynı zamanda sosyal medyayı yönlendirme ve yönetme anlamında da politika geliştirmenin gereğine inandı.
Çünkü tam da o günlerde “Diren” hashtag’leri ile paylaşılan mesajlardaki “devrim”, “yıkım”, “istifa” kelimeleri dikkat çekiciydi. Eylemlerin motivasyon kaynağı olan bu mesajlar, hem sokaktaki militan grupları yönlendiriyor hem de hedef gösteriyordu. Taksim’den Dolmabahçe’ye doğru yönelen eylemciler Başbakanlık Ofisini işgal ederek Hükümeti devirme hayalleri görüyordu.
O günlerde atılan mesajları inceleyen güvenlik uzmanları, eylemci grupların birbirlerine attığı veya sosyal medyadan paylaştığı binlerce mesajda Başbakanlık Ofisinin işgal edilmek istendiğini tespit etmişti. Tüm umudunu dezenformasyona bağlayan militan gruplar, “Başbakan Erdoğan’ın istifa ettiğini, Hükümet’in çekilme kararı aldığını” iddia ediyorlardı. 15 Temmuz darbe girişimi sırasında da benzer örneklerine rastlanılan bu mesajların önemli bir kısmının da yurtdışı kaynaklı olduğu daha sonra anlaşılacaktı.
Türkiye sosyolojisinin belirgin bir şekilde ayrıştığı Gezi olayları sırasında atılan sloganlar, ele geçirilen polis araçlarına yazılan yazılar, sonraki günlerde üretilen mizah hep yıkmayı ve yok etmeyi amaçlıyordu. “Hesap vereceksiniz” ve “yargılanacaksınız” sözleri demokratik bir hukuk düzenindeki bağımsız yargıdan çok sokak eylemleriyle devrilen bir siyasi iktidarın yine sokakta yargılanmasını ve yok edilmesini işaret ediyordu. Gezi’den tam 5 yıl sonra yeniden nükseden tansiyon da zaten aynı cephenin değişmeyen tutumuydu.
TWITTER’DEN İKTİDAR ÇIKAR MI?
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ’ın “İktidar Twitter’dan değil, sandıktan çıkacaktır” sözleriyle bir kez daha hatırlattığı hakikat, Türkiye’nin muhalif çevrelerince bir türlü kabul görmüyor. Onlar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir cümlesinden yola çıkıp “TAMAM” kampanyaları yapıyorlar, hemen ardından “SIKILDIM” mesajları paylaşıyorlar ama bir türlü sandık için çalışmayı akıllarına getiremiyorlar. Sosyal medya mesajlarında küçümsedikleri, aşağıladıkları, hatta nefret ettikleri halkın oyuna ihtiyaç duyduklarını her defasında unutuyorlar. Böyle olunca da, her seçimden her referandumdan istedikleri sonuç, destekledikleri parti değil de, Erdoğan liderliğindeki AK Parti çıkıyor. Her seçim akşamı muhaliflerde büyük bir yıkıma neden olan sandık sonuçları, muhaliflerin siyaset dilindeki öfkeyi artırıyor, düşmanlığı büyütüyor.
16 Nisan Referandumuna damga vuran söz hiç kuşkusuz CHP Konya Milletvekili Hüsnü Bozkurt’a aitti. Bugünlerde yeniden popüler olma arayışlarındaki Uğur Dündar’ın Halk TV’deki programında referandumdan “evet” çıktığı takdirde halkı İzmir’den denize dökeceğini söyleyen Bozkurt’a tepkiler günlerce devam etmişti. “Bidon kafa” ve “göbeğini kaşıyan adam” hakaretlerinin mucidi Yılmaz Özdil’in de yer aldığı programdaki bu sözler aslında öncülüğünü CHP’nin yaptığı muhalefet cephesinin 24 Haziran seçimlerine dair kampanyasının da işaretini veriyor.
Yaklaşık bir yıl önce “halkı denize dökmekten” söz eden CHP’de şimdi hedef biraz daha küçülmüş görünüyor. Bu defa ağızlardan düşürülmeyen vaat ise Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin yıkılması. Cumhurbaşkanı adaylarının neredeyse vazgeçilmez gündemi olan Külliye; kimi adaylarca yıkılıyor, kimi adaylarca eğitim kurumuna bağışlanıyor, kimi adaylarca ise çok daha farklı amaçlarla kullanılıyordu. Milletin kendisi tarafından kullanılan bu geniş Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, 24 Haziran seçimlerine doğru muhalefetin halkla paylaştığı tek seçim vaadi. CHP Adayı Muharrem İnce’nin, Külliye ile ilgili başka bir düşüncesi hiç yok, o direkt “yıkmaktan” yana, zaten her mitinginde sözü bir şekilde buraya getiriyor ve “AKP’yi de, Külliye’yi de yıkacağız” diyor.
MUHALEFET “YIKIM” ORTAKLIĞI MI KURDU?
Türkiye’nin yeni bir Hükümet Sistemine geçeceği 24 Haziran seçimlerinde hem Cumhurbaşkanı hem de milletvekili seçimleri yapılacak. Değişen seçim kanunu partilere ittifak yapma imkanı veriyor. AK Parti ile MHP’nin “Cumhur İttifakı”na Büyük Birlik Partisi de dışarıdan destek veriyor. BBP’den bazı isimler AK Parti listesinden seçime girecek. Cumhur İttifakı’nın seçim manifestosunu Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul’da açıkladı. “Ahdim olsun” diyerek daha fazla özgürlük, daha fazla adalet vurgusuna yer veren Erdoğan, Türkiye’nin ekonomik şahlanışını sağlayacak vaadini ise “Faiz, cari açık ve enflasyon düşecek” diye ilan etti…
Hükümet cephesinde bunlar yaşanırken muhalefet partileri de ittifak kararı aldı. Taban tepkisinden çekindikleri için HDP’yi dâhil edemedikleri bu ittifakın çatısını Saadet Partisi Lideri Temel Karamollaoğlu kurdu. 11. Cumhurbaşkanı Gül’ü yeniden ortak aday yapmayı beceremeyen Karamollaoğlu, Erbakan’ın Milli Görüşü ile CHP’yi bir araya getirdi. Akşener’in İyi Parti’sinin de katıldığı bu ittifakın itici motivasyonu ise Erdoğan’ı indirmek. Zaten söylemlerini de sadece Erdoğan üzerine kuran üç parti, 24 Haziran’da Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı seçtirmedikleri takdirde doların düşeceğini, faizlerin ineceğini ve her şeyin sütliman olacağını iddia ediyorlar.
“PASSOLİG’İ KALDIRACAĞIM, KÜLLİYE’Yİ YIKACAĞIM”
CHP’li İnce’nin “Erdoğan’dan kurtulma seçimi” olarak nitelendirdiği 24 Haziran ile ilgili henüz somut bir vaadine rastlanmadı. Yeni sistemde Cumhurbaşkanı’nın aynı zamanda Hükümetin başı olarak icradan direkt sorumlu kişi olduğunun henüz farkında görünmeyen Muharrem İnce, çıktığı ilk canlı yayında hayli tepki çeken bir açıklamada bulundu. Ekonomiden sağlığa, ulaşımdan eğitime henüz bir proje geliştiremeyen İnce, FOX TV’de kendisine sorulan kışkırtıcı bir soruya garip bir yanıt verdi.
“Demirel ve Özal nasıl gittiyse, Erdoğan da öyle gidecek” sözü üzerine ekrana “Özal nasıl gittiyse Erdoğan da öyle gidecek” yazıldı. Canlı yayında atılan bu başlık, Turgut Özal’ın ölümünü hatırlayanlar tarafından hayli manidar bulundu ve tepkilere yol açtı. Sözleri için ne bir düzeltme yapan ne de açıklama getiren İnce, “Passolig’i kaldıracağım, Külliye’yi yıkacağım” şeklinde vaatlerini sıralamayı sürdürdü.
Aynı oy pusulasında buluşan üç partinin de bugüne kadar Türkiye’nin yönetimine ilişkin yapacakları projelere dair bir işarete rastlanmazken sadece “yıkacağım, asacağım, keseceğim…” olarak formüle edilen sözlerine rastlanıyor. Böyle olunca da muhalefet cephesinin “yıkım” koalisyonu olduğunu seslendirmekten başka çıkar yol kalmıyor…