İdamın geri dönüşü yok

İstismara uğrayan çocukların isimleri, yaşları ve şehirleri değişse de arkalarında bıraktıkları acı hep aynı. Ramazan bayramının birinci günü Ağrı’da kaybolan ve aç bırakılarak ölüme terk edilen 4 yaşındaki Leyla Aydemir’in ardından Ankara Polatlı’da öldürülmüş olarak bulunan Eylül, bize çocuklarımızın korunmaya muhtaç ve savunmasız olduğunu tekrar hatırlattı. Uzmanlar, çocuklara yönelik suçlarla ilgili cezaların caydırıcı olması gerektiğini söylerken, şikayete bağlı mahkumiyetler olabildiği için, idamın farklı sonuçlar doğurabileceğinin altını çiziyor.  

Geçen hafta Türkiye, Ankara Polatlı’da 8 yaşındaki Eylül’ün kaçırılıp korkunç bir şekilde öldürülmesi ve Ağrı’nın Bezirhane köyünde kaybolan 4 yaşındaki küçük Leyla’dan gelen acı haberle yasa boğuldu. Bu olayların acısı dinmeden üç çocuğun daha kayıp haberi geldi: Diyarbakır’da 15 yaşındaki çoban Yusuf Yılmaz, Hatay’ın Hassa ilçesinde 6 yaşındaki Ufuk Tatar ve Siirt’in Pervari ilçesinde köyünde kaybolan 15 yaşındaki Salih Oral.

Yaşanan bu kayıp olaylarıyla çocuk istismarı ve çocukların güvenliği konusu en çok konuşulan konulardan biri haline geldi. Aileler başta olmak üzere toplumun farklı kesimlerinden “idam” çağrıları yükseldi. Dile getirilen en haklı talep, çocuklara yönelik cinsel istismar gibi suçlara en ağır ve en caydırıcı cezaların getirilmesi oldu. Yılbaşından bu yana çocuk istismarlarına karşı alınacak önlemler ve yasal düzenlemeler tartışılıyor. Son dönemde yaşanan olaylardan sonra toplumdan yükselen tepkiler kimyasal hadım ve idama yönelik. İdam cezası şimdilik uzak görünse de, devlet başka bir formülle çocuklara karşı suç işleyenlere önlem alacak gibi duruyor.

Peki “kimyasal hadım” ya da “kastrasyon” gibi cezai düzenlemeler nasıl uygulanacak? Uzmanların bu konuda da bir takım endişeleri var. Bunun caydırıcı bir çözüm olabileceğini ama başka bir ilaçla bu etkinin ortadan kaldırılma ihtimali olduğunu söyleyenlerin yanı sıra, geçici bir çözüm olduğunu savunanlar da var. Yasal konuda da fikirler ayrılırken, büyük bir kesimin öne çıkardığı yöntem, önlemlerin yanı sıra bu konuda verilecek etkili bir eğitim.

SUÇUN SEBEBİ TEK DEĞİL

Çocuklara karşı işlenen suçların farklı nedenlerle ortaya çıktığını dile getiren Acıbadem Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Oğuz Polat, kayıpların artmasını insan kaçakçılığı ve çocukların suçta kullanılması olarak yorumluyor. “Çocukları kaçıranları iki gruba ayırmak lazım. Bir tanesi gerçekten bu çocuklara cinsel obje olarak yaklaşan, pedofili olarak adlandırılan yani cinsel istismar amacı taşıyan kişiler. Diğeri de organize suç çeteleri, yani çocukları yurtdışına kaçırıp satanlar. Çocukları cinsel obje olarak kullananların genel dürtüsü, çocuklara karşı olan saplantılarıdır. Suç çetelerinin amaçları ise, çocuklardan cinsel olarak yararlanmanın yanı sıra para da kazanmak. Yani çocukları suç için kullanmak. İnsan kaçakçılığının boyutu dünyada her geçen gün artıyor. O yüzden de kayıp sayısında büyük bir artış var.”

HERKESE İŞ DÜŞÜYOR

Cinsel istismarın mağdur üzerinde kalıcı etkileri olduğunu ve bunun silinmesinin zor olduğunu ifade eden Prof. Dr. Oğuz Polat, caydırıcılığın şart olduğunu vurguluyor. Çocukların korunamamasını ise toplumun hareketli olmasına ve nüfusun fazlalığına bağlıyor. “Burada birkaç sebep sayabiliriz. Ama en önemlisi, çok hareketli bir toplum oluşumuz. Göç çok fazla, insanlar çok mobilize. Kayıp ve benzeri vakalarda kaybı bulabilmek için sabit bir noktaya sahip olmak gerekiyor. Tabi çok kalabalık bir nüfus olduğunuz zaman da bu tip olaylarda, çocukları koruyabilme ihtimaliniz azalıyor.”

Çözümün tek merciden beklenmemesi gerektiği söyleyen Polat, herkese bir görev düştüğünü ve çocuklara güvenliklerinin korkutulmadan öğretilmesi gerektiğini işaret ediyor. “Çözüm ve önlem anlamında sadece emniyetten adım beklememek, önlemleri de almak gerekir. Suçla ilgili yapılan çalışmalarda çok aydınlık ortamlarda, mesela gündüz, suçun daha az işlendiği saptanmış. Gece sokak lambalarının yanması bile suç oranını azaltıyor. Buradan, belediyelere de ciddi bir iş düştüğünü anlayabiliriz. Diğer bir yandan çocuklarımıza güvenliklerini de öğretmemiz lazım. Yabancı kişiler büyük problem. ‘Yanaşmayacaksın’ ‘izinsiz vücuduna dokunmalarına izin vermeyeceksin’ gibi şeyleri öğretmek gerekiyor.”

ÇOÇUK İMDAT HATTI KURULMALI

Çocuklarının güvenliklerinin sağlanması için ailelerin yanı sıra devletin de önlem alması gerektiğini söyleyen Polat, “Çocuk İmdat” hattı gibi bir hattın kurulmasını öneriyor. “Çocuklarımıza güvenliğini öğretirken korku aşılamadan, yılda bir kere olmamak kaydıyla konuşmamız gerek. Süblime ederek yani bilinçaltına yerleştirerek o güvenlik önlemlerini öğretmemiz gerekiyor. Bunu diziler, filmler yani her ortamda görebilmeli, yaşamın bir parçası olarak algılayabilmeliler. Bu olayların en büyük karakteristiği gizli kalıyor olması. Bilmediğimiz ne olaylar vardır. Bunların ortaya çıkarılması için güvenli şeylere ihtiyacımız var. Alo İmdat hattı bunların başında geliyor. ALO 183 gibi, ‘Çocuk İmdat’ hattı kurulması lazım.”

ELİMİZİ TAŞIN ALTINA KOYALIM

Suçluların cezalandırılmasının yanı sıra rehabilite edilmesinin de önemli olduğunu söyleyen Polat, mağdurların olaylardan etkileniş biçimlerini de ikiye ayırıyor. “Yapılan çalışmalar, geçmişinde istismara maruz kalmış ya da şahit olmuş kişilerin iki farklı şekilde etkilendiğini gösteriyor. Birincisinde  intikam ve öfke duygusuyla kendileri de istismarcı grupta yer alıyor. İkinci bir grupta ise ilkinin tam tersi olarak mücadele için kendisini şartlıyor. Yani ‘saldırgan, çocukluğunda kesin bir saldırıya maruz kalmıştır’ şeklinde bir genelleme yapmak çok doğru olmaz. Yaşadıklarının yarattığı bir öfkeyle saldırgan olmuş olabilir. Ama bu mutlaka olması gereken bir durum değil. Her saldırıya maruz kalan da gidip saldırgan olmuyor.”

Vatandaşın bilinçlenip sorumluluk almasının önemli olduğunu da ifade eden Polat, “Her şeyi devletten beklemek yeterli değil, bunu toplumun gündeminde de tutmak lazım. Bir olay yaşandığı zaman aşırı reaksiyon vererek gündemde tutulmuş olmuyor. Çünkü aşırı reaksiyon verildiği zaman insanlar bıkıyor, hiç ilgilenmemeye başlıyor. Biz vatandaşı bu konuda bilinçlendirelim ve o da gerçekten ‘bu bir problemdir’ deyip elini taşın altına koysun, bir şeyler yapsın istiyoruz” diyor. Suçluların rehabilite edilmesi gerektiğini de söyleyen Polat, saldırganlığa eğilimin nedenine inmek gerektiğinin altını çiziyor.

SUÇLU OLMAMA İHTİMALİ DE VAR

Ceza Avukatı Mustafa Tırtır, idam cezası gelse bile uygulamasında bir takım sorunlar olacağı görüşünde. “Aileler sanıkların ölmesini istiyor. İdam istiyorlar ama bir ceza hukukçusu olarak idamın yanlış bir şey olacağını düşünüyorum. Çünkü yargı sistemimizde şikâyete bağlı olarak doğrudan mahkûmiyet söz konusu olabiliyor. Mesela birini şikâyet ettiniz, o adamın suçlu kişi olmama ihtimali de var. İdam cezası verildikten sonra geri dönüşü mümkün olmaz. Suçluyu idam edeceksiniz sonra gerçek ortaya çıkacak, o hayatın geri dönüşü mümkün değil. Bu kadar iş yükü içerisinde hatalar yapılıyor doğal olarak. Geri dönüşü olmayan bir cezanın verilmesi farklı sonuçlar da ortaya çıkarabilir. 2000’lerde Avrupa birliğine uyum süreci gereği idam tamamen kaldırıldı. İdam cezası gelirse, bugünden sonra işlenecek suçlar için gelir. Geçmiş suçlar için değil.”

KASTRASYON UYGULANMALI

Avukat Tırtır, kimyasal kastrasyonla kişilere bir ceza değil, tedbir uygulandığını vurgulayarak kimyasal hadımla oluşabilecek birkaç dezavantaja da işaret ediyor. “Kimyasal hadım yani kastrasyon uygulaması kişi cezaevindeyken değil, çıkınca yapılacak. Kişi serbest kaldığında ona bir takım ilaçlar enjekte edilecek, cinsel tatmin gücü bir anlamda zayıflatılacak. Kişi cezaevinden çıktıktan sonra yeniden bu suçu işlerse, ceza ağırlaştırılacak. Belki şöyle olabilir, kişi ikinci kez suçu işlediği zaman ömür boyu hapis cezası uygulaması yapılabilir. Kişi cezaevinden çıkarılmaz. Bu suçun faili olduğu belli, bundan sonra da bu suçu işleyeceği de sabit. Kastrasyon uygulamasında kişi, kimyasal bir ilaç verildiği zaman o ilacın etkisini ortadan kaldırıcı başka bir ilaç kullanarak onu bertaraf edebilir. Bu uygulamanın dezavantajı budur. Yani kişiyi kontrol edemiyorsunuz. Onun etki kaldırıcı ilaç kullanmasına da engel olamayabilirsiniz. Ama yine de caydırıcı bir etki sağlanabilir. Cinsel suçlarda cezai artırımın yanında kimyasal kastrasyon uygulamasının olması gerektiğini de düşünüyorum.”

TELEVİZYON VE İNTERNETE DİKKAT

Bu tarz vakaların yaşanmasının birçok sebebi olabileceğini söyleyen Mustafa Tırtır, internet ve televizyon ortamındaki içeriklerin de kontrolünün sağlanması gerektiğini dile getiriyor. “Öncelikle televizyonun, internetin kontrol altına alınması gerekiyor. Basın özgürlüğü hiçbir şekilde engellenmeden televizyondaki dizilerin de kontrol edilmesi gerek. Birçok dizi ve çizgi filmde subliminal mesajlar var. Çocuklar küçük yaşlardan itibaren buna maruz kalıyor. Bu çocuklar yalan söylemeyi, birinin arkasından iş çevirmeyi, erkek arkadaşını annesinden saklamayı televizyondan öğreniyor. Bunun için de televizyonun kontrol altına alınması gerektiğini düşünüyorum. Ama dediğimiz gibi burada basın özgürlüğü ve yayın hakkından ödün verilmeden yapılması gerekiyor.”

DÜZENLEME ŞART

Danıştay’ın çocuk istismarı hakkında çıkardığı yönetmeliğin yeni bir düzenleme ile kanunlaşması görüşünde olan Tırtır, şunları ekledi: “Cinsel suçlarla ilgili bölümde kanuni bir düzenleme yapılır, ‘cezanın infazından sonra 5 yıl kastrasyon uygulaması yapılabilir, bu konu yönetmelikle düzenlenebilir’ şeklinde birkaç madde ilave edilip, ardından bir yönetmelik çıkartılabilir. Yönetmelik sadece o kanuna bağlı olarak da çıkartılabilir. Yeni bir düzenlemenin şart olduğunu düşünüyorum.”

Benzer konular