Yıllardır bir Avrupa Birliği hikayesidir sürüp gidiyor. Girdik giriyoruz derken, Avrupa Birliği üye ülkeleri birer birer AB’den çıkma yarışında. Eğer bir gün Avrupa Birliği’ne girersek, muhtemelen ortada birlik filan kalmayacak. Zira o çok öğündükleri, uğrunda kriterler geliştirdikleri AB değerleri karanlık bir yolda ilerliyor. Faşizm hortlamış durumda. Irkçı partiler yabancı ve Müslüman özellikle de Türk düşmanlığı sloganlarıyla iktidara doğru yürüyor. İngiltere birlikten ayrıldı ve başka ülkeler de ayrılma sinyalleri verdi. Kısacası birlik dağılma sürecine girdi bile.
AB’yi kim denetlesin
14 Nisan 1987 tarihinde Türkiye resmen tam üyelik başvurusunda bulunduğunda bu talebin 18 yıl sonra kabul edileceği kimsenin aklına gelmemişti. Müzakerelerin başladığı 3 Ekim 2005 tarihinde ise müzakerelerin ne kadar sürede tamamlanacağı konusunda hiç kimsenin fikri yoktu. 15 Temmuz darbesini henüz atlatmış ve FETÖ ile mücadelesi süren, birçok terör örgütüyle sınır içinde ve dışında çatışma yaşayan ve 3 buçuk milyon mülteciyi misafir eden Türkiye, 2017’ye geldiğinde Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından siyasi denetime alma kararıyla karşılaştı. Siyasi denetim, AKPM’ye üye ülkelerde uygulanan demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi temel değerlerin tesis edilmesi ve uygulanmasının denetlenmesidir. Türkiye, 1996 yılında dahil edildiği “siyasi denetim” sürecinden Haziran 2004’te çıkarılmış ve “post-monitoring” olarak tanımlanan “denetim sonrası sürece” alınmıştı.
Biz bu kararı tanımıyoruz
15 Temmuz darbe girişimini destekleyen, 16 Nisan halk oylamasında Hayır çıkması için ülkemizin içişlerine karışan, terör örgütlerini besleyerek Türkiye aleyhine çalıştıran, İslam ve Türk düşmanlığını organize eden bir AB’nin böyle bir kararı alacağı beklenmedik bir durum değildi. Buna rağmen tepkiler gecikmedi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye’ye karşı alınan bu karar tamamen siyasidir. Biz zaten böyle bir kararı tanımıyoruz. İstedikleri kadar böyle bir kararı almış olsunlar. Çok da büyütmüyoruz” değerlendirmesinde bulunurken sürecin daha fazla uzaması halinde AB üyeliğini referanduma götürmekten çekinmeyeceğini belirtti.
İlişkiler eskisi gibi olmayacak
Devlet Bahçeli ise Avrupa’nın Türkiye’ye karşı iflah olmaz önyargılarının tezahürü olarak gördüğü bu karar hakkında “Siyasi düşünce ve hesaplarla alınan bu karar haksızdır, temelsizdir ve yok hükmündedir. Hiçbir şart altında kabul edilemez olan bu kararı şiddetle kınıyor ve reddediyoruz” ifadelerini kullandı. AB Bakanı Ömer Çelik ise ilişkilerin eskisi gibi yürümeyeceğini belirterek, “Türkiye Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi. Bu tarihi bir hata zinciri. 15 Temmuz’da bir darbe girişimi ile karşı karşıya kalmış bir Türkiye var. Politik kurumlar gibi değil de sadece eleştiren bir think thank kuruluşu gibi hareket ediyorlar. Türkiye ile zor bir dönemde işbirliği yapmak gerekirken bu sorumluluğu yerine getiremeyen bir karar olarak okuyoruz bu kararı” dedi.
Dağılmaya yüz tutmuş bir birlikten siyasi olarak daha güçlü ve daha avantajlı konumda olan Türkiye, bu süreçten sonra Avrupa Birliği’ne girmek için o kadar da hevesli olacak mı? Türkiye’nin iç meselesi olan anayasa referandumunda ayarları bozulan Avrupa ülkeleriyle ilişkiler bundan sonra nasıl olacak? Türkiye, terör örgütlerinin siyasi ve diplomatik lobi çalışmalarıyla çeşitli kararlar alan Avrupa Birliği’ne girmek için mi, çıkmak için mi istikamet belirleyecek? AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Prof. Kadir Canatan ve Tacettin Kutay AB ilişkilerinde gelinen noktayı değerlendirdi.
Türkiye yoluna devam edecek
Mustafa Yeneroğlu, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) Türkiye’yi 13 yıl sonra tekrar ‘denetim sürecine’ alması kararının sürpriz olmadığını söylüyor. Yeneroğlu’na göre Türkiye kendinden emin yoluna devam edecektir. “En geç Haziran 2016 tarihinden beri masada olan bu opsiyon OHAL kararları ile ilgili Türkiye’ye yönelik beklentilere cevap verilmemesiyle birlikte Avrupa Konseyi’ne bağlı Venedik Komisyonu’nun Anayasa değişikliği paketine yönelik değerlendirmesi ve AGİT ile Avrupa Konseyi’nin seçim sürecini değerlendirme raporunun üzerine yürürlüğe konulmuş oldu. Bundan sonrasıyla ilgili süreci karşılıklı çıkarlar belirleyecek. Avrupa Birliği ve Türkiye ilişkileri paradoksal olarak en yoğun olduğu dönemde olmasına rağmen en zor döneminden geçtiği de ortada. Türkiye açısından değişen bir durum yok. Terörle mücadelesini sonuçlandırmamış ve iç istikrarını sağlamamış bir devletin bölgesinde de istikrar sağlayan bir aktör olamayacağı gerçeğinden hareketle Türkiye yoluna devam edecek.
Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak istediler
Her devletin kendi egemeni, hükümet sistemi ve anayasal düzeni ile ilgili tek karar merciidir. Ülkenin bağımsızlığına ve milletinin egemenliğine asgari saygı alınan karara nasıl yaklaşılması gerektiğini ortaya koyuyor. Referandum olgusunun kendisi söylemlere rağmen ilişkilerde ciddi bir değişiklik meydana getirmeyecektir. AB karar vericiler uygulamaya göre karar belirleyecek bu durumda da karşılıklı menfaatlerin nasıl daha sağlıklı gerçekleştirilebileceği unsurlar çalıştırılacaktır. Yine unutulmamalıdır ki zaten AB sürecinde yıllardır ciddiye alınabilecek bir mesafe kat edilmemiştir. Yani tam üyelik müzakere süreci zaten yıllardır adeta dondurulmuştur. Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye yönelik eleştirileri, referandumda yürüttükleri hayır kampanyaları, son olarak da çifte vatandaşlık konusundaki zorlamalar, Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak, edilgen hale getirmek içindir.
İlişkiyi karşılıklı menfaatler belirleyecek
İki taraf için de jeostratejik ve ekonomik çıkarları, özellikle Türkiye’nin Batı Avrupa’daki diasporasının varlığı ileri düzeyde bir ortaklığı kaçınılmaz/cazip kılıyor. Jeostratejik konum zamana ve şartlara göre ‘nimet ve lanet’ olarak değerlendirilecek olsa bile, Türkiye’nin tam üyeliği AB’nin siyasi gücünü artırıp etkili bir aktör kılacaktır. Kopenhag kriterlerinin Müslüman yoğunluklu bir ülkede kapsamlı olarak yerleştirilmiş olması, Türkiye’nin İslam dünyasındaki cazibesini de artıracaktır. Dünya ekonomisinin Asya-Pasifik bölgesine kayması ise Türkiye’nin AB için önemini artırdığı gibi Türkiye’nin menfaatleri AB’den bağımsız olarak da Rusya ve Çin ile Balkanlar, Kafkasya, Orta Doğu ve Uzak Doğu özelinde ilişkisini artırmasını gerekli kılıyor.
AB-Türkiye ilişkilerinin ekonomik boyutu istikrarlı ve karşılıklı çıkarları taşıyan temel bir unsur. Türkiye 2015 yılında AB ihracatı için dördüncü en önemli ticari ortak haline geldi, ihracatın yüzde 44,5 ve ithalatın yüzde 38’ini AB ülkeleriyle gerçekleştirdi. Aynı zamanda, Türkiye, AB ithalat tedarikçileri arasında altıncı sıraya yükseldi. Türkiye’ye doğrudan yabancı yatırımın yüzde 50’sinden fazlası AB üyesi ülkelerden gelmekte. Dolayısıyla bu çok yoğunluklu ilişki bundan sonra da yolunu en etkin mekanizma üzerinden bulup karşılıklı menfaatler üzerinden sürdürecektir.”
Bu kararların arkasında terör örgütleri var
Avrupa’nın siyaseten Türkiye’yi terbiye etme çabasında olduğunu söyleyen Prof. Kadir Canatan, AKPM’nin kararını AB kararı olarak görmemek gerektiğini ifade ediyor. “Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin (AKPM) Türkiye’yi yeniden siyasi denetim altına almak isteyen kararı, AB ile ilişkilerde etkili olacak bir karar olmakla birlikte, bu kararı AB kararı olarak görmek ve değerlendirmek doğru değildir. AKPM, bir Avrupa Birliği organı değildir. Bu konsey, AB’den bağımsız bir organ olarak insan hakları, demokrasi ve hukuk devletini güvence altına almak için kurulmuştur. Konseyin kararı, AB kurumlarını etkileyebilir ama bağlamaz. Konsey, Türkiye’ye bir sinyal vermiştir. Ülkede insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti konusunda gerilemeler olduğuna dair bir görüş ve izlenim bu kararın temelini teşkil etmektedir.
Bir başka mesele de, çifte vatandaşlığın iptal edilmesine dair açıklamalardır. Bu açıklamalar bireysel olarak Avrupa ülkeleri (Almanya, Avusturya, Belçika ve Hollanda gibi) tarafından yapılmıştır. Bu konunun Türkiye ile bir ilgisi yoktur. Bu mesele, daha çok Avrupalı Türkleri ilgilendirmektedir. Son zamanlarda Hollanda ile Türkiye arasında yaşanan siyasi kriz, Hollanda başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde yeniden entegrasyon, aidiyet ve sadakat konularında tartışmaları tetiklemiştir. Avrupa ülkeleri çifte vatandaşlığın bu süreçleri geliştirmede bir engel olduğunu düşünmektedirler. Gerçekte bu tespit yerinde bir tespit değildir. Çifte vatandaşlığın iptal edilmesi, belki bu süreçleri bir kısım Türkler için tersine çevirecektir. Avrupa’daki Türkler kendi içinde ‘Avrupalı’ olan ve olmayan şeklinde ikiye bölünecektir. İnsanların özlerinde ne taşıdıklarını bilemeyiz, kontrol de edemeyiz. Avrupa ülkeleri insanların duygusal hayatlarına bile hükmetme noktasında totaliter eğilimler sergilemektedirler.
Türkiye’yi baskı altına almak istediler
Her iki kararla yapılmak istenen, Türkiye’yi ve Avrupalı Türkleri baskı altına almak ve sıkıştırmaktır. Bu siyaseten bir terbiye etme tarzıdır. Güçlü bir Türkiye ve güçlü bir liderlik Avrupa’da tedirginlik yaratmaktadır. Avrupalı Türklerin Türkiye ile ilişkileri Avrupa ülkelerini kıskandırmaktadır. İslamofobiye bir de Türkofobi eklenmektedir. Bu gelişmelerden AB-Türkiye ilişkileri ne kadar etkilenecektir, bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz. Türkiye’nin vermesi gereken tepki, AB’yi karşısına almak değildir. Türkiye’de olup bitenleri sabırla anlatmak ve terör örgütlerinin siyasi ve diplomatik manipülasyonlarını ortaya koymaktır. Çünkü bu kararların arkasında terör örgütlerinin siyasi ve diplomatik lobi çalışmaları yatmaktadır.”
Referandumsuz da ilişkiler bitebilir
AB-Türkiye ilişkileri tarihinin en büyük krizini yaşadığını iddia eden Türk Alman Üniversitesi Araştırma Görevlisi Tacettin Kutay, Türkiye-AB ilişkisi yakın bir gelecekte son bulabilir diyor. “AKPM’nin kararı bu bakımdan Birlik politikalarını tam olarak ortaya koyar mahiyettedir. Avrupa izolasyon tehdidi ile etki etmek istediği referandumun neticesinde dilediği mukabelede bulunmayan Türk halkını cezalandırmaya yönelik bir adım attı. Bu adım yok sayılarak cevaplanırsa Türkiye-AB münasebetleri yakın bir gelecekte her hangi bir referanduma ihtiyaç duymaksızın son bulabilir. Olası bir referandum durumunda Türk halkının AB’den ila nihaye yüz çevireceğine ise hiç şüphem yok.
Birliğin çekinik hegemonu olan Almanya bir süredir Türkiye’ye yönelik sürdürdüğü had bildirme politikalarıyla eski asimetrik ilişki biçimini yeniden tesis etmeye gayret ediyor. Almanya tarihsel mecburiyetlerinden dolayı birliğin diğer ülkelerine nazaran diplomaside daha ölçülü davranmak durumunda kalıyor. Bu sebeple Almanya’nın dominasyonu altındaki ülkelere diplomasi kalıplarına sığmayan reaksiyonlar vermeleri yönünde yönlendirmede bulunduğuna sık sık şahit oluyoruz. Hollanda ve Avusturya’nın geçtiğimiz süreçte sergiledikleri tavır bu duruma en tipik örnektir. Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın dengesini bu kadar bozan şeyin ne olduğu çokça tartışıldı. Genel görüş Türkiye’nin güçlenmesinin yarattığı rahatsızlığın en müessir amil olduğu yönündeydi. Bununla birlikte Avrupa’nın tarihsel refleksleri göz önünde bulundurulduğunda sorunu aramamız gereken yerin Avrupa’nın iç politikası olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz. Şu halde Avrupa’nın dengesini bozan nedir?
Erdoğan-gurbetçi bağını zayıflatmak istediler
Bu sorunun cevabı bizce son derece açıktır: 15 Temmuz sonrası yaşanan süreç! 2010’dan beri Avrupa’da kademeli olarak şeytanlaştırılan bir Erdoğan figürü dikkatimizi çekmekteydi. Birlik içinde yaşanan dalgalanmalara karşı şerrinden emin olunması gereken ‘Koca Türk’ imajı Erdoğan’ın şahsında vücut bulmaktaydı. Bununla birlikte 15 Temmuz Avrupa’da yepyeni bir korkunun doğmasına sebep oldu. Erdoğan’ın Türk halkı üzerindeki konsolide edebilme kabiliyetinin ne kadar büyük olduğu ve bu kabiliyetin gurbetçilerimiz üzerinde de etkili olması Almanya başta olmak üzere özellikle orta Avrupa’da var olan Erdoğan rahatsızlığını had safhaya çıkarttı. Bu sebeple özellikle geçtiğimiz Kasım-Aralık dönemleri Avrupa ülkelerinin Erdoğan ile gurbetçilerimiz arasındaki bağı koparma çabalarıyla geçtiğine tanık olduk. Bir yandan DITIB’e yönelik baskılar, diğer yandan referandumda Evet cephesinin marjinalize edilmesi Erdoğan-gurbetçi bağını zayıflatmaya yönelik bir hamleydi. Referandumda Evet çıkması bu bakımdan Avrupa açısından felaket senaryosu anlamına geliyor. Kıta içinde yaşayan milyonlarca Türk ve bu Türk nüfus üzerinde etki gücü daha da yükselmiş olan Türkiye Avrupalının tahammül edebileceği bir şey değildir.”