Gençlik yalanından diplomasi krizine

13 yaşındaki bir kızın ailesine söylediği bir yalan nasıl bir diplomatik krize dönüşür? Bunu görmek için, Almanya’da patlayan gerginliğe bakmak yeterli.

Hikâye basit, onu karmaşık hale getiren sonrasında yaşananlar. Olayı Berlin Marzahn-Hellersdorf’da yaşayan annesi Svetlana F.’nin ağzından duyduk. Kızı okula gittiğini söylediği bir günün ardından kaybolmuş, geri döndüğünde “bir mültecinin tacizine uğradım” demişti. Ailenin bu durum karşısında telaşlanması normal, böyle bir suçlamayla gelen kızlarını hemen doktora götürdüler. Psikiyatri kliniği “çocuğun gergin ve baskı altında” olduğunu doğruluyordu. Spiegel’e konuşan anne “Kızım iyi değil” dedi.

Bu olayı uluslararası kamuoyuna taşıyansa, ailenin Rus kökenli Alman vatandaşı olması. Ukrayna’nın iç politikasına karışmak için benzer vakaları büyüten ve siyaset malzemesi yapan Rusya, Almanya’da yaşanan bu olayı da aynı çerçevede ele aldı. Alman makamlarının deyişiyle, mesele “hakikat savaşının ilk kazası” oldu.

Arap kökenli mülteci iddiası

Olayın duyulmasının ardından kızın savunmasını üstlenen Kremlin, yaşananların detaylı araştırılması için Alman Dışişleri Bakanlığı’na baskı yapmaya başladı.

Rusya için bu vaka Almanya’nın mülteci politikalarını ve Suriyelilerin statüsünü netleştirmesi için örnekti. Tecavüz, şiddet ve tacizi mültecilikle ilişkilendiren Moskova, Suriye politikasında sık sık kullandığı kozu öne sürmekte gecikmedi: “Mültecileri kontrol edebiliyor musunuz?”

Rus Büyükelçiliği Şubat’ın ortasında Alman Dışişleri Bakanlığı’na sözlü nota verdi. Agresif bir ton içeren nota, Rus kökenli vatandaşın başına gelen mağduriyetin detaylı araştırılmasını talep ediyordu.

Bu sırada kızın yaşadıkları internet ortamlarında tartışılmaya başlanmıştı. Kıza beş “Arap” kökenli mültecinin on saat boyunca tecavüz ettiğini söyleyenlerin yanında, ormanda saklandığını iddia edenler de vardı. Kızın başına gelenlerden çok, hakkındaki iddialar ön plana çıkmıştı. Sosyal medya hesapları üzerinden, sonradan Alman istihbaratınca tespit edilen Ruslara yakın olduğu anlaşılan kaynaklar tarafından propaganda başladı.

Almanya’nın mülteci politikası kamuoyunda da gündeme geldi. “Örtbas” suçlaması ön plana çıkmıştı.

Çözülemeyen 30 saat

Rus Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov 30 saat kayıp olan kıza “Bizim kız” diye hitap ediyordu. Moskova’nın, etnik azınlıkları huzursuzluk için kullandığını anlatan Batılı istihbarat servisleri, kayıp vakasının bunun en açık örneklerinden biri olduğunu söylüyor.

Uzmanlara göre, Rusya’nın politikası basit: Yerleştir ve huzursuzluk çıkart. Benzer bir strateji Kırım ve Ukrayna’da uygulanmış. Kendini bu ülkelerde yaşayan Rus azınlıkların koruyucusu olarak niteleyen Rus hükümeti, o vatandaşların yaşadığı olumsuzluklarda bulundukları ülkeye müdahale etmekte sakınca görmüyor. Sonuç, diplomatik kriz ve huzursuzluk.

2004’te Rusya’dan göç eden ailenin de bu politikanın Almanya’daki örneği olduğunu yaşanan süreç ortaya koyuyor.

11 Ocak’ta bildirilen kayıp vakası için Berlin polisi bir arama başlattı. Kısa sürede yaşadığı Marzahn-Hellersdorf’a kızın özelliklerini anlatan broşürler dağıtan polis, şehrin genelini kapsayan bir araştırma yaptı.

Kız 30 saat sonra eve geldiğinde, konuşmak istemiyordu. Annesi ilk karşılaşma anını şöyle anlatıyor:

“Bir sutyen, tozluk, ayakkabı ve bir ceket giymişti, tişört, hırka ve sırt çantası ve cüzdanı gitmişti. Ağlıyordu ve yüzündeki çizikler, kanlı dudakları ve burnunu morluk vardı.”

Bu detaylı tarif dışında kızın ne dediğini anlamak mümkün değildi. Anlattığı hikâyeye göre baskı altında geçirdiği 30 saat hakkında konuşmak istemiyordu. Polise ifade vermekten kaçındı. Annesi kendisine gelen bilgileri polise aktardı.

İlk hikâyeye göre, kız tramvay durağından kaçırılmış, istismar ve tecavüze uğramıştı. Üç Akdenizli adamdan söz ediyordu ve adamlar Almanca bilmiyordu. Kızı muayene eden doktorlar korktuğunu doğruluyor ama tecavüzden söz etmiyordu. Raporlara karşın söylentiler bitmedi. Kızın bir ormana götürüldüğü, tutulduğu yerde çıkan yangından kaçarak kurtulduğu anlatılmaya devam etti.

Yalan çıktı ama tepki dinmedi

Söylentilerin ortak noktası kızın “Arap erkekler” tarafından alıkonulduğuydu. Aşırı sağcı haber siteleri “Kızın başına gelenleri açıklayın” derken, aşırı sağcı Ulusal Demokrat Parti (NPD) hükümeti “mültecileri başıboş bırakmakla” suçlamaya başladı.

Söylentiler yaşananların önüne geçmişken, Alman polisi kızı tekrar ifade vermeye çağırdı. Davanın ayrıntıları üzerine konuşmak için üç saatten fazla sorgulandı. Annesinin de bulunduğu sorgulama bir erkek bir kadın iki memur tarafından gerçekleştirilmişti.

Sorgulamanın sonunda çıkan sonuç çarpıcıydı: Kız tecavüz iddiasını geri çekmiş, uzun süre dışarda kaldığı için ailesinin tepkisini çekmemek için böyle bir yola başvurduğunu itiraf etmişti.

Kendisini kaçırdığı söylediği “Arap asıllı” erkekler hayal ürünüydü ve senaryosunu inandırıcı kılmak için eve dönerken kendini hırpalamayı unutmamıştı.

Kızın itirafları ne Rus makamların Almanya’yı açıklamaya yapmaya zorlamasının önüne geçti, ne aşırı sağcı kamuoyunun tepkisini dindirdi. Kızın ifadesi alınırken, Marzahn Eastgate alışveriş merkezinin önünde bir protesto vardı. Kızın kuzeni olarak kendini tanıtan bir genç kadın, “Kız gerçekten üç erkek tarafından tecavüze uğradı” derken, arkada NPD üyeleri “çocuklara tecavüz için ölüm cezası”, “mülteciler defolsun” sloganları atıyordu.

Tehlikeli politika

Avrupa Politikaları Çalışmaları Araştırma Merkezi (CEPS) AB Politikaları Başkanı Steven Blockmans’a göre, Putin’in sivilleri hedef alarak sığınmacı akımını hızlandırma stratejisini planlı değil, Moskova AB’nin sığınmacı krizi karşısında zorlanması sonucu taktik değiştirdi:

“Rusya, sığınmacı krizinin AB üye ülkeleri arasında ne denli çatlağa yol açtığını gördü ve bundan kendine pay çıkardı. Rusya, sığınmacılar konusundaki pozisyonuyla gittikçe yalnızlaşan Almanya Başbakanı Angela Merkel’i devre dışı bırakarak, AB’nin çöküş sürecini hızlandırmaya çalışıyor.”

Blockmans’a göre Rusya’nın bu hedefi sadece Suriye politikasını değil, Ukrayna müdahalesinden dolayı kendine uygulanan yaptırımları da kapsıyor.

Merkezi Viyana’da bulunan Uluslararası Barış Enstitüsü Başkanı Hannes Swoboda da Rusya’nın gizli bir ajandası olduğu fikrinde:
“Putin’in Suriye’de saldırılarını artırarak sığınmacı krizini körüklemeye çalıştığı ve böylece AB’yi dağıtmayı hedeflediği düşünüyorum. Rusya’nın, AB için problem çıkaracak gizli bir gündeme sahip olmasından endişeliyim. Katılımcı ülkeler olarak çok güçlü bir işbirliğine ve ortak bir stratejiye ihtiyacımız var.”

Küçük yeşil adamlar

Londra merkezli düşünce kuruluşu Kraliyet Silahlı Kuvvetler Enstitüsü (RUSI) araştırmacılarından Micheal Stephens, “Bence sorun Rusya’nın kazanmak için her şeyi yaptığı bir savaş vermesi ve insani sonuçlarını çok az düşünmesi” diyor. Almanya Dış Politika Cemiyeti’nde (DGAP) Ortadoğu ve Kuzey Afrika uzmanı Kristian Brakel de Rusya’nın, insanların Suriye’den sığınmacı olarak Avrupa’ya göndermek için sivil yerleri bombaladığına ilişkin iddiaların zaman zaman dile getirildiğini ancak bunu ispat etmenin zor olduğunu anlatıyor.

Bütün bu tablo bize neyi gösteriyor? Rusya’nın yeni bir hamlenin kartlarını dağıttığını mı?

Güvenlik uzmanlarının Rusya kökenli olduğunu tespit ettiği twitter hesaplarının IP adresleri bu stratejinin manipülasyon içerdiğinin de kanıtı gibi.

Bir Alman Federal Meclis üyesi Rusları “küçük yeşil adamlar” diyerek tanımlıyor: “Görünmeden strateji geliştirir, silahlarını kelimelerden seçerler. İnternet de yeni alanları.”

Benzer konular