Bir ülkede eğitim sistemi düzelmedikçe, gelişmekten, kalkınmaktan veya toplumsal huzurdan bahsetmek söz konusu değil. Ülkenin geleceğini temsil eden çocukların içinde bulunduğu çağa olduğu gibi gelecek çağlara göre de kendisini donatması gerekir. Devlette eğitim politikaları bunun üzerine kurulur ve yatırımlar bunun üzerine yapılır. Bu yüzden gelişmiş ülkelerde eğitim harcamalarına ayrılan bütçe yüzde 6-7 arasındayken, gelişmekte olan ülkelerde bu oran çok düşüktür.
Türkiye’de son yıllarda eğitime yapılan yatırımlar, diğer birimlerde yapılan yatırımlardan aşağı değil. Büyüyen ekonomiye rağmen eğitim bütçesi yüzde 1,5-2’lerdeyken, yüzde 5,2’lere kadar çıkartıldı. Birçok alanda iyileştirme yapıldı. Okullaşma oranında gelişmiş ülkelerin standartlarında yüzde yüze yakın kız ve erkek öğrencilerin okullaşması temin edildi. Üniversiteleşmede önemli mesafeler alındı. Meslek eğitiminde yapılması gereken yatırımlar standartlar çerçevesinde yapıldı. Okulların fiziki koşulları düzeltildi, derslikler arttırıldı. 15 yıl önce başörtüsü ve imam hatiplerle uğraşmaktan eğitimi önceleyemeyen laik eğitim sistemi, şimdi bu problemleri aşmış, eğitimin içeriğiyle meşgul oluyor. Buna rağmen 15 yıldır hükümette olan AK Parti’nin dönüştürücü reformist yapısı eğitime yeterince yansımadı.
En sık değişen bakanlık: Milli Eğitim
Eğitimde hiçbir şey değişmedi demek doğru olmaz. Sürekli köklü değişimler içerisinde olan eğitim sistemi, 15 yıllık tek parti iktidarına rağmen değişmedi değil de bir türlü rayına oturmadı denilebilir. 96 yılda 78 bakan değiştiren Milli Eğitim, son 15 yılda da 6 bakan değiştirdi. AK Parti dönemi belki de en az Milli Eğitim bakanı değiştiren dönem oldu, zira diğer dönemlerde bu bakanlık neredeyse her yıl değişiyordu.
AK Parti iktidara geldikten 2 yıl sonra büyük bir atak yaparak müfredat değişikliğine gitti. Önce pilot olarak uygulanan bu değişiklik, 2005 yılında ülke genelinde uygulandı. Öğrenci merkezli eğitim modeli uygulanmaya başlandı. Amaç öğrenciyi ezbercilikten kurtarmaktı. İlkokul birinci sınıflar okuma-yazma öğrenirken önce cümlelerle değil seslerle tanıştı. Bitişik el yazısıyla yazmaya bu yıl başlandı. Alfabede ilk ‘a’ yerine ‘e’ harfiyle tanıştılar. Fişler tarihe karıştı. Bu yıl (2017) itibariyle çocukların yaşadığı zorluklardan dolayı bitişik el yazısı kaldırıldı. Yine 2005 yılında yapılan önemli bir değişiklik de, liselerin 3 yıldan 4 yıla çıkartılması oldu. Aynı yıl içerisinde Liselere Giriş Sınavı (LGS) yerine Ortaöğretim Kurumları Sınavı (OKS) getirildi. LGS gibi tek sınav şeklinde yapılan OKS’nin farkı, müfredat ve katsayı hesaplaması. İlk OKS 2006 yılında yapıldı.
3 sınava çıkartılan SBS, FETÖ’ye yaradı
AK Parti iktidarında en uzun süre bakanlık yapan Hüseyin Çelik döneminde tek sınavın kaldırılması kararı verildi. 6,7,8. sınıflarda Seviye Belirleme Sınavı(SBS) yapılacak, bu sınavların yanı sıra yıl sonu başarı notu ve davranış notunun da liseye geçişte etkili olacaktı. Değişiklikteki gerekçe öğrencilerin üç yıllık birikimlerini tek sınav ile ölçmenin doğru olmamasıydı. Ayrıca MEB, sınavı üç sınıfa yayarak dershaneye olan ihtiyacın azalacağı görüşündeydi, fakat uygulamalar tam tersi olduğunu, öğrencilerin 1 yıllık dershane hayatlarının 3, hatta 4 yıla çıktığı görüldü. Bu da FETÖ’nün öğrenci devşirdiği dershanelerine yaradı. Son OKS 2008’de yapılırken, o yıl 6. ve 7. sınıfa başlayanlar da SBS’ye girdi.
Çelik’in uzun dönem bakanlığının ardından Nimet Çubukçu 2009 yılında Milli Eğitim bakanı oldu. 3 yıl girilen SBS sınavını tek sınava indirdi. 2010 yılında düz lise olarak bilinen genel liselerin Anadolu lisesine dönüştürülmesine başlandı. 2014 yılına kadar dönüşüm tamamlandı. Türkiye genelindeki 1953 genel lise Anadolu Lisesi’ne dönüştürüldü.
2012 yılında MEB, 5+3 şeklinde uygulanan ve imam hatiplerin kapanmasına zemin hazırlayan 8 yıllık kesintisiz eğitimi 4+4+4 şeklinde 12 yıllık zorunlu eğitime çevirdi. Bu değişiklikle okula başlama yaşı 60 ay isteğe bağlı 66 ay da zorunlu olmak üzere düşürüldü. Küçük yaşlarda okula başlayan çocuklarda, okuma yazma öğrenmek ve birçok konuda yaşanılan zorluk sonrasında geri adım atıldı. Ortaokul ve lisedeki seçmeli dersler artırılarak Hz. Muhammed’in Hayatı, Temel Dini Bilgiler, Kuranı Kerim, Yaşayan Diller ve Lehçeler gibi dersler de seçmeli dersler arasına konuldu.
Eğitim sistemi niçin dönüşemiyor
2014 yılına gelindiğinde dershaneler kapandı ve liseye geçişlerde tek sınava bağımlı olmaktan çıkılarak TEOG getirildi. Buna göre yılda iki sefer yapılan sınav, herkesin kendi okulunda ve okullarda yapılan sınavlardan dönem bazında bir tanesinin merkezi yapılması esas alındı. 2017’ye gelindiğinde, TEOG’un yerleştirmede çıkan sıkıntıları da düşünülerek kaldırıldığı söyleniyor. Fakat yerine hangi sistemin geleceği henüz açıklanmadı.
Üniversiteye giriş sınavları da bu dönemler içerisinde değişime uğradı. 2009 yılında tek sınav olan ÖSS’nin kaldırılarak iki aşamalı Yükseköğretime Geçiş sınavı (YGS) ve Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS)’ye geçiş yapıldı. LYS 5 ayrı testten oluşuyor ve 5 oturumda yapılmaya başlandı. Ayrıca sözel, sayısal ve eşit ağırlıklı puan türlerinde, birden çok puan türleri oluşturuldu. Böylece yükseköğretime daha nitelikli öğrenci akışı sağlanması amaçlandı. Sürekli değişen katsayı puanı da 2012 yılında tarihe karıştı. Şimdi üniversite sınavlarında da değişikliğe gidileceği konuşuluyor. Fakat yeni sistemin ne getireceği hala belirsizliğini koruyor.
Türkiye, son 15 yılda 3 kat büyüdü. Kişi başına düşen geliri 3 binlerden 10 bin dolara kadar çıktı. Dünyada en büyük 20 ekonomi arasına girdi. Dışişlerinde daha fazla sözü dinlenen bir aktör oldu. Otoyolları, köprüleri, metroları arttı ve gelişti. Hastaneleri, okulları çağdaş ve modern görünüme kavuştu. Bu olumlu gelişmelere örnekler daha da arttırılabilir. Kısacası refah düzeyi gözle görülür şekilde arttı. Buna rağmen eğitim sisteminde istediğimiz bir düzeye gelebilmiş değiliz. Bunun sebeplerini konunun uzmanlarına sorduk. Aslında dert ortada, derman için atılacak adımları iyi planlamak lazım.
Eğitimi ideolojiler üzerinden tartışıyoruz
Eğitimle ilgili eleştirel konuların bir kısmının gerçek, bir kısmının da yapay olduğunu söyleyen Eğitim Bir Sen Genel Başkan Yardımcısı Latif Selvi, eğitim kalitesinin iyileştirilmesi için atılacak adımların neler olduğunu şu ifadelerle belirtti: “Eğitimi kendi konseptinde tartışma yerine, ideolojik kaygılarımızla tartıştığımız için sorunlara çözüm bulamıyoruz. Son günlerde müfredat üzerinden yapılan tartışmalara bakın, hiçbirisi içerikle alakalı değil, kişilerin ideolojik duruşuyla alakalı bir konudur.
Mesela müfredatta evrim teorisinin çıkarılmasıyla ilgili yoğun bir tartışma oldu. Değişiklikte evrim teorisiyle ilgili bir çıkarma söz konusu değil, konunun içeriği ve sunuş biçimiyle alakalı bir takım düzenlemeler yapılmış, bu düzenlemede evrimci hocaların da katkıları alınmış. Esasında evrimle ilgili konuyu bilmeyip, müfredatı okumayarak eleştirenler, evrimi bir yaşam felsefesine dönüştürüp, her şeyi ilk elden mükemmele göre tarif eden, modernizmin baskın olduğu dönemlerdeki materyalist dönüştürme projelerini kendileri için yegane ilke haline getirmiş, din ve geleneğe dair her ne varsa bunları dışlayıp küçümseyen bir anlayışı egemen kılmak istiyor. Biz fizik, kimya ve biyolojide bütün tartışmayı evrim üzerinden sürdürdüğümüzde, çocuklarımızın bir fizik eğitimini ortalama öğrencinin kolayca anlayabileceği bir seviyeye getiremezsek zafiyetler doğar. Milli Eğitim Bakanlığı gerek müfredat düzenlemelerinde olsun, gerekse teknik seviyede yapılacak çalışmalarda siyaseti ve toplumu baskı altına almak isteyenlerden dolayı rahat bir çalışma yapma imkanı bulamıyor. Bundan dolayı da atılacak olan adımlar gecikiyor.
Türkiye’nin şu anda takip ettiği gelişim fotoğrafı doğru bir çizgi. Ancak bizi hedefe taşıyacak adımlar açısından değerlendirdiğimiz zaman yetersiz. Mesela öğretmen açığıyla Türkiye yıllarca yüz yüze geldi. Bugün bazı branşlar istisna, büyük oranda ihtiyacı karşıladı. Derslikleri arttırdı, teknik donanımları düzeltti. Temel problem, Milli Eğitim Bakanlığına üniversitelerimiz, eğitimle ilgilenenler, eğitim sendikalarının destek verememesi. Herkesin katkı verebileceği bir mekanizmayı üretebilmeliyiz. Farklılıklarımız olabilir. Ama bu farklılıklarımızı eğitimin üzerinden tanımlama suretiyle çocuklarımızın geleceğine dair atılacak adımlar yerine, ideolojik sebeplerle kilitleyen bir noktaya gidersek burada ciddi bir problem doğar.”
Küçük ve kontrollü adımlarla değişim yapılmalı
Eğitim politikaları oluştururken hem Türkiye hem de dünyadaki uygulamalardan tecrübe edinme, onları da dikkate alarak politika oluşturma açısından bir zafiyet olduğuna dikkat çeken SETA Eğitim Uzmanı Bekir Gür, şunları kaydetti: “Şu an herkes Sayın Cumhurbaşkanımızın söylediklerine destek oluyor. Herkes okulun esas olması gerektiğini, öğrencilerin sınavlara hazırlık için çok fazla zaman ayırmamaları gerektiğini, sürekli dershane ve benzeri kurumlara gitmemeleri gerektiğini düşünüyor. Ama bu hedefleri gerçekleştirebilecek politika araçlarının maalesef bugüne kadar oluşturulamadığını görüyoruz. Kaliteli eğitimin yaygınlaştırılmasıyla ilgili bir sıkıntı var.
Yapısal olarak baktığımızda benim gördüğüm en büyük eksiklik, Milli Eğitim sistemi açısından sağlıklı izleme ve değerlendirme sisteminin olmaması. Ama bu sadece AK Parti hükümetine has bir sorun değil. Milli Eğitim Bakanlığının geleneksel kodları biraz böyle. Aşırı merkeziyetçi bir yapı var.
Milli Eğitimde sürekli değişim varmış gibi gözüküyor. Fakat TEOG örneğine baktığımızda dört yıldır aynı şekilde devam ediyor. Küçük küçük müdahaleler yapılmış olsaydı, sistem belli bir yere doğru evrilmiş olsaydı, belki bugün bu kadar köklü bir değişikliği tartışmıyor olacaktır. Sanıyorum dönemin yöneticilerinin biraz aceleyle iş yapmalarının da geldiğimiz noktaya etkisi var. Daha küçük, daha kontrollü, izlenebilir adımların atılması lazım. Bugün itibariyle TEOG’da değişikliğe gidilmesinin gerekli olduğunu düşünenlerdenim. Çalışan bir sistem olsa, orada küçük küçük müdahalelerle belki istediğimiz yönde bir değişiklik yapabiliriz, ama şu an mevcut sistem bir öğrenciyi mahallesindeki liseyi yerleştirmekten aciz.
Eğitim konusunda yol alamamamızın bir diğer sebebi ise, sivil toplum ve medyanın bu konulara zamanında değil de sorunlar çıktıktan sonra müdahil olması. Bilgi üretme, karar alıcılara yön gösterme noktasında üniversiteler oldukça pasifler. Eğitim sadece bakanların ya da siyasetçilerin sorunu değil, toplumsal olarak bir takım sıkıntıları var. Bu farklı paydaşların tamamı biraz daha programları izlemeye, değerlendirmeye alırlarsa ve bunları zaman zaman raporlayıp kamuoyuyla tartışırlarsa ve daha küçük kontrollü adımlar atılırsa, daha sağlıklı sonuçlara ulaşılır diye düşünüyorum.”
Önce öğretmen, sonra öğrenci
Devlet-özel fark etmeksizin, okullardaki çoğu uygulamalara baktığımızda, eğitimin temel amacının “birey”lerden daha çok “mürit”ler yetiştirmek olduğunu söyleyen Eğitim danışmanı Oktay Aydın, “Sorgulayan birey yetiştirmeyi amaçlıyoruz ama asla resmi ideoloji çerçevesinde anlatılan olayları, kişileri sorgulatmıyoruz” diyor. “Bir eğitimci olarak benim istediğim ‘gelmek istediğimiz düzey’, kendini tanıyan, çağının gerektirdiği genel yaşam ve mesleki becerilere sahip, tüm dünyadaki akranları ile rekabet ederek, sadece kendi ülkesinde değil tüm dünyada değerler üretebilecek, iş bulabilecek, sadece kendine ve ülkesine değil tüm insanlığa katma değer katacak bireyler, yani ‘dünya vatandaşları’ yetiştirmektir.
Buna ulaşmak için, öncelikle, var olan 1 milyon öğretmeni ve yetiştireceğimiz yeni öğretmenleri bu amaca ulaştırabilecek düzeye getirmemiz gerekiyor. Kısa erimde olmayacağını ben de biliyorum, ancak bir biçimde başlamamız ve bu konuyu halletmemiz gerekiyor. Zira binalarınız ne kadar güzel olursa olsun, milli ideolojiniz ne kadar güçlü aktarılıyor olsa da, geleceğin becerileri ile donanmış kuşaklar, ancak becerilerin ne olduğunu bilen ve aktarabilen öğretmenlerle yetişecektir.
Eğitimde değişim kaçınılmazdır. Ancak bu değişim kararları, birçok paydaşla müzakere edilerek, üzerinde epeyce çalışılarak, pilot uygulamaları yapılarak ve var olanlara değil yeni başlayan öğrencilere uygulanmak üzere alınmalıdır. Okul müfredatları ve kitapları üzerinde çok ciddi çalışmalar yapılıyor. Ancak burada bir ideoloji çıkarılıp yerine yeni bir ideoloji öğretimi yerleştirme çabalarından daha çok, öğrencilerin ileride yaşamlarında hem ulusal çerçevede hem de tüm dünyadaki akranları ile rekabette gereksinim duyacağı becerilerin kazandırılmasına odaklanılmalı. Okutulacak dersler, içerikleri, kitaplar, açılacak kulüpler, projeler, yarışmalar, etkinlikler, kısacası tüm okul kurgusu, bu beceriler üzerine inşa edilmeli.
Çocuklarımızın, gençlerimizin, hamasi bilgileri-duyguları varsın az olsun, ama en az bir yabancı dili etkin bilsin (konuşabilsin, yazabilsin, konuşulanı ve yazanı anlayabilsin), analitik düşünebilsin, yaratıcı olsun, sanat ve spor dallarından en az birinde ya etkin olsun ya da olamıyorsa da en azından bilgili yetkin bir izleyici, dinleyici olsun, estetik kaygılar taşısın, çevresine ve gezegenine duyarlı olsun.”
Geçmiş yıllara göre eğitimin altın çağı
Eğitim sorununun, devletimizin cevabını en iyi şekilde bulmak için uğraştığı meselelerden biri olduğunu söyleyen Eğitimci Şahin Ayer, çok da umutsuz görünmediğini vurguluyor. “Cumhuriyetin kuruluşu ile yeni bir hüviyet kazanan devletimizin eğitime bakış açısı maalesef yeni bir toplum yaratmak ilkesinin siyasi ve ideolojik kutbundan dolayı çok ağır yaralar almıştır. Cumhuriyetin ilk yılları, yeni ve farklı bir millet oluşturmak gayesiyle eğitimin doğal ihtiyaçlarının görmezden gelinmesiyle geçti. Tek tip insan ve ülkenin ideolojik ilkelerine boyun eğmiş halklar oluşturmak için kısa tanımlı, çok bilgi içerikli, sert, anlayışsız, düşünme ve tasarlamanın söndürüldüğü bir eğitim ortamı oluşturuldu çok uzun yıllar. Ülkenin ağır savaştan çıkmış olmasının getirdiği fakirlik, sık sık askeri darbelere maruz kalma gibi nedenlerden ötürü okul, derslik ve öğretmen sayısı ile niteliğinin çok yetersiz oluşu çocuklarımızın iyi eğitim alamamasına neden oldu.
Son çeyrek asırda globalleşmenin getirdiği avantajlar ülkemize de eğitim dünyamıza da olumlu yansımıştır. Özellikle AK Parti hükümetleri döneminde eğitim, geçmiş yıllara oranla altın çağını yaşamaktadır. Fakat bazı önemli sorunlarından da kurtulabilmiş değil. Eğitim dünyamızda oluşan olumlu gelişmelere müfredat değişiklikleri ile destek olunmalıdır. Bilginin azaltıldığı, yeteneklerin ön plana çıkarıldığı, okul türlerindeki artışın desteklendiği hedeflere ihtiyacımız var.
Okul türleri artırılmakla beraber, okul sayımıza orantılı dağıtılamamıştır. Okul türleri ve buna uygun branş öğretmenlerinin sayısal yetersizliği devam etmektedir. Gelişen dünyada artık fen, matematik ve sosyal bilimler ile sınırlı insan vasıfları değerli değildir. Sanat, spor dalları, değişik yetenek dalları, birçok meslek dalı, duygusal gelişim gibi konular okul türleri olarak önümüze çıkmalıdır. Bütün bunlara rağmen kötümser düşüncelerin yerini iyimser bakış almalıdır. Enseyi karartmayalım her şey eskiye oranla ilerlemektedir.”