Önce yaklaşık bir yıldır konuştuğumuz Deniz Yücel’i biraz yakından tanımaya çalışalım. Kırlaşmaya başlamış siyah uzun saçları ve heybetli bıyıklarıyla eksiksiz bir doğulu figür. Doğup büyüdüğü Almanya için entegrasyon politikalarının çok başarılı bir modeli. Göçmenlere mesafeli Merkel’den çok, entegrasyon siyasetinin öncüsü sosyal demokratların eseriydi. Frankfurt yakınlarındaki bir kentte dünyaya gelmiş, üniversite eğitimini ise Berlin’de siyaset üzerine yapmıştı.
Alman kültürüne daha yakın bir çocukluk ve gençlik yıllarının ardından tercihini gazetecilikten yana kullanan Yücel, çeşitli gazete, dergi, radyo ve internet sitelerinde çalıştı. Kariyerinin belirginleştiği dönem ise 2007-2015 yılları arasında çalıştığı sol tandansa sahip TAZ gazetesiydi. Terör örgütü PKK’ya yakın isimlerle bu dönemde yakınlık kurdu. Yine Alman siyasetinde aşırı sol görüşleriyle bilinen Türk kökenli isimlerle kurulan dostluklar da onu Türkiye konusunda muhalif ve önyargılı bir isme dönüştürdü. Gezi olayları üzerine yayınladığı “Her Yer Taksim” kitabı da zaten bu önyargının sonucuydu. 2014 yılında çıkardığı bu kitabın hemen ardından 2015’te Die Welt gazetesinin Türkiye muhabiri olarak İstanbul’a geldi.
Türkiye’de yabancı gazeteci olmak
Yabancı gazetecilerin büyük çoğunluğu için İstanbul, mesleki kariyerlerindeki farklı bir deneyim olarak görülüyor. Cihangir-Nişantaşı-Kadıköy üçgenine sıkışmış bir yaşam, sol ve marjinal çevrelerle kurulan dostluk ilişkileri ve bu ilişkinin doğal sonucu olarak HDP siyasetiyle özdeşleşme… Türkiye’de çalışan yabancı gazeteciler için doğal bir sonuç olan bu serüven, sonuçları itibariyle problemli bir gazetecilik refleksi üretiyor. Türkiye’nin geniş siyaset bloğuna karşı olabildiğince mesafeli ve muhalif tutum takınan bu gazeteciler, bir süre sonra sadece dar sosyal çevreleri tarafından bilgilendirilen isimlere dönüşüyor.
Tanıyanların anlatımına göre Deniz Yücel’in görünür Türkiye macerası da bu bildik hikayeden farklı seyretmemiş. Aksansız Almancasına göre hayli sorunlu Türkçesi ile İstanbul’da bir Alman gazeteci profili çizen Yücel’in yaptığı haberlerin büyük kısmı PKK ile ilgiliydi. 15 Temmuz darbe girişimine yönelik algı operasyonlarına hizmet eden haberler ile yine FETÖ’ye yönelik operasyonlar da Alman gazetecinin tercih ettiği konular arasında yer alıyordu.
Ağırlıklı olarak siyasi haberleri takip eden Deniz Yücel’in bir basın toplantısında dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’na yönelttiği soru ise önyargılı tutumunun izlerini taşıyordu. İnternet medyasına “Davutoğlu’ndan Alman gazeteciye ayar” başlığıyla manşet olan toplantıda Deniz Yücel, “Türkiye’nin basın özgürlüğü listesinde 195. sırada” olduğunu iddia ediyordu. Davutoğlu’nun yanıtı ise “193 ülkenin olduğu dünyada basın özgürlüğünde nasıl 195. olabiliyoruz?” şeklindeydi.
Deniz Yücel için Türkiye kökenli olmak gazetecilik yaptığı ülkeyi anlamakta pek de avantaj sağlamıyordu. Algı operasyonlarına hitap eden haberler, Kandil’de gerçekleştirilen söyleşiler, FETÖ’cüler için yapılan dezenformasyonlar Almanya doğumlu gazetecinin gerçeğin peşinde olmak gibi bir kaygısının olmadığını da ispatlıyordu.
“Bir kez Türk, hep Türk” mü?
Almanya’nın etkili gazetelerinden Frankfurter Allgemeine Sonntag gazetesi, Deniz Yücel’in tutuklanmasının ardından ilginç bir tartışmayı sayfalarına taşıdı. Gazetenin yazarlarından Michael Martens, “Bir kez Türk, hep Türk” başlıklı yazısında Türkiye kökenli gazetecilerin, anne babalarının ülkesine duygusal yaklaştıklarını ve onları gazeteci olarak Türkiye’ye göndermenin yanlış olduğunu öne sürdü. Alman medyası için Türkiye’de görev yapan bu kişilerin duygusal bağları hata yapmalarına yol açıyordu. Alman gazetecinin çağrısı, yabancı ülkelere gazeteci gönderirken kökeninden hareket edilmemesi gerektiği yönündeydi.
Almanya’daki Türk kökenli bazı gazetecilerin tepki göstermesine rağmen Martens’in yorumunun haklılık payı yüksekti. Türkiye kökenli olmak bu isimleri doğal olarak tartışmaların bir parçası yapıyordu ve objektif değerlendirme yapma imkanlarını kaybediyorlardı. “Bir ülkenin diline hakim olan ve buna rağmen ülkeyi su gibi yanlış anlayan çok insan var. Bir ülkeyle duygusal, hatta ailesel bağ, bu ülke üzerine haber yazmak için bir avantaj olmasa gerek” diye yazan Alman gazeteci, aslında Deniz Yücel’in İstanbul macerasını da tek paragrafta özetliyordu.
Şansölye için travmatik tutukluluk
Tarihi dostluğun gölgesindeki Türkiye-Almanya ilişkileri 15 Temmuz sonrası alışık olunmayan bir kriz dönemine girdi. Darbede görev alan FETÖ’cü askerler ile Türkiye’nin dış temsilciliklerinde görev alan diplomatların Almanya’ya iltica talebinde bulunması krizin işaret fişeği oldu. Hemen peşinden İncirlik krizi patladı. Türkiye, Ermeni soykırımını oylayan Alman Parlamentosu’na tepki olarak İncirlik’i ziyaret etmek isteyen Alman heyetine izin vermedi. Türkiye karşıtı politikanın liderliğine soyunan Almanya, sonunda Türkiye’deki üslerde yer alan asker ve savaş uçaklarını Ürdün’e kaydırmak zorunda kaldı.
İki ülke arasındaki kavganın ilk raundunu Türkiye kazanmıştı ama Almanya’nın yanıtı gecikmedi. Alman polisi Şubat 2017’de bir eve baskın düzenledi ve Türkiye için casusluk yaptığı iddiasıyla 4 kişiyi gözaltına aldı. Almanya’daki FETÖ’cüler hakkında bilgi topladıkları iddia edilen bu kişiler DİTİB’e bağlı imamlardı. Casuslar savaşına dönen mücadelede Türkiye’nin hamlesi Almanya’da hayli travmatik etkilere neden oldu. Bir süredir Türkiye’de görev yapan Deniz Yücel, terör örgütü propagandası yapmaktan gözaltına alındı ve sorgusunun ardından tutuklandı. Almanya’nın asla beklemediği bu hamle sadece Merkel Hükümetini değil AB’yi de sarstı.
Kriz derinleşirken karşılıklı hamleler gelmeye devam ediyordu. Deniz Yücel’in tutukluluğu krizin sadece su üstüne vuran yüzüydü. Oysaki iki ülke arasında perde arkasında çok ciddi çatışmalar yaşanıyor ve her hamle gölge boksu şeklinde ilerliyordu. Almanya sonunda hedefe Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı koydu ve referandum çalışmalarına engel çıkartmaya kalkıştı. Erdoğan’ın toplantı yapacağı salonla ilgili değişikliklerin ardından Türk Bakanlar Bozdağ ve Zeybekçi’nin propaganda çalışmalarının engellenmesi bardağı taşırmıştı.
Cumhurbaşkanlığı referandumunda açıktan cephe alan Almanya, AB ülkelerini de harekete geçirmeye çalışıyor ve üyelik müzakerelerinin askıya alınması için baskı uyguluyordu. Deniz Yücel’in tutukluluğu çoktan unutulmuştu. Silivri Cezaevinde hakkındaki iddianamenin hazırlanmasını bekleyen Deniz Yücel, HDP ve CHP’li vekillerden oluşan lobinin yapacağı çalışmalara umut bağlamıştı.
Büyükada’daki Alman vatandaşı
Almanya’nın Türkiye’ye gizli silah ambargosu uyguladığı iddiaları gazete köşelerinde konuşulurken firari FETÖ’cülere kucak açması Ankara’nın sinir uçlarına dokunuyordu. 15 Temmuz darbe girişiminin bir numaralı şüphelisi Adil Öksüz’ün Almanya’da görüldüğü iddialarının üzerine 17-25 Aralık darbesinde görev alan yargı mensuplarının da yine bu ülkede saklandıkları istihbaratı üzerine Ankara daha da sertleşti. Büyükada’daki gizemli toplantıda gözaltına alınanlar arasında bir de Alman vatandaşı vardı. Alman Hükümetinin kurtarılacaklar listesine bir isim daha eklenmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere Türkiye’den gelen sert açıklamaları Alman Başbakanı Merkel karşılamaya çalışıyor ama iç kamuoyundan yükselen tepkileri önlemekte yetersiz kalıyordu. Cumhurbaşkanlığı referandumundan zaferle çıkan Erdoğan siyaseten rahat, zorlu bir sandık mücadelesine hazırlanan Merkel ise sıkıntılıydı. Almanya genel seçimlerinin neredeyse tek gündemi Türkiye ile ilişkilerdi. Irkçı AfD dışındaki tüm partiler Türk siyasileri hedefe koyuyor ve seçim vaadi olarak Türkiye ile ilişkiler masaya sürülüyordu.
Krizi bitiren seçim
Almanya’da esen Türkiye karşıtı havayı besleyen Başbakan Merkel, sandıktan birinci parti çıktı ama gücünü önemli ölçüde yitirmişti. Türkiye karşıtlığında Merkel ile yarışan Alman sosyal demokratları da kaybedenler arasındaydı. Kurulamayan koalisyon ve eski gücünden uzaktaki Merkel, çözümü Türkiye ile yakınlaşmakta buldu. Belki de Deniz Yücel için umut o gün doğmuştu. Casuslar savaşında Almanya geri adım atıyor, Türkiye ise bu yeni duruma kayıtsız kalmıyordu.
Hükümet kurma çalışmaları bir türlü sonuçlanmasa da Almanya Dışişleri Bakanı Gabriel, yoğun bir diplomasi atağı başlatmıştı. Neredeyse her hafta Türk mevkidaşı Çavuşoğlu ile görüşüyor ve kriz maddelerini tek tek masaya yatırıyordu. Karşılıklı tavizler ve çözümlerle ilerleyen iki ülke ilişkisinde her geçen gün kriz konuları azalıyordu. Verilen mesajlar olumlu, atılan adımlar ise somuttu.
Almanya kamuoyu ise Bakan Gabriel’in bu çalışmalarının Deniz Yücel ile ilgili de olumlu bir netice vermesini bekliyordu. Ne de olsa Türkiye ajanı diye tutuklanan ve yaklaşık bir yıl cezaevinde kalan Taha Gergerlioğlu çoktan tahliye edilmiş ve dava da kapanmıştı.
Bakan Gabrıel’in sağduyusu
Diplomasinin devreye girmesiyle çözüm umutları artmıştı. Deniz Yücel için tahliyeye giden yolda en büyük özveriyi sergileyen isim hiç kuşkusuz Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’di. Pek çoklarına göre bu operasyon başından beri ajanların değişimiydi, o yüzden de hukuk değil siyaset devredeydi. Bakan Gabriel’in bu süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere Türk yetkililerinin kapısını defalarca aşındırdığı sır değildi. Hatta bu amaçla Vatikan’a gittiği de yazıldı.
Daha birkaç ay önce “Yücel vakası çözülmediği için silah ambargosunun süreceği” mesajını veren Gabriel, Leopard tanklarının bakım ve geliştirilmesinin bu konuyla ilgili olmadığı açıklamasını yapıyordu. Almanya’ya Başbakan düzeyinde yapılan ziyaretin oluşturduğu heyecan dalgası arasında Deniz Yücel’in de tahliye haberi duyuldu. Türkiye’den daha çok Almanya, bu tahliyenin polemik konusu olmaması için çaba harcıyordu.
Havaalanında bekleyen özel uçak
Hakkında terör propagandası yapmaktan dolayı pek çok suçlama bulunan Deniz Yücel, film senaryolarına benzer bir şekilde Türkiye’den ayrıldı. Mahkemenin tahliye haberini bekleyen konsolosluk görevlileri, Silivri Cezaevi kapısından aldıkları Yücel’i hızla Atatürk Havalimanına götürdüler. Havaalanında bekletilen özel uçağın kapıları açıldı ve Yücel ile eşi hızlı adımlarla bindi. Operasyon tamamlanmış, Almanya riske girmekten kaçınmıştı.
Serbest kaldıktan sonraki ilk mesajlarını sosyal medya aracılığıyla veren Yücel, “kirli pazarlıklara girmediğini, ama sakin pazarları sevdiğini” ilan ediyordu. Henüz Almanya’ya dönmediği bilgisini veren Yücel’e yönelik tepki hiç ummadığı yerden, Almanya’dan geldi. Alman siyasetinin yükselen partisi AfD, Yücel operasyonunu parlamento gündemine taşıdı ve özel uçağın faturasını sordu. AfD Eş Genel Başkanı Alice Weidel’in Twitter hesabından yazdıkları ise çok daha yadırgatıcıydı; “Yalan Haber: Ne Almandır, ne de gazetecidir”…
TAZ döneminde yazdığı ve Almanya’daki Alman varlığını ironik bir şekilde sorgulayan yazıları yeniden gündeme gelen Yücel, Alman düşmanlığıyla suçlanıyordu. Türkiye’de tutuklandığında gazetecilik tartışmasına yol açan Deniz Yücel, tahliye olduğunda ise yine gazeteciliğiyle tartışılıyordu. Alman gazeteleri Deniz Yücel ile ilgili sayfalar dolusu yorum ve habere yer verirken, operasyonun detaylarını özenle görmezden geliyorlardı. Onlar için Yücel gazeteciydi ve operasyon da bir gazetecinin özgürlüğüne kavuşması hikayesiydi. Peki, gerçek öyle miydi? Elbette resmi kurumlar ketum, gazeteciler ise gerçeklere ulaşma imkanından çok uzaktaydı.
***
Deniz Yücel kronolojisi
2014 Gezi olaylarını konu alan “Her Yer Taksim” adlı kitabı yayımlandı.
2015 “Die Welt” gazetesinin Türkiye muhabiri olarak çalışmaya başladı.
2016
25 Aralık İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın aldığı gözaltı kararı basında yer aldı.
2017
15 Ocak Polis tarafından aranırken Alman Konsolosluğunda saklandı.
14 Şubat Emniyet tarafından gözaltına alındı.
27 Şubat Terör propagandası yapmaktan tutuklandı.
3 Mart Erdoğan: Alman ajanı bu kişi bir ay Alman Konsolosluğu’nda saklanmıştır.
4 Nisan Almanya’nın İstanbul Başkonsolosu Birgelen Silivri Cezaevi’nde ziyaret etti.
2018
6 Ocak Almanya Dışişleri Bakanı Gabriel, Çavuşoğlu’na elleriyle çay ikram etti.
5 Şubat Gabriel, Vatikan’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştü.
15 Şubat Başbakan Yıldırım’a Berlin ziyaretinde Deniz Yücel’in durumu soruldu.
16 Şubat Serbest kaldı ve özel uçakla Türkiye’den ayrıldı.
18 Şubat Sosyal medya paylaşımında Almanya’da olmadığını yazdı.
***
Taha Gergerlioğlu olayı?
Deniz Yücel olayı pek çoklarına Taha Gergerlioğlu’nun başına gelen casusluk davasını hatırlattı. İki kişiyle birlikte 17 Aralık 2014’te tutuklanan Gergerlioğlu’na yönelik suçlama hayli ağırdı. Almanya’da gizli faaliyet yürütmek ve MİT ajanı olarak Alman vatandaşları hakkında bilgi toplamak ile suçlanıyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da adı davaya karıştırılmış, hatta Gergerlioğlu’nun danışman olarak görev yaptığı iddia edilmişti.
Ne tesadüftür ki, cezaevinde yaklaşık bir yıl yattıktan sonra Gergerlioğlu hakkındaki dava görülmeye başlamış ve bir süre sonra da dava resmen kapanmıştı. Gergerlioğlu sessiz sedasız Türkiye’ye dönerken, büyük iddialarla açılan davadan herhangi bir sonuç çıkmamıştı.