Fitnenin 10 numarası: FETÖ

Dicle Üniversitesi’ndeki FETÖ yapılanmasına yönelik yürütülen soruşturma sonunda ihraç edilen ve tutuklanan eski Rektör Ayşegül Jale Saraç’ın FETÖ ile bağlantıları konusunda her gün yeni bir şeyler duyuyoruz. Son olarak rektör seçildikten 40- 45 gün sonra FETÖ’nün ilk 10 yöneticisi arasında olduğu belirtilen Şerif Ali Tekalan’ın Jale Saraç’a Pensilvanya’dan bir çanta dolusu ziynet eşyası getirdiğini öğrendik. Bu bilgi Jale Saraç ve Dicle Üniversitesi’ndeki FETÖ yapılanmasıyla ilgilenenlerin de yüzünde müstehzi gülümsemelere yol açtı. Niye mi? Anlatalım.

17 Aralık’tan sonra onlarca kişi ve kurumun FETÖ bağlantıları, kendilerinden olmayanlara yönelik kumpasları, haksız çıkar ilişkileri üzerine binlerce haber yapıldı. 2014 yılında FETÖ bağlantısı deşifre olanlardan biri de Dicle Üniversitesi Rektörü Jale Saraç’tı. Ancak FETÖ, Jale Saraç hakkında çıkan haberleri engellemek için öyle dolaplar çevirdi, öyle kişileri ve bağlantılarını devreye koydu ki pek çok insan Saraç’a haksızlık yapıldığını dahi düşünmeye başlamıştı. Peki FETÖ bu yalan fanusunu kimler üzerinden nasıl oluşturdu?

Fuat Doğu’yu da yargılayalım

Bu soruya cevap verebilmek için biraz geriye gitmek gerekiyor. Türkiye, 7 Şubat 2012 tarihinden itibaren 15 Temmuz’a kadar peyderpey yükselen bir FETÖ fitnesiyle muhatap oldu. Adli süreçlerde de sıkça tartışılan “FETÖ terör örgütü tarafından kandırılmış olma” bu fitnenin en baş sebebi. Güvenlik kurumları 17 Aralık tarihini suça iştirak konusunda kriminal olarak başlangıç kabul ediyor. Bu tarihten sonra bileyerek isteyerek FETÖ kurum ve kişileriyle iş tutanlar ile destek verenlerin işlenen suçlarda pay sahibi oldukları varsayılıyor. Bu yaklaşım bana göre haksızlıkları önleme adına bir fren görevi görüyor. Aksi halde Koç Holding’in kurucusu Vehbi Koç ile CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek’i yanına alıp Fetullah Gülen ile yemek yiyen MİT Müsteşarı Fuat Doğu’dan başlayıp tüm Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Emniyet Müdürleri ve hayattaki tüm siyasi parti başkanlarını yargılamak gerekebilir. Bunun imkansız olduğunu söylerken devletin FETÖ ile ilgili arşivlerini de iyi kurcalamak gerektiğini unutmayalım.

Kime ne kadar güveneceğiz?

Peki FETÖ ile iş tutan, bu yapıya maddi manevi destek veren, birlikte iş yapan, imkan veren, alan açan insanları anlama ve değerlendirmede kriminal kriterler ne kadar yeterli? Örneğin Bylock kullanıcısı olmak, Bank Asya’ya para yatırmak, sendika üyesi olmak, himmet vermek gibi kriterlerle ne kadar yol alınabilir? Bence 17 Aralık sonrası her ilişki şüphe ve takip sebebi olmalı. Öte yandan 15 Temmuz’dan sonra Bylock kullanıcısı oldukları ortaya çıkan binlerce hakim, savcı ve polis açığa alındı, ihraç edildi, hatta önemli bir bölümü tutuklandı. Adil Öksüz’ün serbest bırakılması örneğinde olduğu gibi bu FETÖcü hakimlerden bazıları, 15 Temmuz’dan itibaren görevde kaldıkları süre zarfında kendilerinin FETÖ’cü olmadığına inandırmak için önlerine kim geldiyse tutukladı. Yine savcılar, 17 Aralık sonrası FETÖ’ye rest çeken ve tek bağlantısı 17 Aralık öncesi himmet vermek olan bakkallara bile adaleti sulandırmak için yakalama çıkarttı.

FETÖ’cü olmadığını göstermek için kaburga kırdı 

FETÖ’nün suyu bulandırarak hakikatin ortaya çıkmasını önlemek adına nasıl çalıştığını ortaya koyan verilerden birini de tutuklu askerlerden biri olan Piyade Üsteğmen Gökhan Mercan’ın mahkemede verdiği ifade özetliyordu. Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda 15 Temmuz gecesi nöbetçi olan Volkan Vural Bal hakkında ifade veren Mercan “Beni Zekai Paşa’yı bilgilendir diye çağırdılar. Gittim, hemen elim kelepçelendi, işkenceyi anlatmayacağım, ailem burada. Volkan Vural Bal beni tanır, ama en büyük hınç, kin ve nefretle saldıran o oldu. Kaburgam kırıldı. Bu kadarını PKK’lılara yapmadık. 1 ay sonra kendisi tutuklandı. Bir şeyleri ispatlamaya çalışır gibiydi. Kanaatim belli bir saate kadar onların yanında hareket ettiğidir. Nizamiyenin kara kutusunun da Volkan Vural Bal olduğuna inanıyorum.”

FETÖ’nün 4 halkası 

FETÖ’nün bu zihin bulandırma operasyonlarının arasında yol alabilmek için kimin hangi saiklerle FETÖ ve FETÖ’cülerle iş tuttuğunu da bilmek gerekiyor. FETÖ’nün asli kadrolarında iki türlü eleman var. Birincisi aile geçmişi itibariyle dini hassasiyetleri olan, FETÖ kontrolünde ve örgütü sorgulamayacak şekilde dini eğitim aldırılmış, tamamen üst düzey yönetici olarak yetiştirilen birinci derecede bağlılar. Bu kişiler, Haşhaşi olarak da sınıflandırılabilecek, Gülen’in ağzından ‘sizi ne güzel kandırdım’ itirafı duyacak olsalar bile intihar bombacısı olmayı göze alabilecek kadar kalpleri ve beyinleri formatlanmış güruh. İkinci halkada devşirmeler var. Bu halka ailesinde herhangi bir dini cemaat ya da grupla bağlantılı bir geleneği olmayan, dini eğitim almamış ama geleneksel Anadolu inancı hakim ya da tümüyle İslam dışı bir ortamda yetişmiş insanlardan oluşuyor. Bu kişiler ya manevi boşluk ya anne baba figürünün yokluğu veya zayıflığı ya da derin kişilik bozukluğu gibi sebeplerle FETÖ ağına düşürülen ve sözde “dünya ve ahiretinin kurtulmasını sağlayan” bir gruba hayatı boyunca kendini borçlu hissedenlerden oluşuyor.

FETÖ’yü menfaatperestler saklıyor 

Üçüncü halkada ise ilk iki halkanın meydana getirdiği maddi ve manevi auradan istifade eden menfaatperestler var. Bu gruptakiler ya bir sohbet halkasıyla, ya himmetle ya bir dostu vasıtasıyla FETÖ ile irtibat kurmuş, maddi olarak polis, savcı, işadamı derneği, bürokrat gibi FETÖ’nün sahip olduğu imkanlardan bir suçunu örttürmek, bir iş, koltuk, ya da rant sahibi olmak, bir şikayetine çözüm bulmak gibi farklı şekillerde himaye alarak besleniyorlar.  Manevi olarak da kendi talebi ölçüsünde manevi açlığını gideren bu kitleyi birazdan anlatacağım bir sonraki halkadan ayıran özellik örgütsel hiyerarşiyi bilerek FETÖ ile irtibat kuruyor olmaları. Dördüncü halkada ise bu yapıyı ‘alnı secdeli insanlar’ olarak gören ve bunun için maddi destek veren samimi Müslümanlar var. Bu gruptakilerin bir kısmı arka planda dönen dolapları bilmediği için gerçekten alnı secdeli insanlar olarak görürken bir kısmı ise şüphelerine rağmen bir İslam düşmanı ile cemaat üyesi arasında tercih yaptığında FETÖ’yü tercih edenlerden oluşuyor.

Jale Saraç FETÖ’nün turnusol kağıdı 

FETÖ tarafından özellikle 17 Aralık sonrası kamufle için kullanılan siyasetçiler, diğer cemaat, vakıf ve derneklerin üyeleri ilişkilerine göre son iki halkada yer alıyor. FETÖ’nün üniversite yapılanmalarında gördüğümüz manzarada kullanılanlara baktığımızda da karşımıza son iki halkadakiler çıkıyor. Dicle Üniversitesi’ndeki Jale Saraç’ın vitrininde yer aldığı FETÖ yapılanmasının deşifre olma süreci ve sonrasında ortaya çıkan bağlantılar da FETÖ’nün tüm yapılanmasını çözmek için de bir kılavuz niteliğinde. Önce Jale Saraç’tan başlayalım. Kendisini iyi tanıyanlardan aldığım bilgiye göre Saraç FETÖ’nün yetiştirdiği değil devşirdiği isimlerden biri. Bu devşirme görevini üstlenen ve FETÖ nezdinde ‘hidayetine’ vesile olan isim bir yakını, öğrendiğime göre rektörlük yolunu açan, akabinde FETÖ’nün tüm talimatlarını Saraç’a ulaştıran kişi de aynı isim.

jale

Kürtleri sevmezdi ama HDP’yle iş yaptı

Diyarbakır’da fizik tedavi uzmanı olarak görev yapan Saraç’ın FETÖ tarafından devşirilmeden önce azılı bir Kürt düşmanı olarak tanındığını aktaran çevresi, bu duygu durumunun seviyesini “yanında “Kürtlere dair herhangi bir yöresel ya da geleneksel bir nitelikten söz edildiğinde seni Kürt milletçisi olarak tanımlayacak kadar” cümlesiyle özetliyor. Böylesine ırkçılık yapan Saraç, FETÖ’nün emriyle HDP’li Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ile iş tutmaktan kaçınmadı. Rektörlük görevine başladığı ilk günden itibaren makam odasında dikkat çeken en önemli ayrıntı ise sürekli açık olan bir radyoydu. Pek çok FETÖ’cünün dinlemeye karşı kullandığı bu yöntemi Saraç da görevden ayrıldığı güne kadar kullandı.

FETÖ diğer cemaatleri kullandı 

Yeni Şafak’ta 17 Aralık’ın hemen akabinde Jale Saraçla ilgili haberler çıktığı andan itibaren yoğun bir telefon trafiği başladı. Bölgedeki hükümete yakınlığıyla bilinen sivil toplum kuruluşlarından pek çok isim Jale Saraç’a haksızlık edildiğini söylemek için sıraya girmişti. Bunun sebebi ise çok sonra anlaşıldı. 2006-2007 yılına kadar yoğun bir Türk Milliyetçiliği söylemi bulunan FETÖ, Güneydoğu Anadolu bölgesinde kadrolaşma konusunda oldukça zorlanmıştı. Bunu aşmak için de bölgedeki diğer Nur cemaatlerinin içerisine sızmayı tercih etti. Saraç’ın Diyarbakır’da başta 10 Numaracılar olarak tanınan Meşveret grubu olmak üzere diğer dini cemaat, STK ve gruplar üzerinden meşruiyet sağladığı da 15 Temmuz’dan sonra anlaşıldı.

Tesettüre sarıldı

Saraç 17 Aralık sonrası çıkan haberlerin ardından FETÖ’nün kadrolaşmasını sürdürebilmek için 10 Nisan’da tesettürlü fotoğraflarını paylaştı. “Türkiye’nin ilk başörtülü rektörü” ünvanı Saraç’ın üzerine yönelen okları kısmen hafifletti. O dönemde Saraç’a arka çıkanlar arasında Bülent Arınç da vardı. Arınç, Diyarbakır eski Milletvekili Cuma İçten’in Saraç’la ilgili iddialarına şöyle cevap vermişti: “Yine bu milletvekili arkadaşımız rektör hanımı paralelci olmakla suçluyor. Üniversitelerimizde geçmişte bu grupla faaliyette bulunmuş, onların düşüncelerini paylaşmış insanlar olabilir. Ama ne yapmışlardır? Suça karıştığına dair elinizde belge bilgi var mı? Bir değdi, değmedi diye sağa sola selam veren herkesi suçlayacak değiliz.”

Dicle Üniversitesi’ne karargah yaptılar 

Saraç için devreye giren isimlerin başında gelen isimlerden biri de Sabri Eyigün’dü. 15 Temmuz’dan sonra düzenlenen operasyonda gözaltına alındıktan sonra tutuklanan Eyigün’ü tanıyanlar, üçüncü halkadan FETÖ’ye dahil olan Eyigün’ün menfaat birlikteliği nedeniyle FETÖ’yle birlikte hareket ettiğini söylüyorlar. Saraç, FETÖ’nün diğer üniversitelerde yaptığını aynen yapmış, yanına aldığı diğer dini ya da siyasi grup üyelerinden ne kadar kişi varsa hepsini kendini aklamak için seferber etmişti. Saraç’ın Dicle Üniversitesi’ni bu kişileri kullanarak FETÖ’nün bölgedeki karargahı haline getirdiği ise 15 Temmuz’dan sonra ortaya çıktı.

Bozacının şahidi şıracı

Jale Saraç, kendisiyle ilgili çıkan haberler hakkında açıklamada bulunmak, iddialara cevap vermek için randevu istemiş, görüşmek için gazeteye de gelmişti. Cürete bakın ki Saraç’a eşlik edenler o günlerde Dicle Üniversitesi’nin ‘FETÖ’cü olmadığı düşünülen’ Genel Sekreter yardımcısı Sabri Eyigün ile yine Yalova Üniversitesi’nin ‘FETÖ’cü olmadığı zannedilen’ rektörü Niyazi Eruslu’ydu. Şu an hepsi de tutuklu. Kimin elinin kimin cebinde olduğunu öğrenmek için birkaç yıla daha ihtiyacımız olacak gibi görünüyor. Sonuçta olan FETÖ’nün Müslümanlardan çaldığı “El Emin” sıfatına olacak. Allah yardımcımız olsun.

 

Benzer konular