Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları karşısındaki duruşma salonlarında FETÖ davaları hareketliliği yaşanıyor. Duruşmaları takip etmek isterseniz, nüfus cüzdanınız yeterli. İçeri cep telefonu ya da herhangi bir elektronik cihaz sokulması yasak. Bunları ‘İzleyici’ kartı alırken emaneten veriyorsunuz.
Duruşmalardaki havayı görmek için erken saatlerde ben de oradayım. Bugün (19 Temmuz Çarşamba), 1 No’lu Ana Salon’da kamuoyunda Mahrem İmamlar davası olarak bilinen, İstanbul 29. Ağır Ceza Mahkemesi’nin “mahrem” nitelikli sözde emniyet teşkilatı yapılanmasında yönetici oldukları iddiasıyla yargılan 198 sanığın duruşması var. Sabah erken saatte duruşma salonları koridorlarında sadece sanık yakınlarıyla karşılaşıyorum. Çocuklar, kundakta bebekler de anneleriyle birlikte mahkeme kapılarında. Babalarını, annelerini yargılanırken görmek bu çocuklarda travmalara yol açacak. Ancak bu ailelerinin pek umurunda olmasa gerek.
Mahkeme salonuna girebilmek için kapıda kümeleniyorlar. Kapının açılmasını beklerken, alfabetik sırayla alınan ifadelerin F harfinde mi, G harfinde mi kaldığını konuşuluyor. Sanık yakını bir kadın yanındakine dert yanıyor. “Darbe marbe diyorlar. Yapan yapacağını yapıp kaçtı. Bizim çocuklardan ne istiyorlar” O esnada biri yeni geliyor ve sanki bir geziye gitmek için orada buluşulmuş gibi bir havayla “Günayyddınnn herkese” diyor.
Tamamdır işaretiyle selam
Kapı açılıp, salonda yerler alınınca sanıklar ve sanık yakınları birbirine el sallıyor. O esnada dikkatimi sanıkların bir kısmının yakınlarına, “çok iyi” anlamına gelen işareti yapmaları çekiyor; 4 parmak yumruk şeklinde kapalıyken, baş parmak yukarıda. Bu işaret genelde “tamamdır”, “harika”, “başardık” anlamına geliyor. “Biz gayet iyiyiz” mesajı verilmeye çalışılıyor diye düşünüyorum. Sanık yakınlarının da söylediği gibi F harfinden başlıyor ifadeler.
Nevşehir’in en yakın bankası Bankasya
Beylikdüzü bölgesinin imamı olduğu söylenen F.A. öğretmen. 6 yıl FETÖ kurumlarında çalışmış. “Başka yerde iş bulamadığım için bu okullarda çalışmaya mecbur kaldım” diyor. Sonra Milli Eğitim’e geçmiş. Bylock kullandığını kesinlikle kabul etmiyor. Keza mahrem imamlığı da. 31.12.2003 tarihi ile 24.12.2014 tarihi arasında Bankasya’ya neden para yatırdığı sorulunca, F.A.’nın cevabı, artık yavaş yavaş salona gelmeye başlamış olan darbe karşıtı izleyici sıralarında gülüşmelere neden oluyor.
Hakim: Bankasya’ya 23.12.2014 tarihinde 60 bin lira yatırmışsın. Sanık: Annemden miras bir tarlam vardı onu sattım. Bankasya’ya yatırmak zorunda kaldım. H: Neden? S: En yakın banka orasıydı. H: Bankasya Acıköy şubesine mi yatırdın? S: Hayır orada Bankasya şubesi yoktu. H: Neresi en yakın? Nereye yatırdın? S: En yakın Nevşehir’de var!
Sanık Kimse Yok Mu üzerinden verdiği bağışların ise eşinin adağı olduğunu, o adağı yerine getirmek için verdiğini söylüyor. Bylock çıkan telefon çöpe atılmış. Hakimin “Akıllı telefonu çöpe atmak normal mi” sorusuna, “bozuldu attım” cevabını veriyor.
Gülen dini alanın ‘Süleyman Demirel’idir
F.A.’nın avukatı savunmasına Yakup Kadri Karaosmanoğlu’dan “Bazıları mefkûrenin enginliğini ve azametini tamamıyla kavrayamayacak derecede dardırlar” alıntısıyla başlıyor. “Bazıları mefkûrenin enginliğini ve azametini tamamıyla kavrayamayacak derecede dardırlar. Bu söz Fetullah Gülen’i anlatmaktadır. Fetullah Gülen Mefkure Yolculuğu diye bir kitap yazmıştır. Fakat onun bir ülküsü, mefkuresi yoktur. Bu kitabı en son yazabilecek kişidir… Siyasette Süleyman Demirel kimse, dini alanda da Fetullah Gülen odur.” Hakim, araya girip “Avukat Bey, terör örgütünün başından söz ettiğinizin farkındasınız değil mi? Ne anlatıyorsunuz” diye soruyor. Avukat, “evet” deyip devam ediyor. Gülen’e verip veriştiriyor. “Salya sümük ağlar. Mahareti istismar dehası olmasıdır…” Zaten dinlediğinizde avukatların bir kısmının savunmasının Gülen’e hakaretle başladığını görüyorsunuz. Gülen ne bedbaht ki hem bağlıları hem de Türk milleti ona bela okuyor.
Adamlar hak gördü darbe yaptı
Avukat, müvekkilinin bu okullarda iş bulamadığı için çalıştığını iddia ederken, buradan nereye varmaya çalıştığı anlaşılamayan bir şekilde (zira müvekkili erkek bir öğretmen ve dolayısıyla başörtüsü de takmıyor) bu okulların başörtüsü yasağı nedeniyle açıldığını belirtiyor ve “Bu yasağı kim koyduysa…” diye de atar yapıyor.
Emniyetin F.A.’nın ifadesini alırken de hatalı olduğunu, müvekkilinin ayın 5’inde ifadesi alındığında üstünde Bylock gözükmediğini ancak ayın 7’sinde Bylock olduğunun tespit edildiğini, bunun maksatlı olarak mı yapıldığını soruyor. Hakim, “TC Kimlik numarasından Bylock çıkmadığını çünkü telefonun sanığın abisi adına kayıtlı olduğunu, telefonu kimin kullandığı ortaya çıkınca Bylock bilgisinin eklendiğini açıklıyor ve “Emniyeti töhmet altında bırakmayın” diye kızıyor. Avukat ise aynı iddiaları tekrarlayıp “Ben tehditte bulunmuyorum. Mahkemeyi tehdit benim haddim değil” deyince bir tartışma başlıyor. Hakim: “Kimsenin haddi değil” Avukat “Adamlar kendilerinde hak gördü darbe yaptı. Ben başkasını bilmem” Hakim: “Toparlayın. Böyle giderse mikrofonunuzu kapatacağım.”
1 dolar eşimin döviz birikimi
Sonraki sanık F.C. evinde 2 adet 1 dolar bulunmuş bir estetik cerrah. “Neden burada olduğumu hiç anlayamadım” diye başlıyor savunmasına. Kendisinin FETÖ ile hiçbir ilgisi olmadığını, çok yetenekli bir estetik cerrah olduğunu anlatıyor. 2 adet ABD dolarının geçen sene yurt dışına çıktığı 2 seyahatten artan paralar olduğunu, eşinin cüzdanında, diğer bozuk paralarla birlikte durduğunu söylüyor.
Hakim: Eşiniz hiç yurt dışına çıktı mı? Sanık: Hayır. H: Hiç yurt dışına çıkmamış eşinize niçin dolar veriyorsunuz? S: O birikimini döviz şeklinde yapıyor. H: Birikimlerinizi hep eşinizin cüzdanında mı saklarsınız? S: Hayır eşimin döviz hesabı var. H: Hangi bankadan. S: Bilmiyorum. H: Nasıl bilmezsiniz? S: Bilmiyorum. H: 6 ay olmuş yurt dışından döneli. Bu paralar ya hesaba yatırılır, ya bozdurulur. Neden cüzdanda saklanıyor? S: Eşimle yurt dışına çıkmayı planlıyorduk, orada harcayacağımız için bozdurmadık.
FETÖ’cü olamam çünkü estetik cerrahım
F.C. söylemek istediği bir şey var mı diye sorulunca “Efendim ben FETÖ’cü olsam estetik cerrah olamazdım. Ben bu mesleği kendim seçtim” diyor. Hakim şaşırmış şekilde soruyor. “Ne alakası var?” “FETÖ mensubu olsaydım beni kadınların mahrem yerlerinin görüldüğü, kalçalarının küçültülüp meme dikleştirilen bir meslekte çalışmamı istemezlerdi. Dinen uygun değil.” Hakim sabırla cevap veriyor: “Bunlar her yerden, her meslekten çıkıyor. FETÖ’nün dinle alakası yok ki. Adamlar içki iç, namaz kılma diyorlar.” Sanık, boynunu büküp “Bence yine de estetik cerrah ol demezlerdi” diyor.
Çok yoğunum örgüte zaman yok
Sonraki sanık F.T. emekli polis memuru. Polis memurlarından sorumlu imam olduğu iddia ediliyor. F.T. savunması da ilginç. Gündüz polis olarak çalışıp, iş çıkışı da terlik sattığını, yoğun tempoda terör örgütü üyesi olmaya fırsat bulamayacağını anlatıyor. Garson kod adlı gizli tanığın kendisi hakkında verdiği bilgilerin birebir tuttuğu söylenince “Bunlar herkesin ulaşabileceği bilgiler” diyor. Hakim, “Nasıl herkes ulaşabiliyor” diye sorduğunda, cevap “Emniyet Genel Müdürlüğü Personel Daire Başkanlığı’nda bu bilgiler var. Herkes ulaşabilir” oluyor. Hakim doğal olarak “Her kapıyı çalana emniyet bu bilgileri veriyor mu yani, yapmayın” diyor. F.T.’nin Bankasya hesabındaki 78 bin lira para artışı sorulunca “Efendim açıklayamayacağım bir para akışı yok” diye cevap veriyor. Ancak hakim sorduğunda paranın nereden geldiğini hatırlayamıyor. Fakat tekrarlamaktan geri kalmıyor, “Açıklayamayacağım bir akış yok.” Hakimin cevabı manidar, “Herkes herşeyi açıklıyor zaten. Açıklayamayan yok.”
Sanki Türkçe dersinde
Sanık avukatı da durumu çok parlak bulmamış olacak ki, savunma yapmak yerine “iltisak” kelimesinin kökeni hakkında açıklamalarda bulunup, hukukta iltisak üzerinden ceza verilip verilemeyeceği konusunda felsefi bir anlatıma giriyor. Hakim sonunda dayanamayıp, “Avukat bey bize kelime anlamı açıklamayın müvekkilinizle ilgili savunma yapın” diye uyarıyor. Avukat itirazlarına devam edip birkaç kelime daha söylüyor ve sonrasında İddianame’de geçen Lise, C vasfı gibi kullanılan terimlerin açıklanmadığını, açıklamasını İddianame’de bulamadığını anlatmaya başlıyor. Hakim “İddianamede bulamadıysanız açın bakın” diyor ama avukat vazgeçmiyor. Hakim en sonunda “Müvekkiliniz ile ilgili henüz cümle kurmadınız. Bakın burada avukatlar bekliyor. Taa nerelerden gelenler var. Ayıptır” dese de itiraz devam ediyor. Bunun üzerine hakim, mikrofonun sesini kapattırıyor ve “Sizi dinlemiyoruz. Savunmanızı sonra yaparsınız” diyerek diğer sanığa geçiyor. Yanımda mahkemeyi takip eden izleyicinin yorumu, “Söyleyecek bir şeyi yok ki. O da farkında. Laga luga yapıp mahkemeyi uzatmaya çalışıyor” oluyor.
Klima çarptı savunma yapamadım
Bir başka sanık Bankasya hesaplarındaki artışları kayınvalidesi ve kayınpederinin yolladığı paralarla açıklamaya çalışıyor. “Bebeğimiz olmuştu kayınpederim 10 bin lira diş parası yatırdı.” Artık iyice sayısı artmış olan izleyiciler arasında gülüşme sesleri duyuluyor. “Vay be ne kayınpederler varmış” deniyor. Diğer paralar da soruluyor: 50 bin, 40 bin ve 22 bin 800 lira. Sanık, düğün takıları, araba, umre parası, diş hediyesi gibi sebepler söylüyor. O esnada seyirciler arasında bir tanesi sinirden eline vuruyor. “Bu ne ya! Umre parasıymış. 70 bin lira umre parası mı olur” diye söyleniyor. Birkaç koltuk ötesinde oturan sanık yakını ise “Lütfen sessiz olun” diyor. “Ne yapalım sinirleniyor” diyor başka biri. “Sinirleniyorsa dışarda dursun. Burası mahkeme iki taraf da dinlenecek.” Karşısındakinin sanık yakını olduğunu anlayan izleyici de sinirleniyor: “Ne dinleyeceğim ya. Ne olduğu belli.”
Bu esnada sanık cezaevi şartlarının hijyen koşullarına uymadığını, kötü yiyecekler olduğunu, tuvalete çıkmak için saatlerce beklediği için su bile içmediğini, bu nedenle ifadesini sağlıklı veremediğini iddia ediyor. Hakim, “Doktora gittiniz mi” diye sorduğunda “Evet, klima altında kaldığımdan hasta oldum” diyor. İzleyicilerden biri dayanamayıp bağırıyor: “İnsanlar öldü be. Sen neden bahsediyorsun!”
Kızılderili atasözü der ki!
Sanık avukatı savunmasına “Bir Kızılderili atasözü der ki, birini yargılıyorsanız 6 ay onun gibi yaşamalısınız” sözleriyle başlıyor. Hakim araya girip soruyor. “Ne dediğinizi anlayamadık avukat bey, bunu neden bize söylüyorsunuz” deyince avukat “Bu bir Kızılderili sözü” diye tekrarlıyor. Bunun üzerine hakim “Ne yani bir uyuşturucu kaçakçısını yargılamak için bizim de uyuşturucu mu kullanmamız gerekiyor” diyor bu sefer. Seyirci tarafından alkışlar ve ıslıklar yükseliyor. Avukat kem küm edip “Heralde adi suçlar buna dahil değildir” diyor. Duruşmaya ara verildiğinde izleyicilerden biri sanıkların yanına doğru gidip, “Abdullah Olçok 16 yaşındaydı. Ne suçu vardı?” diye sesleniyor ancak Jandarma gelip salonun boşaltılması gerektiğini belirterek çıkmalarını istiyor.
Sokaktaki heyecan mahkeme salonunda yok
Duruşma arasında izleyici olarak mahkemede bulunanlarla konuşuyorum. İlk kez gelen T.Y. “Halkın 15 Temmuz’da sokaktaki heyecanı duruşma salonunda yok. Sokağa çıkan, çıkmayan herkesin gelip davalara sahip çıkması lazım. Bunlar gerçekten tiyatro oynuyor gibi savunma yapıyorlar. Çok güzel hazırlanıp gelmişler ama hakimler ya da savcılar bir soru sorduğunda cevap veremiyorlar. Yalanları ortaya çıkıyor” diyor. E.Ö. ise “Sanıkların üstlerine atlamamak için kendimi zor tuttum. Ellerinde şehitlerimizin kanı olduğu için çok gerildim. Başıma ağrılar girdi” sözleriyle anlatıyor hislerini. Ç.Ö de ilk kez gelenlerden. “Buranın hiçbir şekilde boş bırakılmaması gerekiyor. Sanıkların her zaman halkın baskısını hissetmesi lazım. Çok rahatlar. Bizim şehitlerimiz var, onlar hijyenik ortamımız yok, yemekler kötü diyor. Onlara bu kadar rahat ortam vermemeliyiz. Klima vermeye ne gerek var onlara” diyor.
Komik olan ne?
Aynı anda 3 Nolu Salonda 25. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ByLock’çu 92 polisin, “Silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan 15 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılandıkları dava görülüyor. Sanık polisler sürekli aralarında fısıldaşıp, gülüyorlar. Yakınlarına gülüp el sallıyorlar. Sanıklar davada hazır bulunuyor ama savunmayı avukatlar yapıyor. Salonda izleyici olarak sanık yakınları var sadece. Kenara geçip oturduğumda sanık polisler bana bakıp aralarında fısıldaşıyor. Not almam ilgilerini çekiyor galiba. Dava sırasında da ters ters bakıp, fısıldaşmaya devam ediyorlar.
Mit çok becerikli ya!
Avukat hanım müvekkillerinin savunmasını yaparken, “Müvekkillerimin Bylock indirdiği iddia ediliyor. MİT’ten rica ediyorum. Bu konuda kendileri çok maharetli ya. Nerden bulmuş da indirmiş bunlar, bunu bir açıklığa kavuştursunlar” diyor. Sonra bir müvekkili için “Hakim bey, kendisi geçen duruşmada gözyaşları içinde bir savunma yapmış, beni de ağlatmıştı. Hatırlarsınız, çok etkileyici bir savunmaydı. Kendisi çocuk sahibi olmak için tedavi görüyor. Şu an tutuklu olduğu için tedavisine devam edemiyor. Eğer şimdi tedavi olmazsa bir daha çocuk sahibi olamayabilir. Bununla ilgili doktor raporu aldık. Kendisi de eğer şimdi tedavime devam edemezsem bir daha çıkmamın bir anlamı yok. Sonsuza kadar içeride kalabilirim diyor bana” diyor.
Bunun dişi öbürkünün başı ağrıyor
Başka bir avukat, müvekkili olduğu polislerin hiç birinin örgüt mensubu olmadığını iddia ederken şöyle bir savunma yapıyor: “En kötü ihtimalle örgütte olsalar bile diğer iddianamelerde geçen 1. kattaki samimi halk tabakasından olabilirler.” Sonra da şöyle bir argüman öne sürüyor: “Bu dosyalarda şüphe var. Şüpheden sanık yararlanır denilir. Bir masumun ceza almasındansa bir suçlunun cezasız kalması tercih edilir. Biz de böyle yapmalıyız.”
Sonra müvekkillerinden birinin diş hastalığı olduğunu, diş etlerinin çekildiğini, tedavi göremezse organ kaybına neden olacağını ileri sürerek tahliyesini talep ediyor. Bir diğer müvekkilinin ağır şeker hastası olduğu için serbest bırakılması gerektiğini söylüyor.
Bir diğer müvekkilinin FETÖ örgütü olmadığını ispatlamak içinse sınavlardaki başarısızlıklarını sayıyor. “Şu, şu sınavlara girdi kazanamadı, operasyonel hiçbir birimde çalıştırılmadı. FETÖ’cü olsa böylemi olur?”