Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin Kafkasya durağında “mahsûl-dâr yerler içre giderek Ahıska’ya vardık” der, “buranın adı Ahısha ise de bu lafzı, dört çevresinde bulunan akvam kendi lehçelerince söylerler. Meselâ: Ahaska, Aherkaska, Aksaka…” diye devam eder.
Evliya Çelebi’nin kaleminden tarihe böyle geçen Ahıska Türkleri, 1948’den bu yana yüzyıllardır yaşadıkları toprakların uzağında. 250 yıl Osmanlı idaresinde kalan bölge 1829’da Rusların hâkimiyetine geçtiğinden beri burada sular durulmuyor. 1918’de SSCB’ye ilhak olan bölgenin sakinleri için bu tarih aynı zamanda zor günlerin başlangıcı.
Rejim değişikliği beraberinde camilerin kapatılmasını, ana dilde eğitim haklarının kaybedilmesini de getiriyor. 1944’e kadar baskılarla süren hayatın seyrini değiştiren olaysa, sürgün. Türkiye sınırındaki Ahıska bölgesini güvenilir bulmayan Stalin tarafından “ihanet” kaygısıyla gerçekleştirilen tehcir sırasında 15-20 bin arasında ölüm yaşandığı tahmin ediliyor. Yeni adresleri Orta Asya’da Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan. Halk bu olayın ardından kendine “Kafkasya Türkleri” yerine “Ahıska Türkleri” demeye başlıyor.
Sürgün bahanesi olarak Alman kuvvetlerinin işgali gösterilmiş, aileler iki saat içinde hazırlanmaya, eşyalarını, evlerini bırakmaya zorlanmış.
Kapalı yaşayan ve bu sayede kültürel unsurlarını koruyan 458 bin 680 Ahıska Türkü’nün şu anda 10 farklı ülkeye dağıldığı biliniyor.
Dünya Ahıska Türkleri Birliği (DATÜB) Genel Başkan Yardımcısı Burhan Özkoşar’ın verdiği bilgilere göre, Gürcistan’ın 1999’da üye olduğu Avrupa Konseyi, 12 yıl içerisinde Ahıskalıların vatanlarına geri dönüşünü şart koştu. Gürcistan da 2007’de geri dönüş yasası çıkarttı ancak şu ana kadar sadece bin 174 Ahıskalı Türk’e ‘yurda dönüş statüsü’, 7 kişiye ‘vatandaşlık’ verildi.
Yıllar sonra “Anavatan”da
Osmanlı idaresinden ayrıldıkları günden bu yana huzur bulmayan Ahıska Türkleri için “anavatan” artık Türkiye.
Rusya’yla Ukrayna arasındaki sıcak temasın olduğu bölgede yaşayan ve Donbass Savaşı’ndan olumsuz etkilenen 3 bin Ahıska Türk’ü anavatanına 25 Aralık’ta kavuştu.
Özbekistan’ın Fergana Vadisi bölgesinde yaşayan ve 1989’daki Fergana Olayları’nın ardından Ukrayna’nın Donetsk ve Slavyansk bölgelerine göç eden Ahıska Türkleri’ni Erzincan ve Kars’ta onlar için yapılan TOKİ evleri karşıladı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla getirilen aileler bu yeni yaşantısına adapte olmaya çalışıyor.
Vahit Mirza ve ailesi onlar arasında. Erzincan’a ilk ayak bastıkları an için “çok âlâ karşılandık” diyor.
Savaş bölgesinde yaşadıkları gergin günlerin ardından özel uçakla nakledilmişler. Gelişlerinin ilk sözünü Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen yıl Ukrayna’ya yaptığı ziyarette verse de, onlar için bu söz gerçekleşene kadar bir rüya gibi:
“Çıkan savaşın içinde kaldık, dilekçe verdik. Ondan sonra dilekçelerimiz Türkiye’ye iletildi. Biz Osmanlı Türkleriyiz, 71 yıldır sürgündeyiz. Geçen yıl bahar ayında Cumhurbaşkanımız geldi, bizimle görüştü. Bize ‘siz bizim soydaşlarımızsınız, sizleri korumak bizim vazifemiz’ dedi. Sözünü tuttu. Allah’a çok şükür.”
Ahıska Türklerinin en önemli sorunu dillerinin ve dinlerinin kabul görmüyor oluşu. Yıllarca hem anadilde eğitim hakkı, hem ibadet için beklemişler. Rusça’yı iyi derecede bilmeleri de iş bulmaları için yeterli değil. Mirza “ayrımcılık çoktu” diye anlattığı günlerden şöyle örnek veriyor:
“Sovyetler Birliği’nden sonra Özbekistan’da da ikinci sınıf vasfındaydık. Ahıska Türkleri nerede yaşasa, ikinci üçüncü derece insandır. Seçeneğimiz çok zayıftır. Yetenekli, okumuş olsak da bizlerin devlet işlerinde çalışması çok sıkıntıydı. Ayrımcılık çoktu. Bu ayrımcılık insanları meşgul ediyor, ruhunu düşürüyor, gönlünü kırıyor. İnşallah bu sıkıntıları yaşamayız artık. Büyük Türk Cumhuriyeti bizim arkamızda diyoruz şimdi.”
Özbekistan’a gittikleri günler boyunca yaşadıklarını hatırlayan Paşa Aliyev gittiklerinde uzun süre halkın kendisiyle konuşmadığını söylüyor. Buna sürgün kafileleri varmadan Sovyet askerleri tarafından yapılan “Şimdi gelen halk insan eti yiyor, onlarla konuşmayın” propagandası neden olmuş. Müslüman bir halk oldukları anlaşılana kadar soğukluk sürmüş.
Ahıska Türkleri yanlış anlaşılmaya, dışlanmaya, baskı altında yaşamaya alışmış. Türkiye’ye geldiklerinde toprağı öpen yaşlılar, artık çocuklarının aynı kaderi yaşamayacağına şükrediyor.
Sabir Süleymanoğlu, “Hayatımızın devamını burada yaşayacağız” diyor.
Hayatlarının devamında istekleri de Türk vatandaşlığına geçmek.
İlk ezan sesini duyunca…
Vahit Mirza, Türkiye’ye geldiklerini ezan sesini duyunca anlamış:
“Hıristiyan ülkesinde yaşadığımız için camilerimiz yoktu. Ezan sesiyle uyanmak isterdik. Onu ilk burada yaşadık. Ezan sesini duyunca çok tuhaf olduk. Yani bir heyecanla yaşadık. Hepimiz mutlu olduk. İlk sabah ezan sesine uyandık. Abdest aldık. Namaz kıldık. Yıllar sonra ilk defa ezan sesi duyabilmiş olmak nasıl bir sevinç anlatmak mümkün değil. Türkiye’ye canımız kurban olsun. Yılın ilk günü Kaymakam bir otobüs ayarladı. TOKİ içinde yapılan yeni camide yılın ilk Cuma namazını kıldık. Dua ettik. Müftü çok güzel bir konuşma yaptı. Biz ne dinin ne dilini kaybetmiş bir milletiz. Yılda iki tane bayram namazımız vardı, onu da gizli gizli kılardık. Baskı olmasın diye ezanı sesli okuyamazdık. Gizli gizli okurduk. Artık namazımızı da kılarız, orucumuzu da tutarız. Teravihimizi de kılarız. Camimiz yoktu. İnşallah şimdi daha da çoğalarak camilere gideceğiz.”
TOKİ’ye yerleşen çocuklar mutlu. Sokaklarda özgürce oynamanın zevkini yaşıyorlar. Yıllardır barakadan bozma evlerde rahat bir yemek pişirememiş olmanın eksikliğini hisseden aileler mutfaklarını özenle süslüyor. 109 çocuk okula, 15 çocuk anaokuluna başlamış.
“Nasıl tarif edeyim, çok güzel. Çok büyük yardım oldu bize. 71 yıldır vatan vatan dedik, dualarımız kabul oldu” diyen Mirza, Ukrayna’da kalan diğer soydaşları için endişeli, onların da Türkiye’ye gelmesi için dua ediyor.
Bundan sonra Ahıska Türkleri için yeni bir hayat başlayacak. Bu hayatı “inşallah bizden de devlet adamları, öğretmenler, yazarlar çıkar” diye karşılıyorlar. Umutlular, heyecanlılar. En önemlisi 70’li yaşlarını sürenlerin dediği gibi, “Bir gece kapılarını çalan ölüm korkusu” olmadan yaşamanın güveni içindeler.