Erken seçim bir dış politika meselesidir

Nisan ayı büyük bir küresel fırtınayla beraber geldi. Tüm aktörlerin toplandığı yer Türkiye’nin çevresi, sınırlarının hemen ötesi. Ancak olası çatışma sınırının başladığı yer aslında bizzat Türkiye’nin kendisi. Türkiye Suriye’de ve Irak’ın kuzeyinde başladığı işi bitirecek. Çünkü ‘liderlik’ kararlı; “virgülü koyduk sıra noktada” diyor Cumhurbaşkanı. Ancak o noktayı koymak için, yani küresel bir mücadele zeminine hazırlanmak için, iç politikadaki süreçleri hızlıca atlatmak gerek.

“Gerek Suriye’de yürüttüğümüz sınır ötesi operasyonlar, gerek Suriye ve Irak merkezli olarak bölgemizde yaşanan tarihi önemdeki hadiseler, Türkiye’nin bir an önce belirsizlikleri aşmasını zorunlu hale getirmiştir” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, erken seçimi ilan ettiği ve yaklaşık 10 dakika süren konuşmasından bir bölüm bu. 15 Temmuz ve sonrasında yaşanan gelişmelerle başlayan o kısa konuşma, Türkiye siyaset yapıcılarının bir erken seçimi, iç politik meseleden ziyade bir dış politik hamle olarak gördüğünü ilan eden atıflarla örülüydü. Suriye, Irak, sınır ötesi, tarihi önemde hadiseler, makroekonomik dengeler, eski sistem, hastalık, aciliyet… Cümleler bütününü oluşturan ve birkaç kez atıf yapılan bu kelimeler, bir erken seçimi, ‘milli güvenlik meselesi’ olarak yorumlayabileceğimiz tanımlamaların da toplamıydı aynı zamanda.

Afrin’den hemen sonra, seçimden hemen önce

Cumhurbaşkanı bu seslenişi yaptığı gün, takvimler 18 Nisan’ı gösteriyordu. Konuşmanın yukarıda bahsi geçen mahiyetini anlatacak olan ise tam bir ay önce 18 Mart’tan bugüne yaşanan hararetli tartışmalar. Bir aylık bir basın taramasıyla, Afrin’de Amerikan malı terör işgalinin bitirilmesi sonrası, dünyanın bir 3. Dünya savaşına hiç olmadığı kadar nasıl yaklaştığını görmek mümkün. Bu, hiç de tesadüfi olmayan ardıllığı anlamak için 1 Nisan’dan itibaren yaşananları hatırlamak zaruri.

‘Kıyamet Savaşı’ öncesi son Nisan

Zeytin Dalı Harekâtı’nın, Afrin’in işgalden kurtarılmasının hemen sonrası, tarihler 1 Nisan. Cumhurbaşkanı Erdoğan Hatay’da, Reyhanlı’daki sınır karakolunda. Üzerine giydiği kamuflaj başlı başına bir mesaj; sözleri ise öyle: “Bölgemizde yeni Sykes-Picot paylaşımlarına izin vermeyeceğiz. PKK’nın başını ezeceğiz. Türkiye hiçbir kiralık katil güruhuna teslim olmaz.”

Başkomutan’ın sathı müdafaa çağrısı yapan bu mesajından iki gün sonra, o ‘müdafaa cephesi’ndeki işbirliğinin ortaklarından birini ağırlıyor Ankara; Rusya Devlet Başkanı Putin 4 Nisan’da Türkiye’de. Nükleer işbirliği adımıyla başlayan ziyaretin ilk gününde Ankara’dan verilen fotoğraf, ‘oyun bozucu güç birliği’, ‘Batı’ya karşı stratejik ittifak’ ‘oyunun kuralı değişiyor’ gibi tanımlarla yorumlandı. Bu tanımlamaların bastığı nasırın haykırışı ise, tam iki hafta sonra “Türk-Rus işbirliğini bozduk” diyen Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un ağzından çıktı.

Türkiye ve Rusya aslında daha da açıklayıcı bir mesajı, Akkuyu ittifakından bir gün sonra, Ankara’da gerçekleşen üçlü zirveden verdi. Yanlarına İran Cumhurbaşkanı Ruhani’yi de alan liderlerin, istisnasız tüm gazetelerin ilk sayfasında yer alan o üçlü tokalaşma fotoğrafı, Batılı dünyaya ‘hodri meydan’ demenin de bir biçimiydi. “Toprak ameliyatlarına izin vermiyoruz; Suriye’yi böldürtmeyiz” diyen bölgesel, yerel ve yerli ittifakın ortaklarının sözleri ABD’ye en net mesajdı.

İthal terör yapılarına izin yoktu ve Türkiye bir yandan Münbiç operasyonunun zamanlamasını tartışırken, bir yandan da Kuzey Irak’ta 20 km derinliğe kadar ilerliyordu. Hedef yine ABD destekli terör hattını kırmaktı. Cumhurbaşkanı da mesajları sürdürüyordu: “Teröristlerin ağzıyla konuşanların cehenneme kadar yolu var.” Mesajın menzili hem içerisi, hem dışarısı.  Bu yazdıklarımızın hepsi çok değil, yaklaşık üç hafta önce oldu.

‘Dünya Savaşı’: bir ihtimalden fazlası

Türkiye kendi milli mücadelesine, beka sorununu ortadan kaldırmaya odaklanmışken, bir anda gündem bir dünya savaşının hemen öncesini anımsatan Akdeniz ve Suriye cepheleşmesiyle değişti. Sadece birkaç günde, ‘Suriye artık Suriyeliler için savaşılan bir kara parçası değildir’ dedirtecek denli bir büyük cepheleşme yaşandı. Savaş gemileri, uçak gemileri, denizaltılarla doldu Akdeniz suları. Amerikan, İngiliz, Fransız, Rus gemileri dümeni adeta bir savaşa kırmışçasına Akdeniz’i doldurdu. Gerekçe ‘Esed’e bir ders vermek’miş gibi gösterilse de aslolan tüm başkentlerin gizli ya da açıktan hazırlandığı, giderek yaklaştığına dair güçlü emareler olan bir küresel savaşa yönelik yoklama çabasıydı.

Peki sonuçta ne oldu? Abartılı bir söylem, görsel bir şov ve füzeler düşerken saraylarından birine elinde James Bond çantasıyla girerken görüntülenen hedefteki adam, Beşar Esed’in ‘destekli’ umursamazlığı.

Hedef rejim değilse neydi? Buna en iyi yanıt yine, erken seçim açıklamasında sınır ötesine iki kez atıf yapan Cumhurbaşkanı’nın, saldırı sonrası sarf ettiği sözlerindeydi; “Maalesef Suriye’de oynanan oyun başkadır. Suriye’de yapılan iş,  bir terör örgütünün el altından desteklenip sahaya sürülmesi, sonra da başka bir terör örgütüyle asıl projeyi hayata geçirmektir.” Yani üçlü ittifak nasıl göz boyamaya çalışırsa çalışsın, bu saldırıdan Türkiye’nin aldığı açık mesaj şuydu: Amaç rejimin kimyasalları, o kimyasallarla öldürülen Suriyeliler değil. Asıl amaç Türkiye’nin Amerikan malı terör kuşağını ortadan kaldırmaya yönelik hızlı ve başarılı seyreden operasyonlarını akamete uğratmak için doğru zamanı kollamak.

Hem Suriye’de hem Ege’de büyüyen tehdit

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, Afrin harekâtının en hararetli olduğu günlerde Ege’ye gitti; Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’nde faaliyet gösteren birlikleri denetledi. O denetlemede verdiği mesaj “Hem Afrin’de operasyon yapabilecek hem de aynı anda Ege’yi kontrol edebilecek güce sahibiz.” yönündeydi. Zira PKK terörüyle mücadele ederken aynı günlerde Yunanistan da Ege’de tahrikleri artırmaya başlamıştı.

Provokasyon adımları haftalar boyu sürdü. Türkiye’nin erken seçim sürpriziyle ilk karşılaştığı, geçen Salı günü de gazetelerin manşetlerini bu tahrikin son perdesi süslüyordu. Yunanistan, Suriye bahanesiyle Doğu Akdeniz’de sayıları artan NATO savaş gemilerinden cesaret alarak, Didim açıklarındaki kayalıklara bayrağını dikti. Türkiye derhal müdahale ederek, sert mesajlarla Atina’yı uyarsa da, bu bir niyetin de artık ayyuka çıkan beyanı gibiydi.

Yunanistan’a verilen ‘TürkiyE Dosyası’

Aslında Ege’de yaşanan gerilim tıpkı Suriye’nin güneyindeki terör kuşağında olduğu gibi, ABD patentli. Çok daha önceden planlanmış, işbirliği adımları atılmış, gerekli destekler hayata geçirilmiş bu planlı provokasyonun hikâyesi 7 ay önceye gidiyor.

Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras, Ekim 2017’de Washington’a gitti. Ancak siyasi hayatının ilk yıllarında Atina sokaklarında “Foniades ton laon Amerikani” yani “Amerikalılar halkların katilidir” sloganı atan Çipras’ın Washington ziyareti ülkesinde şaşkınlığa neden oldu. Zira verdiği aşırı ılımlı pozlar ve ‘Başkan çok hayırlı bir adam’ söylemi mevcut politik çizgisinin çok uzağındaydı.

Karşılıklı iltifatların Trump ayağında da şaşırtıcı ifadeler yer aldı. Trump Yunanistan’ı defalarca “ABD’nin son derece güvenli ve güvenilir bir müttefiki” olarak gördüğünü söylüyordu. İki lider, Yunan savunmasının güçlendirilmesi, Yunanistan’a ait F-16 savaş uçaklarının 2,4 milyar dolara modernize edilmesi, Girit’teki Suda üssünü daha üst seviyeye getirecek alt yapı çalışmalarının başlatılması ve enerji alanlarında yakın işbirliği yapılmasında anlaştı.

Oysa o günlerde Doğu Akdeniz krizi de, Ege gerilimi de olağanüstülük arz edecek bir noktada değildi. Ancak planlama çoktan yapılmıştı. Suriye’de terör örgütlerini güçlendiren yapı, Ege’de de Yunanistan üzerinden Türkiye’yi sıkıştırmaya hazırlanıyordu. Zira Atina yönetiminin bir savaş durumuna geçebileceği, tehdit algılamasını bu denli büyütebileceği, Türkiye’den başka savaşabileceği bir aktör zaten mevcut değildi.

Bugün Türkiye’ye sert uyarılar yaptıran Ege tahrikinin işte o günden verilen bir ihale olduğunu söylemek olası. Türkiye’nin Suriye hamlelerini boşa çıkarmayı amaçlayan aktörler Atina’dan, verdikleri desteğin karşılığını istiyor şimdi. Doğu Akdeniz’e yığılan devasa donanmadan güç alan Yunanistan’ın  provokasyonlarını artırmasının nedeni işte bu. Bu tip gerilimler sonrası çatışma isteyenlerin ‘oyunları’ ise ceplerinde hazır bekliyor.

Türkiye oyunu gördü, harekete geçti

Nisan ayı büyük bir küresel fırtınayla beraber geldi. Tüm aktörlerin toplandığı yer Türkiye’nin çevresi, sınırlarının hemen ötesi. Ancak olası çatışma sınırının başladığı yer aslında bizzat Türkiye’nin kendisi. Yani 2016’da Azez-Cerablus’u DAEŞ terör örgütünden arındıran,  PKK’nın terör işgaline engel olan Türkiye. Afrin’de, tonlarca mühimmata, TIR’larca yığınağa rağmen PKK’lı teröristleri temizleyen Türkiye. Afrin sonrası yönünü Münbiç’e, Fırat’ın doğusundaki, Irak’ın kuzeyindeki PKK işgaline yönelten Türkiye. Doğu Akdeniz’de, Ege’de gayrimeşru pozisyon alanlara, yeni işgal girişimlerinde bulunanlara, küresel bir savaşa hazırlananlara ‘dur’ diyen Türkiye.

Türkiye Suriye’de ve Irak’ın kuzeyinde başladığı işi bitirecek. Çünkü ‘liderlik’ kararlı; “virgülü koyduk sıra noktada” diyor Cumhurbaşkanı. Ancak o noktayı koymak için, yani küresel bir mücadele zeminine hazırlanmak için, iç politikadaki süreçleri hızlıca atlatmak gerek. 2019 öncesi sinyallerini almaya çoktan başladığımız, artık her seçim öncesi duymaya alıştığımız türlü oyunlar, bahaneler, şaibe yalanları, ekonomiye, sokağa bakan provokasyonlarla bu kez oyalanacak vakit yok.  Erken seçim kararı, zaten sınırların hemen dışına yığılmış çokuluslu müdahale unsurlarının içerideki ortaklarının ihanetlerine karşı atılmış bir adım. Ülkemize yönelen tehditlere karşı harekete geçmekte daha fazla gecikilemeyeceğinin anlaşıldığı ve ilan edildiği nokta.

Türkiye 2015 senaryosunu yaşamamalı

Seçim süreçleri terörle mücadele gibi, uluslararası angajmanı olan operasyonlar gibi konularda belirleyici. Bunun en yakın örneği 2015’te yaşadığımız süreç. 7 Haziran 2015 seçiminde sandıktan çıkan kaotik durum, terör örgütleri ve onların destekçilerinin içerde ve dışarda büyük etkinlik sağladığı bir evre olmuştu. Türkiye seçim ve belirsizlik sürecindeyken, terör örgütü PKK/PYD en büyük stratejik kazanımını sağlamıştı. Suriye’deki iç savaşın seyrini gösteren ve 2014’ten 2015 Ağustos’una kadar olan dönemi içeren haritalara bakıldığında, PKK işgal topraklarında ortaya çıkan büyük genişleme gözlemlenebilir. Bu durum, seçim sürecinin belirsizliğindeki bir Türkiye’nin çok uluslu terör yapıları için nasıl bir fırsat doğurduğunu görmek adına ibretlik.

2015’teki seçim süreci ve ardından yaşanan FETÖ’nün darbe girişimi, Türkiye’nin terör işgalini bitirme harekâtını Ağustos 2016’ya kadar erteletmişti. Erken seçim kararı bugün tam da bu nedenle önemli. Türkiye hızlı, başarılı ve zincirleme bir terörle mücadele sürecindeyken, çeşitli tartışmalarla geçirilecek, sokak olaylarıyla provoke edilecek bir bir buçuk yıla ihtiyacı yok.

Türkiye üç koldan çok uluslu bir eksenle mücadele ederken erkenden kurulacak sandık, bir siyasi pozisyon alma, bir partiye ya da kişiye atılacak bir oyun sandığı değil, küresel cepheleşmede bir an önce, hangi tarafta duracağımızın belirleneceği sandıktır.

Benzer konular