2019 seçimlerinin erkene alınmasıyla planları bozulan yerel ve uluslararası bazı çevreler, daha uzun vadeye yayılmış bir ekonomik saldırı programını alelacele yürürlüğe koydu. Döviz fiyatlarını manipüle ederek tarihi yüksek seviyelere çıkardı. Operasyon çetesinin yerel ve uluslararası medyadaki ortakları tarafından eş zamanlı başlatılan kampanya ile ekonomik bir kriz olacak algısı oluşturularak halkın korku ve paniğe sevk edilmesi hedefleniyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2019’da yapılması beklenen seçimleri 24 Haziran 2018 tarihine alması Türkiye’ye daha uzun vadeli sistematik bir finansal saldırı başlatmak üzere hazırlanan yerli ve yabancı çevreleri adeta hazırlıksız yakaladı. Daha önceki döviz menşeli saldırılarda üs olarak kullanılan Londra ve New York’a bu sefer Asya piyasaları da eklendi.
Başkanlık sistemini anti-demokratik finansal yöntemlerle ortadan kaldırmak isteyenler aynı zamanda Türkiye’nin son dönemde PKK ile mücadelede kalıcı zaferler elde etmeye başlamasını da hazmedemedi. Türkiye’nin Suriye’de istikrarlı bölgeler oluşturarak PKK’yı köşeye sıkıştırmasına cevap olarak harekete geçen güçler, Türkiye’ye geri adım attırmak için ellerindeki en güçlü silahı, dolar silahını üzerimize doğrulttu.
Birlikte hareket eden yerel ve uluslararası operasyon çetesi, Türkiye’ye 1990’larda ve 2001 yılında defalarca oynadığı ve her seferinde belimizi büktüğü senaryoyu bir kez daha sahneye koymaya çalışıyor. Türkiye’de işi ve ihtiyacı dövizle olmadığı halde kısa vadeli bir kazanç uğruna eli dolara, euroya veya yabancı bir para birimine uzanan herkes, durup bir kez daha ülkesi için düşünmeli. Eğer Türk lirasından vazgeçerek Amerikan dolarını milli para birimi yapmayacak isek, gün Türk lirasında kalma günüdür. Kendi geleceğini düşünenler istediği yabancı parayı satın alabilir ama çocuklarının geleceğini düşünenler böyle bir günde Türk lirası satın almalıdır.
İnsanların oynanan bud döviz-faiz sarmalı oyununa karşı uyanık olması gerekiyor. Türkiye’yi ve hükümeti döviz artışıyla tehdit eden çevrelerin çözüm önerisi olarak kayıtsız ve şartsız tek önerisi ve arzusu var: Faiz oranlarının artırılması. Bunu sağlamak için, yani Merkez Bankası’nı tek seferde çok puanlı bir faiz artırımına zorlamak için dövizi bir silah olarak üzerimize doğrultuyor.
Uluslararası faiz lobisiyle ortak menfaatler doğrultusunda, Türkiye’nin bileğini bükmeye çalışan çevreler, Türkiye’yi 90’lardaki faiz batağına sürüklemek istiyor. İç çekişmeler ve koalisyon kavgalarıyla siyaseten körleştirilen bir ülke, kaynakları ve imkanları kolayca kontrol altına alınabilen, tüm varlıkları ucuzlatılmış, siyaset üzerinde zorlanmadan vesayet tesis edilebilen, kısa sürede çalışmadan, üretmeden, çok yüksek faiz geliri sağlayabilecek bir Türkiye hayali.
CEBİMİZE EL UZATMA OPERASYONU
Ekonomik sahada, işçi fiyatları ucuzlatılmış, hisse senetleri, tahvilleri, gayrimenkulleri yarı yarıya değer kaybetmiş, ama dünya ile yüzde 100 entegre bir Türkiye. Üstelik dışarıdan yabancı yatırımcı postuna bürünerek gelen bıyıklı sermaye çevrelerine bol vergi avantajlı peşkeş çekilecek bir Türkiye beklentisi içerisindeler. Bu, siyaseten Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak, ekonomik olarak da yerli insanların ceplerine el uzatma operasyonudur.
Döviz fiyatlarındaki spekülatif ataklar faiz lobisinin doymak bilmeyen yüksek faiz iştahının bir sonucu. Bu Türkiye’ye yönelik yürütülen ekonomik operasyonların ne ilki ve ne de sonu. Ne ile karşı karşıya olduğumuzu anlamak herkesin yararına. Bu operasyonların iki tane temel hedefi var. Birincisi siyasi. İkincisi ekonomik. Siyasi hedef açık. Türkiye’nin erkene aldığı seçimlere erken doğum bir döviz kalkışmasıyla müdahale ederek milletin iradesiyle işbaşına gelmiş hükümeti devirerek rahatlıkla at oynatabilecekleri zayıf ve istikrarsız bir siyasi zemin oluşturmak.
YERLİLERİN AMERİKA’DA 130 MİLYAR DOLARI VAR
İlk defa 2013 yılında Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan tarafından açıklanan rakama göre, 2013 itibarıyla, Türkiye’de yerleşik kişilerin veya işletmelerin sadece Amerika Birleşik Devletlerindeki servetinin değeri 130 milyar dolar idi. Ancak Türkiye’deki büyük şirketlerin ve bankaların bilanço dipnotlarını inceleyen herkes görecek ki, yüksek döviz borçlusu olarak görünen şirketlerin ve şirket patronlarının hemen hemen hepsinin yurtdışındaki offshore merkezlerinde binlerce şirketi var. Türkiye’deki bankalar, buradan Lüksemburg, Bahreyn, Malta gibi merkezlere serbestçe çıkardıkları yüzlerce milyar lirayı Türkiye’ye yeniden vergisiz veya çok düşük vergi ile sokarak sınırlı bir müşteri grubuna finansal imtiyaz sağlıyor.
‘ÖZEL SEKTÖRÜN DIŞ BORCU’
ZENGİNLERİN GİZLİ PARALARI MI?
Türkiye’de faaliyet gösteren bazı büyük şirketler, yurt dışında kazandıkları paraları veya dönem dönem Türkiye’den yurt dışına çıkardıkları dövizleri, genellikle vergi cenneti olarak tabir edilen Jersey Adası, Şeyseller, Malta, Bahreyn gibi 50’den fazla gizemli merkezlerde tutuyor. Amsterdam, Hong Kong, Londra ve New York gibi finansal merkezlerin arka bahçe olarak kullandığı bu adalarda, paralar vergisiz olarak tutulabiliyor. Çark, iç içe geçmiş onlarca şirket (shell company) kurarak parayı bunlar arasında dolaştırarak izini kaybettirmeye dayanıyor. Vergi kaçırılan Türkiye gibi ülkelerin mali polislerine bilgi vermeyen bu adalarda paranın izini kaybettirmek hiç de zor değil. 2016 yılında açıklanan Panama belgeleri, Türkiye’deki özellikle İstanbul sermayesinin offshore merkezlerinde sakladığı paraları açığa çıkarmıştı.
Gerçekte Amerika, İngiltere veya Hollanda bankalarında tutulan paralar, resmi olarak offshore adalarında kurulu paracan şirketlerin hesaplarına kayıtlı duruyor. İhtiyaç duyulduğunda ise Londra, New York, Dubai ve Hong Kong gibi ana geçiş istasyonlarına uğrayarak oradan Türkiye’deki şirketlere yönlendiriliyor. Türk şirketi dışarıdan döviz bazlı ticari veya finansal borç almış gibi gösterilerek yüksek miktarlı dövizin yüksek miktarlı faiz oranları, Türkiye’deki vergiden düşülüyor. Bu operasyon, devlet hazinesine hem kurumlar vergisi kaybı olarak yansırken hem de dışarıya döviz kaçışını önleyemediği için cari açığın artmasına neden oluyor. Cari açığın artması ise, aynı finansal sistemin diğer ayağını teşkil eden kredi derecelendirme kuruluşları ve fon analistleri tarafından ülkelere finansal operasyon yapmak amacıyla koz olarak kullanılıyor.
TÜRKİYE NE YAPMALI?
Türkiye’nin BDDK, MASAK, Merkez Bankası ve Hazine gibi kurumlarının eşgüdüm halinde çalışması halinde yürütülen bu operasyonun faillerini tespit etmek ve gerekli cezayı vermek mümkündür. Amerika Birleşik Devletleri doları korumak için Avrupa bankalarına yüz milyarlarca dolar ceza kesebildiği bir dünyada, Türkiye de kendi para birimini korumak için serbest piyasa kurallarını bozarak antidemokratik finansal manipülasyon yapanlara karşı harekete geçebilmelidir. Türkiye 90’ların Türkiyesi değil. Sürekli defter kirleterek her seferinde, halka daha yüksek bir fatura kesen çevreler, bundan sonra kendilerine kesilecek faturaya hazırlanmalı.