Darbe destekçisi bir retorik ustası

Retorik çok acayip bir kelime

Söz biliminde, söz söyleme sanatı olarak tarif ediliyor

TDK sözlükte iyi konuşma, sözle inandırma yeteneği olarak tanımlanıyor.

Arapçası belagat. Belagat, bir kişinin duygularını en uygun kelimelerle dile getirmesi anlamına geliyor. Tıpkı tespihte bütün tanelerin ortak bir düzen içinde dizilişleri gibi. Bu anlamıyla baktığımızda retorik hitabet sanatı değil ve onunla  karıştırılmamalı. Hitabette sadece kelimeler yerli yerince kullanılmaz aynı zamanda sesin de doğru kullanılması gerekir. Yani hitabet içinde retoriği de barındıran söz söyleme sanatıdır. Retorikte de hitabette de hedef karşı tarafın ikna edilmesidir. Polemikçilerin en sevdiği sanat retoriktir diyebiliriz. Bu çerçevede retorik ikna edici olsa da gerçeği yansıtmak zorunda değildir. Yani savunduğun fikirleri, söz söyleme sanatını kullanarak karşı tarafı alt etmeye çalışabilirsin.

Kelimenin şehvetine kapılmak

Bir retorik ustası içinde bulunduğu ortamı etkili sözleriyle avucunun içine alabilir. Hatta bazen dinleyicilerden ‘tam da benim hislerime tercüman oluyor’ sözlerini de duyarsınız. Retorik ustaları bu halleriyle etraflarında hep hayranlık hissi uyandırmışlardır. Üstad Necip Fazıl Kısakürek de işte bu ustalardan birisiydi. Sadece şair tarafına bakarsak onun nüktedanlığı ve retorik ustalığını göz ardı etmiş oluruz. Şiirlerinde de retoriğin en ustacasını bulabiliriz.

Mesela fikirsel dönüşümünü anlattığı Çile şiirindeki ‘kustum öz ağzımdan kafatasımı’ cümlesi birçok uluslararası şairi kendisine hayran bırakan bir retoriktir. Bir kişinin eski fikirlerini zihninden atmasını kafatasını kusması olarak nitelemek ustanın dile ve duyguya hakimiyetini gösteriyor.

Yine Zindandan Mehmet’e Mektup’taki ‘Gömülmüş duvara baş baş gölgeler’ ifadesi çaresizliği ve umutsuzluğu en iyi anlatan ifadeler olmuştur.

Atina sofistleri de hiç şüphesiz, Yunan felsefesini anlatırken retoriği en iyi şekilde kullanıyorlardı. Bu retorikle binlerce talebeyi etkileyip peşlerinden sürüklediler.

Bir de kelimenin şehveti kavramı var. Bu da retorikle epey bağlantılı bir başka ifade biçimi. İnsan bazen kelimenin şehvetine kapılarak konuşur. Sözleri her zaman tesirli olmak zorunda değildir. Ama kelime adeta onu peşinden sürükler. Bazen ne dediğini sonradan daha iyi fark eder. Ama iş işten geçmiştir artık.

Konuşma lehte ya da aleyhte olabilir.

Peki bütün bunları neden anlattım?

Söyleyeyim. Bir retorik ustası olan Ahmet Altan’ın darbeye destek vermekle yargılandığı mahkemedeki ifadelerini okurken işte bütün bunlar aklıma geldi.

Ahmet Altan’ı yıllarca okuyanlar iyi bilir. Türkiye’de siyasi görüşlerini kısa bir köşe yazısına en güçlü ifadelerle sığdırmasını bilen iyi bir söz ustasıdır. ‘Ey halkım’ yazısı efsanedir mesela. Şöyle diyordu yazısında:

“Ey kavmim… Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin. Sana yapılmadıkça işkenceye karşı çıkmazsın. Senin bedenine dokunmadıkça hiçbir acıyı duymazsın. Örümcek olsan Hazreti Muhammed’in saklandığı mağaraya bir ağ örmezsin. Her koyun gibi kendi bacağından asılır, her koyun gibi tek başına melersin. Hazreti Hüseyin’in kellesini vurmaz ama vuranı alkışlarsın. Muaviye’ye kızar ama ayaklanmazsın. Hazreti Ömer’i bıçaklayan ele sen bıçak olursun.”

Mahkemeyi reddediyor

Ne kadar etkileyici değil mi? İşte bu ifadelerin sahibi Ahmet Altan 15 Temmuz darbesi sonrası darbenin medya ayağında bulunmakla suçlanıyor. Kardeşi Mehmet Altan ile birlikte tutuklu yargılanıyor. Geçtiğimiz hafta Ahmet Altan mahkemede savunmasını yaptı. 109 sayfalık savunmasına ‘Bir iddianamenin hukuk pornosu olarak portresi’ adını vermişti. Duruşma öncesi bu savunma, basılı kitap olarak medyaya dağıtıldı. Savunma elbette bu söz ustasından beklenen nitelikte güçlü bir retorikle kaleme alınmıştı. Ahmet Altan savunmasını mahkemeyi tamamen reddetme üzerine kurmuştu. Aynı zamanda başta savcı olmak üzere mahkeme heyetini bir gün yargılanacakları üzerinden korkutmak üzerine.

Peki Ahmet Altan neyle suçlanıyor? FETÖ’nün medya yapılanmasına yönelik hazırlanan ve 15 Temmuz öncesi kamuoyunu psikolojik olarak darbeye hazırlamak ve algı operasyonları yapmakla.

Ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyor.

Kendisiyle birlikte aynı dosyada 10’u firari 16 isim var. Büyük çoğunluğu FETÖ’nün gönüllü üyesi. Ahmet Altan’ın durumu farklı. İşte bu yazının en önemli yeri de burası. Zira şu ana kadarki darbe davalarında görüldüğü kadarıyla iki ayrı yapıdan bahsedebiliriz. Birincisi, asıl aktör FETÖ’ye gönül vermiş ve yıllarca etkisinde kalmış, doğrudan FETÖ elemanları. Bunlar darbenin öncesinde de sonrasında da Pensilvanya’daki şarlatanın talimatlarını yerine getirerek teammüden darbe sürecine katılmış olanlar. Sivil ya da asker.

Erdoğansız Türkiye hayali 

Medya ayağının başında Ekrem Dumanlı geliyor. Ayrıca 60’a yakın gazeteci kisvesi altına sığınmış medya operasyoncusu da darbe sonrası apar topar yurtdışına kaçırıldı. Çoğunlukla ABD’de yaşıyorlar ve darbenin devamı niteliğindeki yıkıcı faaliyetlerini orada sürdürüyorlar. İkinci ekip, 2003’ten beri ülkeyi yöneten AK Parti’ye ve lideri Erdoğan’a tahammülsüz, Erdoğan’sız ve AK Parti’siz bir Türkiye hayaliyle yanıp tutuşan kesimler. Bu kesimleri geniş bir yelpazede toplayabiliriz. En başta kartel medyasından söz etmeliyiz. Onlar düşmanlıkta en aceleci ve öncü olanlardı. AK Parti daha 3 günlükken ilk düşmanlıklarını tüzüğünde Parti’nin ismi AK Parti’dir diye yazmasına rağmen AKP olarak dillendirerek gösterdiler. Ali’ye Veli der gibi. O günden sonra da bu düşmanlıklarını hiç bırakmadılar.

Şer ittifakı

Bunların başında Emin Çölaşan, Bekir Coşkun, Tufan Türenç, Yalçın Doğan ve Yılmaz Özdil geliyor. Hepsi de Türkiye’nin amiral gemisi Hürriyet’te tuttukları köşelerinde son derece yıkıcı yazılar yazdılar. Hak etmedikleri köşelerini de sonunda kaybettiler ve kendilerine en yakışan yere Sözcü’ye düştüler. Elbette 28 Şubat’ta yok ettiklerini düşündükleri muhafazakar iktidarla şok olan ordu ve bürokrasideki kimi laik kesimler de bu yeni durumdan kurtulmak istediler. Ama bekledikleri hiç bir zaman gerçekleşmedi.

AK Parti ve Erdoğan düşmanlığında bir diğer grup marjinal sol örgütlerdi.

Daha AK Parti iktidarının ikinci yılında ‘AKP’yi yıkacağız’ sloganlarıyla sokağa döküldüler. Erdoğan AB ile üyelik müzakerelerini yürütürken ve AB yolunda uyum yasalarını çıkarırken onlar iktidarı yıkmakla tehdit ediyorlardı.

Daha sonra bütün bu yapıları ve grupları Gezi olaylarında hep birlikte hareket ederken gördük. Bir yanda halkın umut bağladığı bir iktidar ve lideri var diğer yanda bu iktidarı ve umudu yıkmaya çalışan diğerleri. Tamamını toplayıp bu iktidardan neden hoşlanmadıklarını sorduğunuzda her birisinden ayrı ayrı cevaplar bulacaksınız. Ama amaç birlikteliği onları tek sırada topluyor.

Savunması savcıyı aşağılamak

İşte Ahmet Altan’ın büyük oranda retorikle kendini savunduğu sözleri bütün bu arka planı yok saydığını ve bilerek görmezden geldiğinin en önemli göstergesi.

Mesela şu retoriğe bakar mısınız.

“Sayın Yargıç,

İddianame olduğu ileri sürülen, zekâdan ve hukuktan yoksun, ağırlaştırılmış müebbet gibi heybetli bir cezayı taşımaya mecali yetmeyen bu cılız metin ciddi bir savunmayı asla hak etmiyor.” Gördünüz mü? “İddianame olduğu ileri sürülen, zekadan ve hukuktan yoksun, heybetli bir cezayı taşımaya mecali yetmeyen, cılız metin” İşte tam olarak anlatmak istediğim durum budur. Ahmet Altan iddianameyi ve onu hazırlayan savcıyı aşağılayarak savunmasına başlıyor. Bunu ileride de devam ettiriyor.

“ Şimdi bir savcı düşünün ki üç yazıyla bir konuşmadan müebbetlik darbecilik suçu çıkartsın. Üstelik de evrensel hukuk, yazılarla konuşmalardan “suç çıkmaz” diye açıkça yazarken.

* Şimdi bu savcıya da acımıyor değilim. Ona yazarları hapse atmasını ve onları orada tutmasını söylemişler. O da bunu yapabilmek için bir imkânsızlığın peşine düşerek bizi 15 Temmuz darbesiyle ilişkilendirmeye uğraşmış.”

Erdoğan darbe yollarını açmış! 

Peki savcı 247 sayfalık iddianamesinde ne yazmış ki Ahmet Altan’ı bu kadar öfkelendirmiş. Bakalım.

İddianamede 14 Temmuz 2016’da FETÖ’nün sahip olduğu Can Erzincan TV’de yayınlanan Özgür Düşünce adlı programda Ahmet Altan’ın “Türkiye’deki askeri darbelerin önünü açan gelişmeler her ne ise Erdoğan o yolları teker teker açıyor” ifadesi darbe algısını oluşturmak ve halkı darbeye alıştırmak maksatlı görülüyor. Ayrıca Altan kardeşlerin, bu söylemler kapsamında hükümeti ve Cumhurbaşkanı’nı tehdit ettikleri, darbe girişiminin, “terör örgütüyle fikir ve eylem birlikteliği içinde olmadan bir gün öncesinden bilmelerinin mümkün olmayacağı” savunuluyor. Bu nedenle Altan kardeşlerin, “darbe girişiminde bulunan bir kısım terör örgütü mensubu askerlerle iştirak halinde atılı suçu işledikleri” iddialarına yer veriliyor.

Külliye’ye saldırılacakmış

İddianamede Ahmet Altan’ın, Ekim 2015’te genel yayın yönetmenliğini ‘fuatavni’ hesabının kullanıcılarından olduğu ileri sürülen Said Sefa‘nın yaptığı Haberdar adlı sitede yazmaya başladığı belirtiliyor. 14 Haziran 2016’daki “Ezip Geçmek” başlıklı köşe yazısında Erdoğan hakkındaki “Sarayının duvarları top mermileriyle çöktüğünde, eli silahlı insanlar koridorlarda birbirlerini öldürdüğünde iç savaşın ne olduğunu anlar ama geç kalmış olur. Sonunda Erdoğan’ın sarayını da yerle bir ederler. Geriye paramparça kanlı bir çöl kalır” sözleriyle Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin hedef alınmasına yönelik eylem planını önceden bildiği, eylemi kastederek tehdit ettiği, bu şekilde darbe girişimini önceden bilerek, maddi cebir kullanmak suretiyle iştirak eden faillerin eylemine, söylem ve propagandalarda bulunmak suretiyle iştirak ettiği” öne sürülüyor.

FETÖ’cülerle hizalandı 

Ahmet Altan’ın bu söz ve fiilleri hangi maksatla söylediğini bağımsız Türk yargısı elbette ortaya çıkaracaktır ancak onun kendini savunurken son 10 yılını İsveç’te yaşamış gibi davranması oldukça gülünç kaçıyor. Erdoğan’ın hangi sınamalardan ve merhalelerden geçtiğini en iyi o biliyor olmasına rağmen FETÖ’cülerle aynı sırada hizalanmayı içine sindirmesi elbette ki üzücü.

Ahmet Altan ya da diğerleri nasıl arzu ederlerse etsinler Türkiye bu iç ve dış operasyonları elbette halkın isteği doğrultusunda aşacaktır. Bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi.

Yazımızı FETÖ’ye bilerek ya da bilmeyerek hizmet eden bu kalem erbabına kendi sözleriyle seslenerek bitirelim.

“Ey kavmim… Her koyun gibi kendi bacağından asılır, her koyun gibi tek başına melersin. Hazreti Hüseyin’in kellesini vurmaz ama vuranı alkışlarsın. Muaviye’ye kızar ama ayaklanmazsın. Hazreti Ömer’i bıçaklayan ele sen bıçak olursun.”

 

 

 

 

 

 

Benzer konular