Radovan Karadziç, 13 yıllık kaçışın ardından 2008 yılında yakalanıp, Lahey’deki Eski Yugoslavya İçin Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’ne teslim edilmişti. 2009’un Ekim ayında başlayan mahkemede kendisine söz hakkı verildiğinde takvimler 17 Ekim 2012’yi gösteriyordu. Kendi savunmasını kendisi yapan Karadziç, o gün tüm dünyayla alay edercesine şunları söyledi:
“Suçlanmak yerine yaptığım bütün iyi işler için ödüllendirilmeliyim. Çünkü savaşı önlemek için bir insanın elinden gelebilecek her şeyi yaptım. Tüm sivillerin çektiği acıları azaltmak konusunda başarılı oldum.”
Buz gibi bir küstahlık
Bosna Savaşı sırasında işlenen insanlık dışı suçların ve zulmün en büyük sorumlularından biri olan Karadziç, mahkeme sürecinde en ufak bir pişmanlık belirtisi dahi göstermedi. Dahası, Sırp halkının önemli bölümünün desteğini almış olmanın rahatlığıyla neredeyse her savunmada küstahça tavırlar sergiledi. Ve bu küstahlığı öyle bir raddeye vardırdı ki tarihe “Markale Katliamı” olarak geçen, Sırp askerlerinin 5 Şubat 1994’te Saraybosna’daki Markale Pazarı’nı bombalayarak 68 kişinin ölümüne, 144 kişinin de yaralanmasına yol açtıkları saldırıyı “Boşnakların kendi kendilerine yaptığını” iddia etti.
28 Ağustos 1995’te ikinci kez bombalanan (ve bunun neticesinde NATO’nun nihayet savaşı sonlandıran operasyonu başlattığı) Markale’ye ilk saldırının gerçekleştiği an olay yerinden sadece birkaç metre uzakta olan ve şans eseri hayatta kalan Saraybosnalı Samir Fazliç, Karadziç’in alayla reddettiği katliam ânına dair şunları söylemişti:
“O gün çalışmıyordum. Çıkıp şehir merkezinde yürüdüm. Sakin bir gündü. Ne zaman şehir merkezine gitsem, pazar yerine de uğrar, burada tanıdıklarla sohbet ederdim. Mareşal Tito Bulvarı’ndaki annemi ziyarete gidiyordum. Tam olarak Sönmeyen Ateş Anıtı’nın yanındaydım. Büyük bir patlama oldu. İkinci bir patlama olasılığına karşı saklandım. Sonra insanlardan patlamanın Markale’de olduğunu duydum. Düşünmeden o yöne doğru yürümeye başladım. Gördüğüm manzara insanın hayatı boyunca etkisinden kurtulamayacağı türdendi. İnsanların bedenleri dört bir yana saçılmıştı. Hayatta kalanlar ise yoldan geçen araçları durdurup yaralıları bu araçlara yüklüyor, hastaneye götürüyordu.”
Sırp halkı Karadziç’in yanında
Mahkemenin tanıklarından, savaş döneminde Saraybosna’daki askeri hastanenin müdürlüğünü yapan Suriye asıllı doktor Youssef Hajir’in söyledikleri de Karadziç’in ne denli soğukkanlı bir cani olduğunu kanıtlar nitelikte: “İlk iki ay hiç uyumadan çalıştım. Sürekli yaralılar geliyordu. Yaz geldiğinde sokağa çıkmak isteyen yüzlerce çocuğun, kalplerine isabet eden keskin nişancı kurşunuyla hastaneye ölü getirildiğini gördüm. Bunları mahkemede anlattığım zaman Karadziç’in yüzündeki ifade dahi değişmedi. Hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranıyordu.”
Karadziç’in bu kadar soğukkanlı ve vurdumduymaz görünmesinde, Boşnakların katledilmesine büyük oranda destek veren Sırp halkından gördüğü teveccühün etkisi olduğu yadsınamaz. Kendisinin 13 yıl boyunca yakalanamamasının en önemli sebebi, Sırpların eli kanlı liderlerinin gizlenmesine yardım etmeleriydi. Dava sonucunun açıklanmasına üç gün kala Saraybosna’da açılan bir öğrenci yurduna Karadziç’in adının verilmesi, açılışa başta Sırpların lideri Milorad Dodik olmak üzere Karadziç’in eşi ve kızıyla birlikte çok sayıda siyasetçinin katılması Sırpların Bosna Soykırımı’nı ne kadar sahiplendiklerinin bir nişanesi olarak tarihe geçti.
On binlerce cinayete sadece 40 yıl
2009 yılında başlayan davada, 337’si savcılığın, 248’i ise savunmanın olmak üzere toplam 585 tanık dinlenirken, savcılığın hazırladığı iddianamede Karadziç, ikisi soykırım, beşi insanlığa karşı suç, dördü ise savaş yasalarına aykırı davranmak kategorisine giren 11 ayrı suçtan yargılandı. İddianamede Karadziç’in 1991-1995 yılları arasında, işaret edilen suçları işlediği belirtilirken, amacının ise Bosna Hersek’te Müslüman ve Hırvat nüfusu tamamen ortadan kaldırmak olduğu ifade edildi. Karadziç’in bu süre içerisinde, kontrolündeki birliklerin katliam yaptığından haberdar olduğuna ya da olabileceğine işaret edilirken, buna rağmen işlenen suçları engellemek için hiçbir önlem almadığı kaydediliyordu.
Tüm dünyanın şahit olduğu bu aleni soykırım girişiminin hesabı, mahkeme yalnızca bu dava için kurulmuş olmasına rağmen tam 7 yıl sürdü. Ve 11 ayrı suçla yargılanan Karadziç, geçtiğimiz hafta sona eren davada toplam 10 suçtan hüküm giyerek 40 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Sonuç olarak bu dava gösterdi ki kadın, çocuk, ihtiyar demeden on binlerce insanın ölümünden sorumlu olmak, tek bir cinayet işleyerek yükleneceğiniz cezadan daha fazlasını getirmiyor Batı’da. Haliyle şu soru, eskiden beri olduğu gibi zihinleri kurcalamaya devam ediyor: Hukuk sistemleri farklı olduğu için mi, yoksa katledilenlerin sıfatı “Müslüman” olduğu için mi bu böyle?