CHP: Ulusal sorunların en büyüğü

Tarihin hızlı akmaya başladığı bir zaman diliminin arifesindeyiz. Kısa Cumhuriyet tarihinin en kritik günleri… Milli Mücadele’yi dışarıda bıraktığımızda, son dakikaların havada uçuştuğu bugünleri 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın öncesi ve sonrası ile kıyaslamak mümkün. 12 Mart Muhtırası ve ardından gelen Barış Harekâtı. Türkiye, Hatay’ın ardından bir başka vatan toprağına daha adım atmış ve Türk bayrağını Onikiparmak Dağları’nın tepesine dikmişti. 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin peşi sıra gelen Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtı… Bu defa kahramanların elindeki bayrak Afrin’deki Burseya Dağında dalgalanıyordu.

15 Temmuz’un sonrasındaki iki büyük askeri harekât. Üstelik de dünyada büyük altüst oluşların yaşadığı bir dönemde Türkiye, bölgesel güç olmanın getirdiği krizlerle de boğuşuyor. Blokların sarsıldığı, ekonomik güç merkezlerinin yer değiştirdiği, 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan ideolojik ve siyasal değerler ile dengelerin yerle bir olduğu bu dönemde Türkiye’nin bir de CHP sorunu var. Üstelik de bu kurucu merkez parti gün geçtikçe daha fazla marjinal bir ideolojik yapıya bürünüyor.

Parti sözcüleriyle, kurultayda değişen yeni yüzleriyle, televizyon programlarında öfke saçan ideologlarıyla ve en çok da sosyal medya trolleriyle… Troll nitelendirmesinde bulunurken sıradan partililerden söz ettiğimiz anlaşılmasın. Partinin üst yönetimine operasyonel müdahalelerle monte edilen kim varsa, bir süre sonra sosyal medya özürlüsü olarak afişe oluyor. Ağza alınmayacak küfürler, utanç verici aşağılamalar ve en önemlisi de halkın inanç değerlerine yönelik hakaretler. Yeni CHP’nin alamet-i farikası hiç kuşkusuz ezan ile kavga, İslam ile çatışma ve 15 Temmuz kahramanlarıyla hesaplaşma.

HDP ile yoldaş, FETÖ ile müttefik

Bir FETÖ kumpasının ardından Mayıs 2010’da CHP liderliğini ele geçiren Kemal Kılıçdaroğlu, 8 yıla 3 genel, 2 yerel, 2 referandum ve 1 Cumhurbaşkanlığı seçim yenilgisi sığdırmayı başardı ama hiç kongre kaybetmedi. Hatta bazı olağan ve olağanüstü kurultaylarda rakip aday dahi çıkamadı. Son kurultayda Yalova Milletvekili Muharrem İnce, mükerrer imzalarla da olsa aday olabilmeyi başardı da CHP’ye demokratik bir yarış görüntüsü kazandırdı.

Kavgaları, tartışmaları, hileleri, sahtecilikleriyle geride kalan kurultayda genel başkan seçiminden daha çok Parti Meclisi seçimleri konuşuldu. Zaten tüm kavga da PM olarak kısaltılan yönetim organı için yapılıyordu. Bir zamanlar Baykal hizbinden şikâyet edilen partide en çok özlenen isim de galiba Almanya’da tedavisi devam eden eski genel başkan Baykal’dı. CHP’ye 1970’lerin başında Ecevit’in davetiyle gelen Baykal, 50 yıla yaklaşan siyasi kariyerinde bakanlık yapmış, parti yöneticiliğinde bulunmuş, defalarca genel başkanlık yarışını kaybetmiş ama sonunda CHP tarihine 4. genel başkan olarak adını yazdırmayı başarmıştı.

Kasetle liderlik, hastalıkla parti gitti

Türk siyasetinin hep genç kalan lideri Baykal, kaset kumpasıyla istifa ettiğinde koltuğunu Kılıçdaroğlu’na kaptıracağını hiç tahmin etmezdi herhalde. Aynı Baykal’ın tedavisi hala devam eden ağır sağlık sorunu da CHP’nin ideolojik yönünün değişimine yol açtı. Partinin ulusalcı ve katı laiklik çizgisi onun yokluğunda çok uçlara hatta meşruiyet tartışmalarının yapıldığı marjinal çizgilere savruldu.

CHP’nin “şehir yapılanması”nın taşlarını ören kadro, karizmatik lider Baykal’ın yokluğunu fırsat bildiler ve partiyi sokak kavgasının aracı haline getirdiler. Kılıçdaroğlu’nun peşine takıldığı dar mezhepçi ve militan kadro, Baykal gibi güçlü ve karizmatik ismin hastalığında partinin ideolojik yönüyle istedikleri gibi oynadılar.

Milli meselelerde duyarlı, uluslararası ilişkilerde dikkatli ve terör sorununda çok hassas Baykal’ın yokluğunda Canan Kaftancıoğlu, Öztürk Yılmaz, Sera Kadıgil, Zeynep Altıok ve Sezgin Tanrıkulu gibi tartışmalı isimler CHP’nin yüzü ve ideolojik pusulası oldular. Pek çok partiliye göre HDP’de veya TKP’de siyaset yapması gereken bu isimler kurucu lideri Mustafa Kemal olan CHP’yi temsil ediyorlar. Peki, son kurultay ile alenileşen bu değişime, CHP’nin üzerine düşen HDP/PKK gölgesine nasıl izin verildi? CHP gibi köklü bir siyasi partide bu değişim nasıl mümkün olabildi ve en önemlisi terör örgütü PKK’nın siyasi temsilcisi HDP ile ortaklığa tabanın göstereceği tepki nasıl yok sayıldı?

CHP ulusal bir soruna dönüşüyor

Türkiye’deki ayrılıkçı Kürt hareketiyle CHP’nin ilişkisi hep mesafeliydi. 1960’ların sonunda sol siyasetin buluşma noktası TİP’te güçlü bir damar olarak yer alan siyasi Kürtçüler, buradan koptuktan sonra kendilerine ‘ortanın solu’ hareketinde yer buldular. Siyasi yasakların ve parti kapatmaların hüküm sürdüğü 12 Eylül sonrası ise PKK çizgisindeki ayrılıkçı isimler İnönü’nün SODEP’inde siyaset yapmaya başladılar. Birleşmelerle SHP adını alan parti, bugünkü HDP’nin öncüleri olan siyasileri içinde barındırıyordu. Ulusalcı ve laik CHP’de ‘kürtçülük’ yapan bu kadro ile yollar 1990’ların başında ayrıldı.

Doğrusu PKK’nın siyasi temsilcisi gibi hareket eden HDP’nin doğumuna da CHP annelik etti. İnönü’ye rağmen parti yönetiminde kontrolü ele geçiren Deniz Baykal, Paris’te düzenlenen Kürt Konferansı’na katılan 7 milletvekilinin partiden atılması kararına öncülük etti. Bu 7 isim HEP’i kurdu ve kısa süre sonra parti PKK kontrolüne girdi. Aynı dönemde Suriye’de bulunan terörist başı Öcalan, perde arkasından talimat veriyor ve TBMM’deki bu partiyi idare ediyordu.

Hikâye Baykal’la başladı

SHP’nin o yıllarda yaşadığı bir başka kriz de Kürt Raporu oldu. Partinin hazırladığı bu raporda yer alan ifadeler büyük tepki çekti. Partideki hizipler kavgası artık su yüzüne çıkmıştı. Ayrılıkçı Kürtçüler ile köprüleri atan SHP’de artık güçlü figür Baykal’dı ve onun siyasi anlayışında da etnik temele dayalı bir anlayışa yer yoktu. HEP’in her krizde adını değiştirerek yoluna devam ettiği siyasette, sonraki yılları en çok etkileyen olay TBMM’de Kürtçe yemin etmekte ısrar eden Leyla Zana ve bazı vekillerin yaka paça tutuklanmasıydı.

Sosyal demokrat siyaset ve Baykal ile artık iyice PKK çizgisine giren partiler arasındaki düşmanlık da bu dönemde başladı. O günden bugüne HEP’ten HDP’ye tüm ayrılıkçı partiler, Baykal’dan ve siyasi fikirlerinden nefret ettiler. Terör örgütüyle ilişkileri hep tartışılan HDP’liler, Baykal’ın boşalttığı CHP’yi artık çok rahat yönlendiriyorlar, hatta çok kolay yönetiyorlar.

17-25 Aralık’ta kurulan üçlü saç ayağı: CHP-HDP-FETÖ

Deniz Baykal’ın sade bir milletvekili olarak zaman zaman uyarılarda bulunduğu CHP’de yeni bir kadro yönetime gelmişti. Her kurultayda yenilense de ağırlık noktası mezhepsel yakınlık olan bu kadro, 17-25 Aralık darbe girişimi sonrası hem FETÖ’ye çok yaklaştı, hem de HDP ile işbirliğine girdi. Aslında bu iki parti her seçim öncesi ittifak için birbirlerini yokluyorlar ama özellikle CHP hiçbir zaman cesaret edemiyordu. Bunda da parti tabanının refleksi etkili oluyordu.

FETÖ’nün henüz kapatılmayan gazetelerinde manşetlerden geçilmeyen, televizyonlarında ekranlardan inmeyen iki parti ve lider vardı: CHP Lideri Kılıçdaroğlu ve HDP Lideri Demirtaş. FETÖ’nün kumpaslarının aracı haline gelen iki partiyi daha da yakınlaştıran gelişme ise Cumhurbaşkanlığı seçimleri oldu. HDP’nin “seni Başkan yaptırmayacağız” sloganı en çok da CHP içindeki ABD solcularını etkiliyordu. Hatta sandıkta partisine değil de HDP’ye oy veren CHP Genel Başkan Yardımcısı bile vardı. Bu kişileri tek motive eden şey ise Erdoğan düşmanlığıydı.

CHP ile HDP’nin ‘katalog’ flörtü

CHP’nin bu dönemde HDP ile yaşadığı utangaç flörtün gerisinde ise pek çoklarına göre FETÖ vardı. Katalog evlilikler ile bilinen FETÖ’nün bu flörte, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ziyareti sırasında ikna ettiği tahmin ediliyor. Kapatılan Zaman Gazetesinin firari GYY’si Ekrem Dumanlı’nın arka kapıdan ziyaret ettiği Büyükşehir Belediyesi’nde Gülten Kışanak ile yaptığı görüşme olay olmuştu. Ziyaretin randevusunu alan Zaman Diyarbakır Bölge Müdürü Aziz İstegün ile Gülten Kışanak terör örgütü üyeliğinden cezaevinde yatarken, Ekrem Dumanlı çoktan firar etmişti.

CHP’nin bir kısım seçmeni ile aşırı uçlardaki parti yöneticilerinin kendi liderlerinden daha çok destekledikleri Selahattin Demirtaş ise ne Erdoğan’ın seçilmesini engelleyebilmiş ne de Başkanlık referandumunun kabul edilmesinin önüne geçebilmişti. Kobani olaylarında onlarca insanın ölümünden sorumlu olan Demirtaş, hendek terörü ile meşru siyaset zeminini tamamen kaybetmişti. Bu sürecin mirası ise HDP ile artan işbirliği ve FETÖ ile yol arkadaşlığıydı.

Sürekli bir uçtan bir uca savrulan, tüm siyasi söylemini Erdoğan düşmanlığı üzerine kuran Kılıçdaroğlu, tüm gücüne rağmen partiyi marjinal çevrelere açamıyordu. Kılıçdaroğlu’nun Gezi ayaklanmasındaki tabanı CHP’ye transfer etme çabası da başarısız oldu. CHP’ye şiddetle anılan ve gücü sandıkta değil de sokakta arayan bir siyasi parti görüntüsü kazandıran Kılıçdaroğlu, ayağına gelen liderlik fırsatını ise 15 Temmuz’da değerlendiremedi. Konuşmalarında “darbe olursa tanka ilk ben çıkarım” diyen CHP Lideri, Atatürk Havaalanı’nda yakalandığı darbe girişimi sırasında bırakın tanka çıkmayı, darbecilerle kurulan temas sayesinde soluğu Bakırköy Belediye Başkanı’nın evinde alıyordu. Gece boyunca sıcak koltuğundan televizyondan izleyen ve darbenin sonucunu bekleyen Kılıçdaroğlu, kamuoyu baskısı sonucu katıldığı Yenikapı Mitingini çok kısa bir süre sonra unutuyor ve Yenikapı ruhuna ihanet ediyordu. Önce kontrollü darbe tanımlamasıyla büyük bir skandala imza atıyor, sonrasında ise “terör yürüyüşüne” çıkıyordu.

Bitmeyen bir Gandhi özentisi

CHP liderinin siyasi kariyerindeki en çarpıcı icraatı, Ankara’dan İstanbul’a yürümesiydi. FETÖ’cü ve darbeci askerlerin babalarıyla birlikte yürüyen Kılıçdaroğlu’na günler süren yürüyüşte eşlik edenler arasında HDP’liler en ön saflardaydı. HDP’nin tüm ısrarına rağmen partideki ulusal kanadın tepkisinden çekindiği için yürüyüşünü Trakya’ya doğru sürdürüp Demirtaş’ı ziyaret etmeye kalkışmadı. Gezi, 117-25 Aralık, 15 Temmuz ve terör yürüyüşü ile CHP başka bir çizgiye evrilmiş; HDP, Birleşik Haziran Hareketi, FETÖ gibi kriminal yapılarla işbirliğine giderek fazlasıyla kriminalize olmuştu.

CHP’nin tarihsel paradoksu

Cumhuriyet’in kurucu partisi olduğu kadar kurucu ideolojinin de temsilcisiydi CHP. Kendisi muhalefette ama ideolojisi hep iktidardaydı. Asker ve bürokrasi ağırlıklı bu yapı AK Parti ile değişime uğrarken, vesayetçi yapının son çırpınışları da fayda etmedi. Kılıçdaroğlu ile Kemalist kodların çok zayıfladığı CHP, devletin güçlü olduğu dönemlerde bireysel özgürlükleri önemsemek yerine özgürlükleri baskılayan, özellikle de dini alanı daraltan bir yaklaşımı tercih ediyordu.

15 Temmuz sonrasında ve Suriye’deki gelişmelerin sonucunda devletin güç kaybettiği ve beka sorunuyla karşı karşıya kaldığı bu dönemde ise yıkıcı bir bireysel özgürlükler vurgusunu tercih ediyor. Hatta bu yıkıcı özgürlük söyleminin merkezine ise FETÖ’cüleri, PKK militanlarını ve DHKP-C benzeri şiddet yanlısı aşırı sol terör örgütlerini oturtuyor. AK Parti’nin MHP ile milli mutabakat ittifakı yapması CHP’nin daha da uçlara savrulmasına yol açtı. Tarihi bir kırılma yaşayan parti, Orta Anadolu, Akdeniz ve Ege gibi yörelerdeki geleneksel oy tabanını kaybetme riskiyle de karşı karşıya.

Devrimci gelenekten gelen kadın siyasilere, aşırı mezhepçi yeni CHP’liler ile birlikte devlet karşıtı bir siyasi söylemde buluşuyorlar. Parti dışındaki ulusalcı yapının Ümit Kocasakal ile parti içindeki kanadın ise Muharrem İnce ile son hamlesi ise boşa çıkmış görünüyor. Tüm engellemelere ve oyunlara rağmen hatırı sayılı bir oy alan İnce’ye CHP geleceğinde yine de ciddi bir şans tanınıyor. Kılıçdaroğlu’run uluslararası güçlerin içerdeki temsilcilerine teslim ettiği partinin daha da sertleşmesi ve devlet kurumlarıyla kavgaya kalkışması İnce’yi hep güçlü bir alternatif olarak var edecek.

Kim bu Amerikancı radikal solcular?

Kılıçdaroğlu’nun alternatifi olarak hazırlanan bir isim de Selin Sayek Böke. Bir taraftan ‘yetmez ama evetçi’ liberal sol kesimlerle dirsek teması yürütüyor, diğer taraftan Batılı güç odaklarını harekete geçirmeye çalışıyor. Aynı zamanda da çıktığı TV programlarında PYD/YPG’nin terör örgütü olduğuna dair elinde bir bilgi olmadığını savunuyor. Kurultay öncesi İlhan Cihaner ile birlikte ayrı bir hareket başlatan Böke, ‘sınıf’ temelli bir sol hareket takip edeceklerini ilan etti.

Delege üzerinde bir ağırlığından söz edilmeyen ama uluslararası güç odaklarıyla ilişkisi dolayısıyla fazlasıyla önemsenen Böke’nin PM’ye üstelik de Kılıçdaroğlu desteğiyle girmesi de hayli dikkat çekici. Böke’nin PYD/YPG konusundaki ısrarlı sözleri ardındaki gücün de kim olduğunu açık ediyor. Yüzlerce insanın hayatını kaybettiği saldırıların bir numaralı sorumlusu PYD/YPG’yi terör örgütü olarak kabul etmeyen tek ülke ABD ise tek siyasi de Selin Böke… CHP’nin Çiller’i olarak parlatılan, liberal sol çevrelerin umudu olan Böke, liderlik hayalini hiç gizlemiyor. Gezi’ye destek veriyor, HDP ile dirsek temasını sürdürüyor, AB’deki aşırı sol siyasilerle boy gösteriyor ama henüz halkın arasına karıştığına kimse tanık olmuyor.

CHP’nin şehir yapılanması mı?

Kurultay öncesi ve sonrasında öne çıkan CHP’li siyasilere bir göz attığımızda ciddi bir “yığınak” göze çarpıyor. İlk aşamada insan yığınağına ağırlık veren Kılıçdaroğlu ekibi, 2019 için Canan Kaftancıoğlu gibi Ermeni soykırımı yanlısı, Kobani destekçisi ve aşırı sol bir ismi il başkanlığına getirdi. Gezi kalkışmasından bu yana sokak olaylarıyla bağını hiç koparmayan CHP’de tansiyonu yükseltmenin ve ateşi yeniden sokağa atmanın planları yapılıyor.

2019 seçimleri için herhangi bir aday arayışı gözlenmeyen CHP’de eylem potansiyeli yüksek siyasilerle sokak kavgasının altyapısı oluşturuluyor. Onun için TV tartışmalarındaki yüksek tansiyonlu konuşmalarıyla dikkat çeken genç avukat Sera Kadıgil, partinin en üst yönetim organında kendine yer bulabiliyor. Ezandan rahatsız olduğu için cami basmayı düşünen, ‘şehitler ölmez’ sloganından tiksinen Kadıgil de, küfür ve hakaret içeren sosyal medya mesajları yüzünden hakkında dava açılan bir CHP’li siyasetçi.

Teröristin adı ‘yiğit devrimci’ oldu

CHP’nin yeni kuşak isimlerinden öfkeli avukatın “Bugün Suriye’ye savaş açsak banko Esad’ı tutarım” diye yazdığı mesajı ise ulusalcı CHP’nin nerelere savrulduğunu ispatlamaya yetiyor. Benzer bir mesaj FETÖ ile ilişkileri hep sorgulanan İstanbul Milletvekili Eren Erdem’den gelmişti. Milletvekili seçilmeden önce FETÖ’nün operasyon gazetelerinde yöneticilik yapan Eren Erdem de, “savaş çıktığında Türkiye yerine İran saflarını tercih edeceğini” itiraf ediyordu.

Kılıçdaroğlu’na en yakın isimlerden Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba da terörist tanımında yolu şaşıran isimlerden. Medyatik gösterilerle popüler olan Ağbaba, devletin güvenlik güçleriyle çatışan, kır gerilla deneyimini teorize eden bir ismi “yiğit devrimci” olarak selamlıyor ve saygıyla anıyor.

Devlet karşıtlığına savrulan CHP

Baykal’ın izlerinin tamamen silindiği partide güç kazanan devlet karşıtı damarın paydaşları arasında Türk Tabipler Birliği, Birgün Gazetesi, Soros Vakıfları ve terör örgütlerine yardım ve yataklıktan yargılanan Osman Kavala dikkat çekiyor. Zaten son dönemde bu kadro en çok AB elçileriyle birlikte Can Dündar ve Büyükada davalarında fotoğraf veriyor.

FETÖ’den yargılanan Ahmet ve Mehmet Altan ile Şahin Alpay da yine yeni CHP’nin avukatlığını üstlendiği favori isimlerden. Kılıçdaroğlu’nun Adana mitinginde bu isimlerin adını anmasının yol açtığı parti içi kriz çoktan unutuldu. Artık CHP’de ulusal çıkarlar değil “Mustafa Kemal’in askerleri” olunup olunmayacağı tartışılıyor. Yeni il başkanı Kaftancıoğlu’nu sözcülüğünü yürüttüğü bu söylem de partide iki kanadı karşı karşıya getirmeye yetti.

Devletçi CHP’nin devlet karşıtı kadrosunun öncüleri arasında eski BSP ve ÖDP’li Tabipler Birliği üyesi Zeki Kılıçaslan, Mehmet Bekaroğlu, PKK davalarının avukatlarından Zegin Tanrıkulu, KHK ile atılan Prof. Dr. Yüksel Taşkın ilk dikkat çekenlerden.

Tüm bu isimler için CHP’nin yol haritasında HDP ile ittifak kurması ve PKK’nın örtülü desteğini yanına çekmesi geliyor. Son dönemlerde CHP’ye çok sert eleştiriler yönelten Aydınlık çevresinin ve Doğu Perinçek’in kanaati de bu yönde. Perinçek’e göre HDP ile PKK tek örgüt ve Kandil’in en önemli stratejisi ABD desteğiyle FETÖ ve CHP’yi buluşturmak.

Ne olacak bu Öztürk Yılmaz’ın hali?

Kimlik bunalımı yaşayan CHP’nin bir de Öztürk Yılmaz sorunu çıktı. DEAŞ’ın rehin aldığı eski Musul Konsolosu’nun ÖSO’ya yönelik sözleri de kamuoyunda büyük tepki doğurdu. Çıktığı her canlı yayında öfke kontrolünü yitiren Yılmaz’ın, ÖSO’yu ısrarla terör örgütü olarak sunma gayreti, TSK’nın birlikte Afrin harekâtı yürüttüğü gönüllü birlikleri DEAŞ ile ilişkili sunma çabası dikkat çekiyor.

Musul konsolosluğu günlerinde FETÖ ile yakın ilişkisi deşifre olan Yılmaz’ın bu ilişkiye dair kamuoyunu ikna etmek yerine saldırganlaşması da gözlerden kaçmıyor. Partinin dış ilişkilerini yürüten Yılmaz’ın artık gözden düştüğü kesin. Partiye yeni katılan eski büyükelçi Ünal Çeviköz’ün CHP’de yeni dış politika belirleyicisi olarak öne çıkacağını söylemek pek de yanlış olmayacak.

Benzer konular