Bir tuhaf muhalefet taktikleri

Muhalefet, 24 Haziran seçimleri için yüzde elli oy alma yarışında ilginç taktikler geliştirdi. Laik partiye muhafazakar aday, muhafazakar partiye laik adaylar bir yana, seçmen kitlesi de farklı tercih yarışına girdi. Eylemleriyle birlikte söylemleri de değişen muhalefette gelinen son nokta, Ordu-CHP kankalığından, apolet sökmeye.

Önce o yumruk havaya kalktı ve AK Parti’yi devirmek için verdiği mücadelede kendisine gaz veren solcu kesime devrimci selamıyla jestini yaptı. Saadet Partisi’nin, yani Erbakan’ın partisi olan Milli Nizam, Refah ve Fazilet Partilerinin yerine ikame edilen partinin lideri Temel Karamollaoğlu’nun, yılların Milli Görüş -başparmak havada- işareti dururken, komünist devrimci pozu vermesi başlangıçta herkesi şaşkınlığa uğratsa da, ilerleyen süreçte 24 Haziran seçiminin muhalefetin tuhaf taktiklerine gebe olduğu anlaşıldı. Karamollaoğlu yaptığı bu hareketi “Kalabalığı görünce gaza geldim” şeklinde açıklasa da, partisinin gençlik kolları, Komünist devrimci Temel Karamollaoğlu fotoğrafını, Che Guevara’nın ‘Hasta la victoria siempre Commandante’ sözü ile birlikte paylaştı. Che’nin devrimde kendisine yardım ettiği Küba Lideri  Fidel Castro’ya yazdığı bir mektupta geçen bu ifade, “zafere kadar daima, komutan” anlamına geliyor.

NE OLURSAN OL GEL

AK Parti’yi devirmek için muhalefetin ittifak gözdesi olan Karamollaoğlu, Sivas’ta Madımak oteli yangınında Refah Partisi’nden belediye başkanı ve muhafazakar olduğu için CHP tarafından belki de en çok eleştirilen isimdi. Geçmişte onu yerden yere vuran kitle, şimdi Erdoğan’a karşı beğenmedikleri adama sahip çıkmaya karar verdi. Bu durum ilginç bir muhalefet portresiyle, daha da ilginç olan seçim hedeflerini oluşturdu: Tayyip Erdoğan ve AK Parti’yi devirmek için, gel gel, ne olursan gel muhalefeti.

Saadet Partisi İstanbul il başkanlığı tarafından organize edilen “Prof. Dr. Necmettin Erbakan Ödülleri” törenine, 28 Şubat döneminde Erbakan’ı devirmek için en iğrenç yayınlara imza atan Uğur Dündar’ın davet edilmesi yeterince tuhaftı aslında. Bu durum herkesin, ama özellikle de 28 Şubat dönemini en ağır yaşamış olan Saadet Partililerle AK Partililerin üzerinde şok etkisi yarattı. 28 Şubat döneminde, Erbakan ve onun gibi düşünenler hakkında yaptığı haberlerle, cuntacılara tam da istediği malzemeyi veren Uğur Dündar’ın, Erbakan’ın adıyla düzenlenmiş bir ödül töreninde boy göstermesi, yine “ne olursan ol, gel” desturuyla açıklanabilirdi ancak.

CELLAT, KURBAN, AŞK HİKAYESİ

Bu cellat, kurban, aşk hikayesi sadece Saadet Partisi’nin değil, bir zamanlar muhafazakar kesimin azılı düşmanlarının da geldiği son nokta. Kendisini halkçı, sosyalist, Marksist vb. terimlerle niteleyen Yalçın Küçük de 24 Haziran milletvekilliği seçimlerinde Saadet Partisi’ne oy vermeyi düşündüğünü söyledi. “Bizim her dine saygımız vardır ama Müslümanlık da bizim dinimizdir”  şeklinde açıklama yapan Küçük, “Hem Akşener’in partisi, hem din adamımız Karamollaoğlu’nun partisi çok iyi muhalefet yapıyorlar” diyerek, cumhurbaşkanlığı oyunu hapisteki kibar çocuk Demirtaş’a, milletvekili oyunu ise Saadet Partisi’ne vereceğini söyleyerek ilginç bir denklem kurmayı başardı.

Yalçın Küçük’ün Saadet Partisi’ne oy vermesinin bir sebebi de, Ergenekon operasyonları sırasında birlikte hapis yattığı arkadaşı Tanju Güvendiren’in SP listesinden aday olması. Güvendiren’e gelince, o da başka bir hikaye… Saadet Partisi’nin en çok eleştirilen adayı olan Tanju Güvendiren, 28 Şubat sürecinde Ankara’da Aczmendileri tutuklayan nöbetçi DGM hâkimiydi. Ayrıca Kudüs Gecesi’ni düzenleyen Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız ve 9 kişiyi de tutuklayan hakimdi.  Futbol Federasyonu Tahkim Kurulu’nun iki dönem başkanlığını da yürüten Güvendiren, 2006 yılındaki Tahkim Kurulu başkanlık seçimlerinde adaylığını açıklamasının ardından diğer üyelere yönelik olarak sarf ettiği “Ben buraya sata sata değil, asa asa geldim” sözleriyle tanınıyor.

ÇOK BENZEMEYENLER BİR ARADA

Muhalefetin ilginçlikleri sadece bunlardan ibaret olmadığı gibi, Erdoğan karşısında cephe oluşturmaları da yeni bir mevzu değil. CHP ve HDP 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde gizli ittifak yapıp, onların deyimiyle, birlikte iyi sallamışlardı. Şimdi aynı desteği İyi Partiye de vereceğini ima eden CHP’nin yeni fizikçi adayı Muharrem İnce, seçim sürecinin ilk günlerinde İyi Parti birinci çıkarsa Akşener’e seve seve yardımcı olacağını açıkladı. Öte yandan ülkücü kimliği ile meydanlara çıkan İyi Parti de dahil olmak üzere bütün muhalefet partileri HDP adayı Demirtaş’a sahip çıkma yarışına girdi. Bu yolla Kürt seçmenin oyunu almaya çalışırken, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulguru görmezden gelebildiler. Çünkü bu seçim çok benzemeyenlerin bir araya getirilmesi, her kesime saygının azami düzeyde olması gereken bir seçim.

ŞAŞKIN MUHALEFET

Bu seçimin özelliğinden olsa gerek, muhalif kesimin şaşkın davranışları da ayyuka çıktı. FETÖ’nün Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) sermayesiyle açtığı yayın organında yazan gezi eylemlerinin tetikçisi, HDP’nin yılmaz savunucusu Hayko Bağdat, “Muharrem İnce’yi desteklemek Türkiye’ye ihanettir” başlıklı yazısıyla teamülün aksine hem HDP’lileri hem de CHP’lileri kızdırarak şaşkın muhalefet portresi çizdi. Kılıçdaroğlu’nun koltuğunu kaybetmemek için İnce’yi yem olarak kullandığını ima eden Bağdat, Muharrem İnce’yi ”Atatürk olmasaydı adımız Yorgo olurdu” paylaşımından dolayı ırkçılıkla suçladı. Muhalefette yerleşik olan “Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” anlayışının dışına çıkan Hayko Bağdat şu ifadeleri kullanarak muhalefet söylemini ters yüz etti:

“Biz HDP’liler şöyle düşünüyoruz; Hiçbir turda Muharrem İnce’ye ya da Meral Akşener’e ya da Temel Karamollaoğluna ya da Doğu Perinçek’e oy vermeyeceğiz. Tutsak olmayan hiçbir yöneticimiz sizlere bu sözü vermesinler çünkü kendi Eş Başkanımız Selahattin Demirtaş tutsakken başkasına oy vermeyeceğiz. Bir oyumuzla Muharrem İnce Başkan olacak olsa bile, Muharrem İnce ‘Saray’a çıkınca Kuran çarpsın iki saate serbest bıraktıracağım Başkan’ınızı’ dese de, Demirtaş’ın kendisi bunu bizden talep etse de, Abdullah Bey (Öcalan) soğuk tecrit duvarlarından bizlere fısıldasa da, Nurettin Demirtaş Dağ’dan ricada bulunsa da, Selahattin Demirtaş tutsakken başka bir yapıya koltuk değneği olmayacağız.”

***

GENERAL ALKIŞLAMAKTAN, APOLET SÖKMEYE

Muhalefet, yüzde 50’yi alabilmek için aday profilleriyle de kitlesini şaşırttı. Cumhuriyet Halk Partisi de bu yarışa katılıp muhafazakar kesimden oy alabilmek için muhafazakar Konya’dan, eski Refah Partili Abdüllatif Şener’i aday gösterdi. CHP daha önce de Mehmet Bekaroğlu, Yaşar Nuri Öztürk, İhsan Özkes gibi dindar isimleri aday göstermiş olsa da, bu isimlerin partiye önemli bir katkısı olmadığı bilinen bir gerçek. CHP’nin muhafazakar isimleri aday göstermesi veya Allah, peygamber, abdest, namaz sözcüklerini ağızlarından düşürmüyor olması seçim ritüellerinden olsa da, bu seçimin en büyük farkı, klasik CHP söylemlerinin ve anlayışının ters yüz edilmesi.

Söylemlerin ters yüz olmasının en bariz örneği, Muharrem İnce’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı alkışladığı gerekçesiyle Afrin Operasyonu’nu yöneten 2. Ordu Komutanı İsmail Metin Temel için “O generalin apoletlerini sökeceğim” ifadesi oldu. Cumhuriyet tarihinden itibaren orduyla amaç birliği yapan CHP’nin bir ordu mensubuna söylediği bu söz, bu seçimin en ilginç cümlelerinden biri oldu. Zira şimdilerde siyasetle ordunun iç içe geçtiğini düşünen CHP, çok eski değil, 28 Şubat döneminde Genelkurmay’ın yargıya, medyaya verdiği birifingler için generallerin apoletlerini sökmek bir yana, o generallere alkış tutuyordu.

ORDU-CHP KANKALIĞI

Devlet mi CHP’yi kurdu yoksa CHP mi devleti kurdu tanımı her zaman birbirinin içine geçmişken, 100 yıl önce devleti kuranların bir parti kurması yadırganacak bir şey değildi. Tıpkı devleti bir ordu mensubunun kurması, demokrasiyi getirmek için yine ordunun başındaki Mustafa Kemal’in Cumhuriyet Halk Fırkasını kurup başına geçmesi gibi. Atatürk’ten sonra CHP’nin başına yine başka bir ordu mensubu olan İsmet İnönü’nün geçmesi, Atatürk’ün Ebedi Şef, İnönü’nün Milli Şef ilan edilmesi, devletle partinin, parti ile ordunun iç içe geçmesi o dönemlerin geleneğiydi.

Kurucu unsur olarak 1950’ye kadar tek başına saltanat süren CHP’nin elinden kayan saltanatı, 1960 yılında Türk ordusu darbeler dönemini başlatarak geri aldı. Ardından darbeler, müdahaleler, ültimatomlar, muhtıralar eşliğinde ordu siyasete her dönem ayar verirken, CHP de alkışladı. Ordu adeta CHP’nin gizli kuvveti olarak görev yaptı. Devlet, ordu ve CHP arasındaki etkileşim öylesine genişti ki, ordu mensubu emekli olunca CHP’de çalışabiliyor veya CHP’de çalışmış birisi devletin siyaset girmemesi gereken kademelerinde bulunabiliyordu.

ASKER GÖREVİNİ HATIRLADI

Bülent Ecevit’in CHP’yi kısa süreli ordudan koparıp halkla buluşturması, 73 seçimlerindeki tarihi başarıyı yakalamasına da sebep oldu. 28 Şubat’ın ayak seslerinin duyulduğu 90’lı yılların başında ise yeniden ve daha sağlam bir şekilde CHP-Ordu ilişkisi devreye girdi. Ordu, o dönemde siyasetten veya medyadan bu derece destek görmeseydi, ülkeyi karanlığa sürükleyen 28 Şubat darbesini de yapamazdı. Türk ordusunun belli bir kesimi dışlayıcı anlamıyla kullanarak elini güçlendirdiği laiklik kavramı, CHP’nin altı okundan biriydi ve orduyla kader birliğinin en büyük sebebiydi. AK Parti iktidarıyla birlikte laiklik kavramı yerli yerine oturmaya başlayınca, ordunun siyaset üzerindeki etkisi de azalmaya başladı.

Türkiye Cumhuriyeti 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın orduyu şortla denetlemesinin bir amacı şekilci yapıyı kırmaksa, diğer bir amacı da orduya görevi haricinde yüklenen anlamın içini boşaltmak, sivil inisiyatifi yaygınlaştırmaktı. Özal’ın çıktığı bu yolun tamamlayıcısı AK Parti oldu. İktidarı boyunca 16 yılda 7 darbe girişimine maruz kalan AK Parti, ordudan gelen muhtıraların karşısında durarak, ordunun siyasete müdahale adetini tamamen ortadan kaldırdı. En son 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimiyle halkı da yanına alarak, haddini aşan darbeci askerleri ordudan temizleyerek, askerin asıl vazifesini hatırlattı. Fırat Kalkanı ve Afrin zaferi işte bunların ardından geldi.

AK Parti ordunun her türlü müdahalesine karşı durmasaydı, bugün CHP bir generalin apoletlerini sökmek bir yana, her yaptığı eyleme selam duruyor olurdu. Bu seçim bütün muhalefeti alt üst etmiş olsa bile, en çok CHP’ye dokundu. Kendi kitlesi için kabul edilemeyen söylem ve eylemlerle inandırıclığı olmasa bile halkın arasına karıştı. Şimdi asıl merak edilen şey, son düzlükte klasik CHP’den geriye ne kalacak?

Benzer konular