Bir Osmanlı şehri: Kudüs

Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını açıklaması, yalnız Müslüman dünyanın tepkisi çekmekle kalmadı, bu kutsal beldenin tarihinin yeniden hatırlanmasına ve hatırlatılmasına da vesile oldu.

Müslümanlar için “ilk kıble” olma özelliği taşıyan şehir, Hazreti Ömer tarafından fethedildiği günden bu yana Müslüman medeniyetinin de en güzel örneklerini taşıyan bir belde oldu. Osmanlı İmparatorluğu idaresine geçtiğinde vakıflarla imar edilen şehirde, Haseki Sultanların izleri bulunuyordu.

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, Kudüs’teki Osmanlı vakıflarının Kudüs’ün statüsünün teminatı olduğunu ve Hazreti Ömer döneminden itibaren bu politikanın sürdürüldüğünü anlatıyor:

“Hz. Ömer Kudüs’e girdiğinde Hristiyanlara verdiği dini özgürlük, daha sonra bölgeye egemen olan bütün Müslüman idarecilerin temel düsturu olmuştur. Bölgede hüküm süren her Müslüman idareci bir taraftan diğer din mensuplarının ibadetlerini özgürce yapabilmelerine, dini mekânlarını inşa ve himayelerine izin verirken diğer taraftan da kendisinden önce kurulan Müslümanların kurduğu vakıfları arttırarak cazip bir şehir meydana getirmişlerdir. Bunun son örneği de Osmanlı Devletidir. Bu yüzden statüden bahsederken 100 yıl önce işgalcilerin ele geçirip, zorla değiştirmeye başladıkları ve tahrip ettikleri, statüsünü ortadan kaldırdıkları Kudüs öncelikle pazarlık konusu yapılmalıdır. Müslüman idareciler, özellikle Yavuz Sultan Selim’den sonra Osmanlı sultanları statüsü bozulmasın diye Kudüs ve etrafını tamamen vakıf haline getirmişlerdir. Osmanlılar Kudüs’e hâkim olduklarında Kudüs etrafında 166 köy vardı. 20. Yüzyılın başında bu sayı 126’ya düşmüş olmasına rağmen hâlâ bunların 121 tanesi Kudüs’ün gerçek statüsünü belirleyen mabetlere ve dini mekânlara vakfedilmişti. İşte statü kurmaya niyetlenenler buradan başlamalıdırlar.”

Bu vakıfların kuruluşu, Kudüs’ün Osmanlı hâkimiyetine geçmesinden önceye dayanıyor. Mescitler, medreseler, mastabalar, sebiller, çeşmeler, şadırvanlar, su kanalları, kuyular, eyvanlar, halvethâneler, minareler, mihraplar, kubbeler, kapılar, revaklar Kudüs’te vakıflar eliyle yapılan eserlerden bazıları.

Siyaseten 1517’de başlayan ilişkiden yüz yıl önce, Çandarlı İbrahim Paşa’nın eşi İsfahan Şah Hatun tarafından bir medrese inşa ettiriliyor Kudüs’e. Sultan II. Murad döneminde inşa ettirilen vakıf için İznik’e bağlı Hasbeyli köyü, Gerede’ye bağlı Çayören, Avşar, Goncaaliler, Mankalar, Kabaklar, Geçitler, Surgurlar, Dümenler, Demirciler, İncikler köyleri ve Hayrabolu’ya bağlı Karagür, Şalgamlı ve Yörgüçlü köylerinden elde edilen gelir bu medreseye bağlanıyor.

Haseki Sultan izleri

Osmanlı hanım sultanları ve padişahlarının Kudüs’te imar ettikleri eserlerin yüzyıllara yayılan varlığı halen sürüyor. Bunların en bilinenlerinden biri de Kudüs’te Mescid-i Aksa’yı ziyaret edenleri Aksa’nın batıya bakan Nazır Kapısından çıktıktan sonra karşılayan Kanuni Sultan Süleyman’ın su sebili. Onun 150 metre ilerisinde de Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan’ın yaptırdığı “Haseki Sultan İmarethanesi” bulunuyor. 1552 yılında yapılan eser, yüzyıllardır kesintisiz hizmet veriyor ve tam 462 yıldır her gün Kudüs’ün fakirlerine ücretsiz yemek dağıtıyor.

4 bin 600 metrekarelik yemekhanede haftada beş gün iki farklı yemek veriliyor. Binanın alt katı aşevi olarak hizmet verirken, üst katı yetimler okulu olarak faaliyet gösteriyor. Binanın sağ tarafında ise Kudüslü mesleksiz gençlere marangozluk eğitimi veren bir atölye yer alıyor. Aşevinin kapısından içeri girdikten sonra, kubbeli altıgen yapının altında, şimdilerde kullanılmayan eski kazanlar eski ocağın üzerinde yerli yerinde durduğu görülüyor.

Öğleye doğru kapısında fakir fukaranın ellerinde boş kaplarla gelmeye başladığı kapıda, bir vakıf geleneği olarak önce kadınlara, sonra erkeklere yemek servis ediliyor. Aşevi sadece Müslümanlara değil, fakir Hristiyan ailelere de hizmet veriyor. Şu anda 8 Hristiyan aile aşevinin sürekli ziyaretçilerinden.

‘İbrahim Halilullah’

İmarethane hâlâ hizmet verse de konaklama yerleri, değirmen, hamamlar ve kervansaray zamanla tarihe karışmış. Binanın bir kısmı okul olarak kullanılıyor, Beytülmakdis halkına hizmet veriyor. Vakfa ait mülkleri 1967 yılında İsrail işgal etmiş. Yine de her gün beş kişi 113 aileye yetecek yemek çıkarabiliyor.

Kudüs’te Hürrem Sultan’dan kalan eserler bu imarethaneyle sınırlı değil. Via Dolorosa (Çile Yolu) üzerinde bulunan hamam da Ermeni Kilisesi’nin malı olmuş.

1557 tarihli Haseki Sultan Vakfiyesinde, Hürrem Sultan’ın Kudüs’te Camii Şerif (Kubbet’üs Sahra) yakınında yaptırdığı Hürrem Sultan Camisi, medresesi ve imarethanesinin nasıl işleyeceği, bakımı, temizliği, çalışanlarının maaşları bütün detaylarıyla belirtilmiş.

Kanuni Sultan Süleyman, Kudüs’ün surlarını yeniletip Kudüs Kalesi’nin restorasyonunu yaptırmış. Kubbetü’s Sahra’nın yer döşemesi, Mescid-i Aksanın surları ve kapıları da bu dönemde yenilenmiş. Aynı zamanda Kudüs’te kutsal mekânların temizliğine ve edebine ilişkin bir fermanı da bulunuyor. Yapılan bu hizmetler bu yüzyıla kadar varlıklarını sürdürmüş. Bu dönemde şehir için 40 milyon akçe vakfedilmiş.

Yine bu dönemde, Kudüs için imar faaliyetleri sürerken yapılan bir icraat daha var. Kanuni Sultan Süleyman surları yaptırırken Halil Kapısı’nın üzerine “Lâ ilâhe illâllah, İbrahim halilullah” yani “Allah’tan başka ilâh yoktur, İbrahim de onun dostudur” yazan bir kitabe koydurarak, Kudüs’ün sadece Müslümanlara değil, her üç semavî dine ait olduğunu ifade etmiş.

Abdülaziz’in gözde şehri

Kudüs’e yapılan hizmetler tüm Osmanlı idaresi dönemine yayılıyor. Sultan Abdülmecid döneminde 200 bin altına Mescidi Aksa’nın restorasyonu yapılıyor. Sultan Abdülaziz döneminde ise (1867) Kudüs, yolların ve çarşıların yapıldığı gelişmiş bir şehir haline geliyor. Kudüs-Yafa ve Kudüs-Nablus şehri arasındaki yollar mermerle döşenmiş. Bu mermerli yol hâlâ kullanılıyor. Sultan Abdülaziz, Mescid-i Aksa’nın süslemesi ve restorasyonuna 300 bin Osmanlı akçesi harcıyor.

Umeri Camisi de bu dönemde inşa edilen yapılardan. Ayrıca 1892’de Kudüs-Yafa şehri arasında tren yolu yapılıyor.

1808 yıllarında Osmanlı padişahlarından Sultan II. Mahmut döneminde inşa edilen Peygamber Âşıkları Kubbesi, Tevbe ve Rahmet Kapıları, Eşrefiye medresesinin ve Mathara kapısının arasında bulunan Osmanlı Medresesi de Kudüs’te varlığını sürdüren diğer yapılardan.

Benzer konular