Bir elçinin zevali

ABD’den çok daha eski, 1769 yılında kurulmuş Dartmouth College’de öğrencilere hitap ediyordu. Öğrencilerin önündeydi ve gözlüklü, kısa boylu görünümüyle tıpkı onları andırıyordu. Tam bir politikacı tavrıyla Los Angeles’da yaptığı espriyi tekrarladı ve aynı gülüşmelere, aynı çılgınca alkışlara neden oldu. “Şimdi size bir Haiti esprisi yapacağım. Fakat unutmayın, bu sadece bir espri” diyerek devam etti: “Bizim oralarda derler ki ‘Niçin ABD’de darbe olmaz?” Bir müddet bekledi ve bir stand up yıldızı gibi kalabalığı süzdü. Sonra cevabı yine kendi verdi: “Çünkü ABD’de Amerikan elçiliği yoktur.”

Haiti Devlet Başkanı Aristide hakkında çıkan makale, Vibe Dergisi Şubat 1995 sayısı

1990 yılında Çöl Fırtınası Operasyonu ile Ortadoğu’ya ilk büyük ayar verme girişiminin mimarını hatırlayan var mı? Baba Bush’un sadık adamlarından biri olan, dönemin ABD savunma bakanı Dick Cheney. 1993 yılında bakanlığı sona eren Cheney zeki adamdı. Clinton rüzgârını görmüş, siyaseti bırakıp dünyanın en büyük enerji şirketlerinden birine, Ortadoğu petrolünde söz sahibi Halliburton şirketine CEO olmayı, daha doğrusu geleceğe yatırım yapmayı tercih etmişti. 1975 yılında Gerald Ford’un Beyaz Saray Genel Sekreterliğine getirdiği Cheney, ne rüzgârlar, ne fırtınalar atlatmış adamdı. Clinton rüzgârı da elbet dinecekti. Nitekim 2000 yılındaki seçimler Oğul Bush’un yüzüne gülmüş, o da başkan yardımcılığına baba yadigârı Dick Cheney’i getirmişti. Baba Bush zamanında temeli atılan Ortadoğu işgal projesi artık başlayabilirdi. 1991 yılında olduğu gibi 2003 yılındaki Irak işgalinin mimarı da aynı isim, Dick Cheney olacaktı.

Çok boyutlu bir işgal projesi olarak konu hakkında pek çok şey söylenebilir. Ancak biz Cheney zaviyesinden bakmaya devam edeceğiz. Üstelik Internatiol Business Times’dan Angelo Young’ın 20 Mart 2013 tarihli makalesinin başlığını vermekle yetineceğiz. Ne diyordu makalenin başlığı? “Cheney’in Halliburton’u Irak savaşından 39,5 milyar dolar para kazandı.”

Dick Cheney’in çömezi

Bu girizgâha niye gerek duyuldu? ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass hakkında yapılan değerlendirmelerin eksik tarafına dikkat çekmek için. John Bass hakkında konuşmaya başlamadan önce kim olduğu, nerelerde çalıştığı, kimlerin çömezi olduğunu bilmek gerekiyor. ABD’nin Ortadoğu’da çıkardığı yangının önde gelen sorumlularından biri, Dick Cheney, başkan yardımcılığı koltuğunu işgal ediyorken John Bass Avrupa ve Avrasya özel danışmanı ünvanıyla onun ekibinde yer alıyordu. 2005 yılında Cheney’in himmetiyle Dışişleri Bakanlığı Operasyon Merkezi’nin başına getirildi. 2008 yılında da Bölgesel Yeniden Yapılandırma Lideri olarak Irak’a gönderildi. 2009 yılında ise Büyükelçi olarak Gürcistan’a atandı. İcraatları, “Gürcistan’ın içişlerine müdahil olma” suçlamasını beraberinde getirdi. Ülkesine geri dönmesi yönünde protesto gösterileri düzenlendi.

Bir ilginç atama hikâyesi

Neocon Dick Cheney’in ekibinde parlayan John Bass, Obama tarafından ABD Kongresi’ne tavsiye edildi ve 17 Eylül 2014 tarihinde geçerlilik onayı alarak ABD’nin Ankara Büyükelçisi sıfatıyla atandı. Atanmanın yapılabilmesi için Senato Dış İlişkiler Komitesi’nde soruşturmaya tabi tutulması ve burada veto edilmemesi gerekiyordu. Komite üyelerinden Senatör John McCain ile aralarında hayli ilginç bir diyalog gerçekleşti. Erdoğan’ın sosyal medya üzerindeki tavrını otoriterliğe doğru bir kayma olarak açık bir şekilde tanımlaması istenince laf ebeliği yapmaya başlayan Bass, McCain’i bir hayli kızdırmıştı. Senatörün kendisini veto etmekle tehdidi üzerine net bir ifade kullanmak zorunda kaldı ve “Erdoğan’ın tavrı, otoriterliğe doğru bir kaymadır” diyerek veto edilmekten paçayı kurtarmış oldu.

Saçlarını sarıya boyatan elçi

John Bass’ın Türkiye serüveni 28 Nisan 2015 günü atılan bir tvitle başladı desek yeridir. Zenci bir gencin gözaltında öldürülmesi sonrası Baltimore şehrinde çıkan olaylara Amerikan polisi tarafından yapılan orantısız müdahaleyi “Hadi sarışın cevap versene. Türk polisi orantısız güç kullanıyor diyen aptal sarışın nerdesin?” tvitinden bahsediyoruz. Malumunuz, tvitin sahibi Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek. Sözün muhatabı doğrudan ABD Dışişleri sözcü vekili Marie Harf iken John Bass üzerine alınmış ve saçı sarıya boyalı bir şekilde fotoğrafını tvitleyerek “ABD’li diplomatlar: Hepimiz sarışınız” şeklinde cevap vermişti. 2013 yılındaki Gezi Olayları esnasında Türk polisinin orantısız güç kullandığına özenle vurgu yapan Marie Harf’ı sarı saçlı fotoğrafıyla temize çekme operasyonu elçi Bass’ın kişiliği hakkında kayda değer bir not olacaktı.

PKK sözcüsü gibi davrandı

Senatör McCain’in önünde yaptığı gibi kendisine yöneltilen sorulara alakasız cevaplar vermekle durumu idare ettiğini sanan elçinin ipliğini pazara çıkaran açıklama 11 Eylül 2016 tarihinde geldi. Terör örgütünün arka bahçesi şeklinde çalışan 28 belediyeye kayyum atanması sonucu ABD elçiliğinden yapılan yazılı açıklama şu şekildeydi:

“Hükümetin bazı seçilmiş yerel yetkilileri terörizmi destekledikleri iddiasıyla görevden alma ve yerlerine kayyum atama kararını takiben Türkiye’nin Güneydoğu’sundaki çatışma haberlerinden endişe duyuyoruz.

Amerika Birleşik Devletleri terörizmi lanetlemekte ve Türkiye’nin kendisini savunma hakkını desteklemektedir. Türk mercileri bazı yerel yetkililerin terörist gruplara katıldığı veya maddi destek sağladıkları yönündeki iddiaları araştırırken, hukuki süreç ve Türk Anayasası’nda saklı olduğu şekilde barışçıl politik ifade hakkını da içermek üzere, kişisel haklara saygının önemine işaret ederiz. Kayyum atamalarının geçici olacağını ve vatandaşların yakında Türk yasasına uygun bir şekilde yeni yerel yetkililer seçmelerine izin verileceğini ümit ediyoruz.”

John Bass “endişe duyuyordu” çünkü tıpkı Gürcistan’da olduğu gibi Türkiye’de de egemen bir devletin içişlerine müdahale hakkı olduğuna inanıyordu. Belediye imkânlarını PKK’ya peşkeş çektikleri delillerle sabit olan, belediyenin araçlarıyla terör faaliyetinde bulunup yollara mayın döşeyenleri “seçilmiş yerel yetkililer” olarak nitelerken ABD Büyükelçisi’nden ziyade PKK sözcüsü gibi davranıyordu.

John Bass’ın yalan galerisi

Oysa 23 Haziran 2016’da Star gazetesinden Saadet Oruç’a verdiği röportajda bakın neler söylüyordu:

“ABD tarafından bir terör örgütü kabul edilen PKK için idari bir bölge oluşturulması amacımız hiçbir zaman olmadı. PKK’nın bir şekilde kontrol ettiği bağımsız bir bölgenin oluşturulmasını desteklemiyoruz. İki ülkenin de karşılaştığı terör sorunlarını çözmek için Türk devletinin her kademesiyle çalışmaktayız.”

Bass’ın yalanları bununla da bitmiyordu. Amerikan Büyükelçisi John Bass’ın bir tek röportaja sığan yalan galerisini buyrun, birlikte ziyaret edelim.

  • ABD, Türkiye, Suriye ve Irak’ın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü güçlü şekilde desteklemektedir.
  • Suriye’de bağımsız bir Kürt devleti ya da özerk bir bölge oluşturmak amacıyla işbirliğinde bulunmuyoruz. Tüm Suriyelilerin temsil edildiği bir hükümete sahip olan, birleşik bir Suriye’yi destekliyoruz
  • PYD’yi yabancı terör örgütü olarak adlandırmış değiliz. Ancak Türkiye’nin böyle düşünmesini, PYD ile PKK arasında güçlü bağlar görmesini önemle dikkate almaktayız.
  • PYD ile işbirliğimiz Türkiye odaklı ya da Türkiye’nin istikrarını bozmaya yönelik ya da Suriye’de Türkiye sınırı üzerinde özerk bir Kürt bölgesi kurmaya yönelik değil. PYD ile yaptığımız sınırlı işbirliği, Türkiye sınırı etrafındaki bölgelerde DEAŞ’a karşı gerçekleştirilen hava saldırılarını kapsıyor. Türkiye’nin PYD hakkındaki endişelerini anlıyoruz.
  • PYD, Tel Abyad’daki çatışmalar sırasında insanları Türkiye sınırına doğru göç etmeye zorladı ve ardından geri dönmelerine engel oldu. Sonra da Kuzey Iraklı Kürtleri Tel Abyad’a yerleştirdi. Bu sizce bir demografi operasyonu değil mi?” sorusuna cevabı: Ben durumu bu şekilde betimlemezdim. Bizim amacımız kesinlikle bu değil ve söylediğim gibi, demografiyi kalıcı olarak değiştirmek için mevcut çatışmadan faydalanmayı amaçlayan her çabayı reddediyoruz.
  • Sizin Çekiç Güç dediğiniz operasyona biz ‘Huzuru Temin Harekâtı’ diyorduk. Nedeni de Türkiye’nin insan akışı nedeniyle yaşadığı yoğun baskıyı azaltma ve Saddam Hüseyin tarafından katledildikleri bir dönemde evlerine dönmelerini mümkün kılacak şartları yaratmaya çalışmaktı. Gerek o gün gerekse bugün ABD tarafından bir terör örgütü kabul edilen PKK için idari bir bölge oluşturulması gibi amacımız hiçbir zaman olmadı. PKK’nın bir şekilde kontrol ettiği bağımsız bir bölgenin oluşturulmasını desteklemiyoruz.

YPG arması “kişisel hareket”miş

Elçi Bass, 31 Mayıs 2016’da Suriye’de ABD askerlerinin YPG armalı üniforma giymelerine ilişkin şunları söylüyordu:

“Orada danışmanlık yapan, YPG ile ilişkili bazı Suriyeli Kürt gruplara ait simgeleri kullanan birkaç ABD askerinin durumunun son birkaç gündür çok konuşulduğunu biliyorum. Pentagon Sözcüsü’nün de bildirdiği gibi bu kişisel hareketler izin alınmadan yapılmıştır ve düzeltilmiştir. Bu, DEAŞ’a karşı yürütülen savaşta Amerika’nın bir politika tercihini yansıtmamaktadır.”

Zaman gazetesine kayyum atanmasından da rahatsız olmuştu

5 Mart 2016’da ABD Büyükelçiliği resmi twitter hesabından yapılan açıklama şöyleydi:

“Zaman Gazetesi’nin haber yapım sürecine kayyum tarafından müdahale edildiğine dair haberlerden derin rahatsızlık duyuyorum. Devir işlemini protesto edenlere karşı biber gazı ve plastik mermi kullanıldığına dair haberleri de endişeyle izliyorum. Evet, hukuki sürece saygı duyulmalıdır. Ancak, özgür bir basın ve hukuka uygun yargılamanın önemine de saygı duyulmalıdır.”

Zevale giden yol: 15 Temmuz

15 Temmuz FETÖ Kalkışması gerçekleştiğinde John Bass, ABD’nin Türkiye’deki en üst düzey yetkilisi olarak hala aydınlatılmayan, karanlıkta kalan pek çok husustan doğrudan sorumludur. Öncelikle böylesi bir faciaya ilişkin yapılan açıklamanın niçin üç gün sonra gerçekleştiğini izah edememiştir. İkinci olarak 15 Temmuz’un en büyük faillerinden Adil Öksüz’ün kendi emri altındaki bir kurumdan, ülkesinin İstanbul Başkonsolosluğu’ndan darbe girişimi sonrasında aranması noktasında “vize bahanesinin” ötesinde ikna edici kanıtlar sunabilmiş değildir. Ayrıca 15 Temmuz’un cezaevindeki sanıklarından Kemal Batmaz’ın ABD ziyaretinde Fetullah Gülen’in malikânesinde kaldığı bizzat kendi ülkesinin kayıtlarınca doğrulandığı halde konuya ilişkin kamuoyunu aydınlatma ihtiyacı dahi hissetmemiştir.

Elçilik değil örgüt evi

ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğunca arandığı ortaya çıkan Adil Öksüz’ün ve beraberinde daha birçok üst düzey FETÖ mensubunun Amerikan elçiliği tarafından saklandığı, sonra yurt dışına çıkarıldığı iddiaları ortada dolaşırken Metin Topuz olayının gündeme gelişi Amerikan elçiliğinin kimlere ev sahipliği yaptığı sorusunu da gündeme getirmektedir. Metin Topuz, iddiaları somutlaştıran kilit isimdir. 1982 yılında ABD İstanbul Başkonsolosluğu’na işçi statüsüyle giriş yapmış, 1993 yılında ABD Narkotikle Mücadele Birimi DEA’nın irtibat görevlisi olarak 2002 yılına dek İstanbul Emniyeti ile birlikte çalışmıştır. Hatta kendisine Vatan Caddesindeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde oda bile tahsis edilmiştir. Hakkındaki iddialara göre Emniyet Müdürlüğü’nün Narkotik Şubesine dinleme cihazlarını yerleştiren bizzat kendisidir. John Bass’ın Metin Topuz aracılığıyla halen firari olan eski Organize Suçlar Şubesi ve Terörden Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Mutlu Ekizoğlu, Fenerbahçe’ye dönük şike kumpasını gerçekleştiren Nazmi Ardıç, 17-25 Aralık kumpaslarının koordinatörü Yakup Saygılı ve Ergenekon savcısı Zekeriya Öz’ü yurtdışına çıkardığı ifade edilmektedir. Metin Topuz’un tutuklanmasıyla vize krizi arasındaki ilişkiyi “Diğer çalışanlarımızı riske etmemek için bu kararı aldık” sözleriyle adeta itiraf eden John Bass’ın “ABD misyonlarında saklanan kimse yok” cümlesiyse her zamanki yalanlarından birisi olarak kayıtlara geçecektir.

Benzer konular