Bir çatının çöküşü

Kabaca sağ ve sol olarak tarif edilen Türk siyaseti son yıllarda Erdoğan ve karşıtları gibi daha yerel ve daha net bir tanıma kavuştu. Muhalefet bloğu kendini Erdoğan karşıtlığıyla konumlandırırken, misyonunu ve motivasyonunu Erdoğan’ı devirmek ve Ak Parti’yi yenilgiye uğratmak üzerine kurdu. Hatta bu misyon ve Erdoğan’ın Anayasa gereği tarafsız Cumhurbaşkanlığı döneminde de sürdü. Hikayenin tam da burasında ilk defa halkın aracısız Cumhurbaşkanını belirlediği 2014 seçimlerine gitmemiz gerekiyor.

İlk turda yıkılan ilk çatı

Çatı siyasetinin ilk işareti 10 Ağustos 2014 seçimlerinden önce verildi. 12 yıllık kesintisiz iktidarını Cumhurbaşkanlığı seçimiyle taçlandırmaya karar veren Erdoğan, adaylığını ilan etti. Abdullah Gül’ün görev süresinin 5 yıl mı yoksa 7 yıl mı olduğuyla ilgili tartışmalar çok geride kalmış ve AK Parti, bu defa Cumhurbaşkanlığı yarışına genel başkanıyla katılmaya karar vermişti.

Gönlündeki sistemin Başkanlık olduğunu hiçbir zaman gizlemeyen Erdoğan, sandıktan çıkan bir Cumhurbaşkanı’nın sistem açısından sıkıntılar oluşturacağının farkındaydı. Halk desteğiyle tarafsız bir Cumhurbaşkanı ve partisiz bir siyasetçi eşyanın tabiatına aykırı duruyordu. AK Parti’nin, yüzde 45 oy oranını geçtiği seçimler olmakla birlikte yüzde 50 oy henüz uzak görünüyordu. Siyaset gözlemcileri ağırlıklı olarak ikinci turda Erdoğan’ın kazanacağı kanaatini taşıyordu. İktidarın adayı belliydi ama muhalefetin kiminle yarışa katılacağı meçhuldü.

Erdoğan karşıtı sol ve liberal kesimlerin gönlünden geçen isim HDP’li Selahattin Demirtaş oldu. “Seni Başkan yaptırmayacağız” sloganıyla seçim kampanyasını başlatan HDP’nin Güneydoğu’dan çok Cihangir ve Nişantaşı gibi semtlerden destek bulması şaşırtıcıydı. HDP çatının altına girmediği gibi davet eden de olmamıştı. Çatıyı bu defa CHP ve MHP kurmaya çalışıyordu. Gazeteler papatya falı gibi aday ismi zikrediyor ama bir türlü resmi açıklama gelmiyordu. Ne olduysa o günlerde oldu ve bir anda Ekmeleddin İhsanoğlu ismi gündeme geldi. Muhafazakar kimliği ve uluslararası tecrübesiyle Erdoğan’ın karşısına çatı adayı olarak çıkartılan İhsanoğlu, muhalif cepheyi tahkim edebilmekten çok uzak kaldı.

İlk denemede “çatı” çöktü

10 Ağustos seçimleri sürpriz bir şekilde daha ilk turda bitti. Kampanyanın şişirilmiş yıldızı Ekmeleddin İhsanoğlu değil Selahattin Demirtaş’tı ama sandık sonuçları kazananın Erdoğan olduğunu işaret ediyordu. CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun hanesine büyük bir hezimet olarak yazılan bu ilk Cumhurbaşkanlığı seçimi, “çatı”nın da çöktüğü anlamına geliyordu. Solun çocuksu heyecanı Demirtaş’a ciddi bir oy kazandırmış ama seçimi ikinci tura taşıyamamıştı.

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak Çankaya Köşkü’ne çıkışının travmatik etkisi AK Parti’de görülüyordu. Erdoğan’ın kaptan köşkünü terk ettiği partide lider yerine genel başkan formülü geçerli olacaktı. Olağanüstü Kongre’ye tek aday olarak giren Ahmet Davutoğlu, AK Parti’nin ikinci Genel Başkanı oldu. Davutoğlu’nun ilk büyük sınavı Haziran 2015 seçimleriydi ve sonuçlar hiç de iç açıcı olmadı. 2002’de başlayan hikayede ilk kez Meclis çoğunluğu kaybedilmiş ve 4 partinin TBMM’ye girmesiyle birlikte koalisyon kaçınılmaz hale gelmişti.

Erdoğan karşıtı koalisyon ya da bir nevi “çatı”

Sandık sonuçları koalisyon dayatıyordu ama görüntüde bu koalisyon hükümetini kurabilecek güçte bir parti yoktu. Seçimlerin kazananı olarak görülen MHP’de genel başkan Bahçeli daha seçim gecesi muhalefette kalacaklarını ilan etmiş ve koalisyon için başka adres göstermişti. On yıllar sonra iktidarın bir parçası olma umudu yakalayan CHP, köşeye sıkışmıştı. HDP’nin desteğini garanti gören CHP bu hükümet projesine MHP’nin katılacağı yanılgısını taşıyordu. Günler süren görüşmeler netice vermedi ve Erdoğan karşıtı cephe ilk kez iktidarın ucundan döndü.

Cumhurbaşkanı’nın yönlendirmesiyle kurulan azınlık hükümeti, 1 Kasım’da Türkiye’yi bir kez daha seçime götürdü. Muhalefetin hükümet kurmaktan aciz tavrını test eden Türk halkı, 1 Kasım’da tabloyu tersine çevirdi. Yüzde 50 ile her iki kişiden birinin oyunu alan AK Parti, muhalefeti de adeta köşeye itti. Hikaye artık çok farklı yazılıyordu.

Erdoğan sonrası sancıları bir türlü atlatamayan AK Parti’de sürpriz nöbet değişikliği gündeme geldi. Başbakan Davutoğlu, olağanüstü kongreyi toplama kararı aldı ve genel başkan adayı olmayacağını duyurdu. Bayrağı teslim alan Binali Yıldırım, en önemli misyonunu “Başkanlık Sistemi”ne geçiş olarak ilan etti. Erdoğan’ın liderliğinde sistem değişikliğine gitmenin Türkiye’yi daha yönetilebilir ve daha güçlü yapacağına inanılıyordu. Meclis aritmetiği Anayasa değişikliğine imkan vermiyordu. Yüzde 50’ye yakın oy alan AK Parti’nin Anayasa değişikliği için muhalefetin desteğine ihtiyacı vardı ama bunun da herhangi bir işareti yoktu.

Büyük kırılma: 15 Temmuz

Erdoğan’ın kararlı tutumuna ve keskin tavrına rağmen FETÖ ile mücadelede yeteri kadar başarılı olunduğu düşünülmüyordu. Onlarca yıl kamuya sızan FETÖ, gizliliği ilke edindiği için kolay kolay temizlenemiyordu. CHP’nin öncülüğünü yaptığı bir grup, FETÖ ile mücadeleyi sulandırmaya çalışıyor ve devletin her adımını itibarsızlaştırma yönünde tavır alıyordu. Devletin kılcal damarlarına kadar giren FETÖ’nün temizlenemediğini tüm Türkiye 15 Temmuz gecesi acı bir şekilde anladı. Kendi milletine kurşun sıkan bir hain grubun kalkışması, yine milletin kararlılığıyla önlendi. Diriliş gecesinde egemen güçlerin piyonu bir yapı yenilirken, Türkiye’nin artık asla eskisi gibi olmayacağı anlaşılıyordu.

15 Temmuz’un yaralarını saran ülkenin merak ettiği en önemli soru, Türkiye’nin beka sorununu Erdoğan dışında bir isimle aşma ihtimali var mıydı? Yenikapı Ruhu, Türkiye’yi 2023’e taşıyacak liderin yine Erdoğan olacağını ortaya koyuyordu. Bahçeli’nin 15 Temmuz gecesi başlayan kritik rolü, Türk sağının bugüne kadarki en geniş ittifakının işaretini veriyordu.

Siyasette taşlar yerinden oynuyor, roller yeniden dağıtılıyor ve Cumhur İttifakı’na kadar uzanacak samimi diyaloglar gelişiyordu. AK Parti ve MHP arasında başlayan görüşmeler siyasetin tüm paradigmalarını etkileyecek sonuçlara gebeydi. Yenikapı ruhuna ilk ihanet beklendiği gibi Kılıçdaroğlu’ndan gelmiş ve CHP’yi Erdoğan karşısında konumlandırmanın daha işlevsel olduğuna inanmıştı.

Türkiye “Başkanlığa” gidiyor

Her krizde bir çözümle çıkan Bahçeli ise hiç beklenmedik bir hamleyle Türkiye’yi başkanlık sistemine taşıyacak ve bugünlere getirecek bir teklifte bulundu. Tüm hesapları altüst eden bu teklif, MHP’nin Anayasa değişikliğine destek vereceği kararıydı. Bahçeli, Türkiye için Başkanlık Sistemini öneriyordu. İlk engel TBMM’de aşıldı ve Anayasa teklifi referanduma sunuldu. MHP, sadece Meclis’te değil sandıkta da AK Parti’nin yanında durdu ve iki partinin işbirliğiyle Anayasa değişikliği kabul edildi.

Türkiye bir yandan partili Cumhurbaşkanı ile tanışırken diğer yandan da yeni sistemin sancılarını yaşıyordu. 2019 seçimleri için uzun bir süre vardı ve Türkiye’nin beklemeye tahammülü yoktu.

AK Parti ve MHP ittifakının karşısında konumlanan muhalefet, 2019 için aday arayışlarına başlamış ama henüz umut vadeden bir isimde anlaşmanın çok uzağındaydı. İyi Parti ile siyasette yeni arayışlara giren Meral Akşener, 2019’da Cumhurbaşkanı adayı olacağını sıklıkla tekrarlıyordu. Bir başka aday ise Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek’ti. CHP’de ise Ankara’dan İstanbul’a günler süren yürüyüşü sonrası Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konuşuluyordu. “Çatı” aday önerileri ise daha çok Avrupa ve ABD başkentleri ile İstanbul’un gizemli çevrelerinde müzakere ediliyordu. Henüz tüm partiler için 2019 çok uzak görünüyordu ve Cumhurbaşkanlığı için adaylığı için isimlerin olgunlaşmasının önünde uzunca bir süre vardı.

Türkiye’den Macron çıkar mı?

Çatısız muhalefet lidersiz yol alıyor, Erdoğan’ın karşısına güven veren bir isim bulunamıyordu. AK Parti ve MHP’nin hiç beklenmedik hamlesiyle 24 Haziran’da erken seçim kararı alınıyor ve Erdoğan karşıtı cephe bir anda karışıyordu. AK Parti ve MHP seçimler için uzun süredir çalışıyordu ve birlikte girilecek seçimin şartları belirlenmişti. Hatta ittifak yasası ile iki partinin seçim pusulasında nasıl yer alacağına dahi karar verilmişti ama muhalefetin hiçbir hazırlığının olmadığı bir kez daha anlaşıldı.

Partisiz muhalifler, Gezi kalkışmasının öncüleri, Meclis dışı odaklar ve “Hayır bileşenleri” Türkiye’nin Macron’u olmak için fırsat kolluyordu ama hiç kimse Haziran’da yapılacak seçim için plan yapmamıştı. Referandumda alınan yüzde 48 oy için talipli çoktu ama bu büyük kitlenin temsilciliğini kim üstlenecek belli değildi. 2019 için erken hazırlıklar ve küçük hesaplar yapan tüm isimler erken seçim kararı sonrası planlarını gözden geçirmek zorunda kaldı.

AK Parti ve MHP’nin kurduğu “cumhur ittifakı” adayını çoktan ilan edip, kampanya döneminin ayrıntılarını konuşurken “hayır cephesi”nde bir mutabakat gözlenmiyordu. İşin ilginci sürecin nasıl işleyeceğine dair düzenlemeler Meclis’te kabul edilen uyum yasaları ile tamamlanmıştı. 100 bin imzanın nasıl toplanacağı, ittifak ile seçime girecek partilerin YSK’ya nasıl başvuracağı uyum yasaları ile netleşmişti.

Erdoğan karşıtı cephe, erken seçime yeni bir Macron hazırlamanın çok uzağında olduğunu fark ettiği gün eldeki imkanları değerlendirmeye başladı. Gözler doğal olarak 2014 seçimlerinden bu yana pusuda bekleyen bir isme Abdullah Gül’e çevrildi.

Ak Parti’den muhalefet üretmek

11. Cumhurbaşkanı Gül ile AK Parti arasındaki makas aslında Cumhurbaşkanlığı süresinin ne kadar olduğu tartışmasıyla açılmaya başlamıştı. Bazı hukukçuların Gül’ün süresinin 5 yıl olduğunu ileri sürmesi dönemin Çankaya Köşkü’nde tepkilere neden olmuştu. Erdoğan sonrası AK Parti’nin yönetiminde belirleyici olmayı hayal eden Gül için ikinci kırılma hiç kuşkusuz kongre tarihiydi. Parti için bir davet bekleyen Gül’ün, kongrede genel başkan olmayı düşündüğü ve bunun için işaret beklediği hep konuşuldu. Seslendirilmese de Gül ile AK Parti arasındaki mesafe her geçen gün açıldı ve 24 Haziran seçimleri için bir anda en güçlü muhalefet adayı olarak ismi zikredilmeye başlandı.

Kendilerine Erdoğan’ı devirme misyonu biçen 5 benzemez yapının öne çıkan ismi Saadet Lideri Temel Karamollaoğlu’ydu. Çatı aday fikrini bu kez kamuoyu önünde seslendirme işi Saadet Liderine düşmüştü. Erbakan’ın partisini CHP ve İYİ Parti ile yan yana getiren Karamollaoğlu, Gül ismi için taraflar arasında gidip geliyordu. CHP, kendi tabanından gelen itirazlara rağmen Gül’ün adaylığına en fazla destek veren partiydi. Ankara’dan İstanbul’a günler süren yürüyüşü sırasında Cumhurbaşkanı adaylığını hak ettiği söylenen Kılıçdaroğlu, yine korkmuş, Erdoğan’ın tüm çağrılarına rağmen karşısına çıkmaya cesaret edememişti.

Cumhuriyetin kurucusu CHP, adaylık için AK Parti dışından bir alternatif geliştiremiyor ve daha çok da Saadet ve İyi Parti’nin dümen suyuna girmiş bir görüntü veriyordu. Muhalefeti domine eden iki isim Karamollaoğlu ve Akşener’di. Zaten Gül’ün adaylığını gündeme getiren de, sonlandıran da ikisi oldu. Halkın seçeceği Cumhurbaşkanı için halktan kopuk süren arayışlarda Gül adının en fazla öne çıkması hiç kuşkusuz Erbakan Ödülleri’nin verildiği akşamdı. Uğur Dündar’ın ödül verdiği Ruşen Çakır’ın ödül aldığı ve bunun üzerine Erbakan Vakfı’nın zehir zemberek bir açıklama yayınladığı o gecenin zihinlere kazınan fotoğrafı Saadet Lideri ile salona giren Abdullah Gül’dü.

Çatı çöktü yapı paydos

Kamuoyunda çatı adayı fikri gün geçtikçe ağırlık kazanırken, müzmin Erdoğan karşıtlarının da Gül etrafında kümelenmeye başladığı gözlerden kaçmıyordu. Bu kişilere göre AK Parti’den oy alacak bir Abdullah Gül, ilk turda olmasa da ikinci turda kesin Cumhurbaşkanı olabilirdi. Anketler aksini gösterse de, bu kişilere göre “çatı” kurulursa Erdoğan yenilirdi. Tüm Erdoğan karşıtlarını altında toplaması umut edilen çatı ise bir anda çöktü. Akşener’in adaylıktan asla vazgeçmeyeceğini duyurması, Gül’ün ise tüm partilerin mutabakatını talep etmesi CHP tabanındaki homurtuların da artmasına yol açtı. Her an açıklanması beklenen Gül’ün çatı adaylığıyla birlikte “çatı”nın kendisinin de çöktüğünü ilan etmek ise Abdullah Gül’e düştü. Tek bir soru dahi almadığı basın toplantısında Gül, adaylığının söz konusu olmadığını ilan etti ve Türk siyasetinde ikinci “çatı” faciası sandıkta değil seçimlerin çok daha öncesinde yaşandı.

Oysa ki CHP’den İyi Parti’ye geçen 15 hülleci vekil ile muhalefet partileri arasında çok pozitif bir süreç başlamıştı. CHP’nin ilk kez siyasette savunmacı değil belirleyici bir tutum aldığı yorumları yapılırken umutlar yerini hayal kırıklığına bırakıyordu. En büyük jesti yaptığı İyi Parti’nin inatçı tavrı Kılıçdaroğlu’nun hesaplarını bozmuş, uluslararası lobilerin Gül umudu sönmüştü.

Muhafazakar muhalefet mümkün mü?

Abdullah Gül’ün adaylığı ile hedeflenen aslında açıktı. AK Parti karşısında muhafazakar bir muhalefet inşa ederek Erdoğan’ın gücünü kırabileceğine inanan bazı çevreler bunun için uluslararası aktörlerin desteğini de talep etmişti. Baş döndürücü görüşme trafiğinin gerisinde Batılı çevrelerin desteğine duyulan inanç yatıyordu. Adrese dayalı 2019 projesinden çatı adaylı 24 Haziran planına geçen Erdoğan karşıtları için başka bir oyun kurmanın dışında alternatif yok. Her partinin kendi adayıyla yarışacağı seçimde yeni oyunlar ikinci tur için planlanıyor. HDP’nin de desteğini alarak ikinci turda Cumhurbaşkanı’nı seçtireceklerini düşünen “Hayır bloğu”nun bir başka planı ise “sıfır baraj ittifakı” ile TBMM’de en geniş temsil imkanına kavuşmak.

Cumhur ittifakının karşısında konumlanan yeni ittifaka katılan partiler baraj sorunu yaşamayacakları için Meclis’te temsil imkanı bulabilecek. Herkesin kendi mahallesine dönüp, doğal oylarını sandığa taşımaya çalışacağı bu plan bakalım başarılı olabilecek mi?

CHP’nin Yalova Milletvekili Muharrem İnce ile katılmaya karar verdiği Cumhurbaşkanlığı yarışı “muhafazakar muhalefet” projesi yerine umudun “sıfır baraj ittifakı”nda olduğunu gösteriyor. Muharrem İnce’den Meral Akşener’e, Selahattin Demirtaş’tan Temel Karamollaoğlu’na bol adaylı muhalefet cephesinin 24 Haziran’a kadar hangi oyunu sahneleyeceğini ise bekleyip göreceğiz.

Benzer konular