İktidarını kaybetmiş bir şekilde, zorunlu ikamet kararıyla getirildiği Çanakkale’nin Lapseki ilçesine bağlı Zincirbozan’daki askeri tesiste geceyi geçiriyordu. Yeni dönemin neler getireceği sorusu kafasını kurcalarken, bulunduğu üssün eski bir Amerikan radar üssü olduğunu öğrendi. Bu tesis yaklaşık beş sene önce bizzat onun emriyle kapatılan 21 Amerikan tesisinden biriydi. Tesisin girişinde dalgalanan Türk Bayrağına baktı ve gülümsedi. Kaderin cilvesi miydi bilinmez yıllar önce kapattırdığı Amerikan tesislerinde, şimdi gözetim altında tutuluyordu. Ve Süleyman Demirel’in yıllar önce kapattığı bu tesisleri tekrar faaliyete geçiren de onu Zincirbozan’a hapseden darbecilerdi.
Açıldığı günden beri Türk siyasi tarihinin her döneminde tartışma konusu olan İncirlik… Sık sık kapatılması gündeme gelirken, özellikle 1960’larda yükselen sol hareketlerin anti-Amerikan söylemlerine ilham kaynağı oldu. 70’lerdeki ambargo krizi ve Amerika’yla kopan ilişkiler Türkiye’yi İncirlik konusunda radikal kararlar almaya itti. Bugün pek bilinmemesine rağmen, bir dönem İncirlik Üssü, Amerikan kullanımına kapatılmıştı. Peki, İncirlik nasıl ve ne şekilde kapatılmış, daha sonrasında kimler tarafından açılmıştı? İşte siyasi tarihimizde İncirlik Askeri Üssünün kısa hikâyesi…
İncirlik’in kuruluşu
İnşasına Türkiye’nin NATO üyeliğinden bir yıl önce, 1951 yılında başlanan İncirlik üssü, 1954’te açıldı. Üssün ilk etaptaki kurulma amacı ABD Hava Kuvvetleri’nin olağanüstü durumlarda konuşlanma ve orta ile yüksek yoğunluktaki bombardımanlarda yer alan savaş uçaklarının bakımının yapılmasıydı. Ancak daha sonraki süreçte İncirlik Üssü giderek genişleyecek ve faaliyet alanı çoğalacaktı. 1975 yılına gelindiğinde Amerika’yla ilişkileri gerilen Türkiye’nin, kendisine uygulanan silah ambargosuna karşı, İncirlik’i ABD kullanımına kapatması iki ülke arasındaki ipleri iyice gerecekti. Diğer 21 Amerikan üssünün kapatılmasına kadar giden ilişkilerin kopuş hikâyesiyse Kıbrıs’la başlayacaktı.
Kıbrıs çıkartması ve ambargo
15 Temmuz 1974 günü Kıbrıs’ta darbe olmuş, ülkenin ilk cumhurbaşkanı Makarios devrilmişti. Darbeyi gerçekleştiren cuntacılar Yunanistan’la birleşerek “Enosis” hayalini gerçekleştirmek istiyordu. Makarios önce Malta’ya, oradan Londra’ya kaçmıştı. Buradaki BM toplantısında konuşan Makarios, “darbenin Yunanistan destekli olduğunu, İngiltere ve Türkiye’nin Londra antlaşmasındaki garantörlüklerine dayanarak adaya müdahale etmesi gerektiğini” söylüyordu.
Kıbrıs’taki darbecilerin Türklere karşı başlattığı katliam girişimi ülke çapında büyük yankı uyandırdı. Herkes hükümetin Kıbrıs’la ilgili bir şeyler yapmasını bekliyor, bunun için gösteriler düzenliyordu. Amerikan hükümeti haşhaş üretimi yüzünden arasının kötü olduğu Türk hükümetine, “Kıbrıs’a yönelik askeri bir müdahaleye açıkça karşı olduğunu” bildirecekti. Onlara göre Kıbrıs’a müdahale Türkiye ve Yunanistan gibi iki NATO ülkesinin savaşmasına sebep olacaktı. Sorun barışçıl yollarla çözülmeliydi. Tüm bunlar yaşanırken Erbakan’dan Kıbrıs’a müdahale noktasında tam destek alan Ecevit, İngiltere’ye gitti ve İngilizlerle durumu görüştü. Ecevit Londra dönüşü kararını vermişti. Türkiye, 1959 yılında DP hükümetinin imzaladığı Londra Antlaşmasındaki garantörlük hakkına dayanarak Kıbrıs’a müdahale edecekti. Bu, Ecevit ve Erbakan için siyasi hayatlarındaki en büyük sınavlardan birinin vaktiydi. İki lider Kıbrıs’a müdahale konusunda anlaşmıştı.
NATO’dan Türkiye’ye: ‘İşgal kuvveti…’
Ve 20 Temmuz 1974 günü saat 06’da Türk paraşütçüleri ada sahiline yağmur gibi yağmaya başladı. Harekâtın parolasını Başbakan Ecevit şöyle duyurdu: “Ayşe tatile çıksın”.
Türk Ordusunun Kıbrıs çıkartması BM tarafından şiddetle karşılandı. Öyle ki Birleşmiş Milletler, Kıbrıs’a giren Türk Ordusunu “işgal kuvvetleri” olarak tanımladı. Yoğun baskıların sonunda Türkiye hükümeti 22 Temmuz günü ateşkes açıklaması yaptı; ancak barış görüşmelerinden sonuç alınmaması üzerine ikinci harekâta başlandı. İkinci harekâtın sonunda Türkiye adanın yarısında tam hâkimiyet elde etmiş ve kuzeyi, Rum askerlerinden temizlemişti. Türkiye, harekâttan istediğini almıştı ancak harekâtın hemen ardından başlayan süreç ülkeye çok zor günler yaşatacaktı.
ABD, tüm uyarılarına rağmen Kıbrıs’a çıkartma yapan Türkiye’ye bu durumun faturasını ödetmek üzere yaptırım uygulamaya karar verdi ve Türkiye’ye silah ambargosu uygulanmaya başladı. NATO üyesi olmasına rağmen, Türkiye’ye hiçbir devlet silah, envanter veya mühimmat satmayacaktı. Türkiye, dışarıda üyesi olduğu NATO’dan tecrit edilirken, içeride de hükümet krizi tekrar baş gösterdi. Kıbrıs zaferi sonrası erken seçime giderse tek başına iktidar olacağını düşünen Ecevit’in koalisyonu bozmasıyla ülke hükümetsiz kalmıştı. Yeni hükümet AP, MSP ve MHP’den oluşuyordu. Adıysa Milliyetçi Cephe Hükümeti’ydi.
70 cent’e muhtaç olduğumuz yıllar
Milliyetçi Cephe, iktidara gelişiyle birlikte ekonomik kriz ve dış politikada gerilimle karşılaştı. Ülkeye uygulanan ambargo yüzünden zaten pek de iyi gitmeyen ekonomiye iyice dibe vurmuştu. Silah ambargosu olarak uygulanan yaptırımlar, ekonomi alanında da kendini gösteriyordu. Başbakan Demirel’in Türk ekonomisi için “70 cent’e muhtacız” dediği yıllarda, ülkenin içinde bulunduğu durumu ve ambargonun etkisini Demirel ile Genelkurmay Başkanı Semih Sancar arasında geçen bir konuşma özetliyordu:
Org. Sancar’ın elinde bir metal çubuk vardı. Sancar, asker selamı verdikten sonra elindeki çubuğu Demirel’e göstererek, “Sayın Başbakanım, suçluyu getirdim” dedi. Demirel sordu:
– Paşam, hayırdır? Elinizdeki çubuğun kabahati ne?
– Sayın Başbakanım, askerî savaş uçakları havada arızalanınca, bildiğiniz gibi, pilotlar otomatik paraşütle atlar. İşte bu çubuk, o sistemi harekete geçirir.
– Anladım Paşam da bu çubuğun suçu nedir?
– Bu çubuk, otomatik paraşüt sistemini çalıştıran parçalardan birisi. Bu çubuk olmadığı için pilotlar uçağa binmek istemiyor. Yani risk almak istemiyorlar.
– Paşam, çubuğu satın alalım.
– Satmıyorlar.
– Satmayan kim?
– Amerikalılar.
– Biz yapalım.
– Yapamayız, çünkü patenti bizde değil.
– Anlaşıldı Paşam…
Amerikalılarla son görüşme
Türk Hükümetinin, ambargonun kaldırılması için verdiği yoğun uğraşlar bir sonuca varmadı. Ambargonun sertliği ülkenin belini git gide bükerken, halkta zaten var olan Amerikan karşıtlığı ambargoyla birlikte iyice yükseldi. Halk, Amerikalıları mevcut durumun sorumlusu olarak görüyordu. Hükümete, Amerikan ambargosuna karşılık bir cevap verilmesi için baskı yapılırken, gündeme İncirlik ve ülkede bulunan diğer Amerikan üsleri geldi. Hükümet ya ambargonun kaldırılması için Amerika’ya iyice boyun eğecek ya da krizi daha da derinleştirecek adımı atarak rest çekecekti. Kişisel tarihi boyunca radikal kararlardan uzak duran Süleyman Demirel, uzlaşı için verdiği uğraşların boşa gittiğini gördüğünde, ambargoya karşılık siyasi hayatının en radikal kararlarından birini almaya doğru giderken son bir kez Amerikalılarla görüşmeyi denedi.
Süleyman Demirel, Ankara’ya gelen dönemin Dışişleri Bakanı Kissinger ve daha sonra Brüksel’de konuştuğu ABD Başkanı’nı Ford’a “ambargonun ABD ile Türkiye arasındaki ilişkileri germesinin yanı sıra TSK’nın savaş gücünü zayıflattığını, bunun dolaylı olarak NATO gücünü de zaafa uğrattığını” anlattı. Ancak anlattıkları pek işe yaramadı. Konuşmasını “Bizi istemediğimiz sert tedbirler almaya zorlamayın” diye bitiren Demirel, istemediği sert tedbirleri almak zorunda kaldığında tarihler 25 Temmuz 1975’i gösteriyordu.
Üsler tek tek boşaltıldı
Türk Hükümeti, 25 Temmuz 1975 tarihli Bakanlar Kurulu kararnamesiyle ‘’Türkiye’deki sayıları 21’i bulan bütün ABD üs ve tesislerini” kapattı. İncirlik’i ise bundan sonra sadece NATO kullanabilecekti. Amerikan üsleri bir bir boşaltılırken, Amerikan askerleri ülkeden çıkartıldı. Türkiye’nin verdiği bu radikal karar Amerikalıları çok şaşırttı. Türkiye’nin böyle bir yaptırım uygulamaya cesaret edemeyeceğini düşünen Amerikan Hükümeti ambargoyu sertleştirmeye devam etti.
ABD’nin katı tavrına karşı Türkiye’nin tutum değiştirmemesi, 1978’de Amerikan Kongresi’nin ambargo kararını kaldırmasını sağladı. Kongre ambargoyu kaldırırken, Türkiye’de Ecevit hükümeti iş başındaydı. Ambargonun kaldırılmasından sonra üslerin tekrar açılacağını düşünen Amerikalılar, bu düşüncelerinde yanıldıklarını çok geçmeden anlayacaklardı. Türkiye üslerin tekrar açılmasıyla ilgili gelen baskıları sürekli olarak reddediyor, öteliyor veya baştan savıyordu. Süreç böyle uzayıp giderken üslerin yeniden kullanıma açılması bir askeri darbenin sonucunda gerçekleşti. 12 Eylül 1980 darbesiyle ülke yönetimine el koyan askeri cuntanın ilk icraatlarından biri, 18 Kasım 1980 günü çıkarttıkları kararnameyle üsleri yeniden açmak oldu.
Darbenin üzerinden henüz 2 ay geçmişken, 12 Eylül yönetiminin üslerin açılmasına bu kadar öncelik vermesi kafa karıştırıcıydı. 12 Eylül’den 5 sene önce üsleri kapatan Süleyman Demirel için zorunlu ikametin çıkartıldığı Zincirbozan’daki üssün, Demirel’in kapattığı eski bir Amerikan üssü olması kaderin garip bir cilvesi miydi yoksa cuntanın Demirel’e bir mesajı mı, üzerinden geçen 37 yıla rağmen hâlâ bilinmiyor.