ABD’de iç savaşın ayak sesleri

Amerika’yı tekrar güçlü yapacağız. Tekrar gururlu… Tekrar güvenli… Tekrar büyük bir ülke…

Donald Trump

Herşeyi başlatan bir heykel oldu. Charlottesville’in çıkardığı önemli zenginlerden olan, şehrin imarı için ciddi bağışlarda bulunan tacir Paul Goodloe McIntire tam bir General Lee hayranıydı. Daha önce satın alıp binalardan temizlettiği bölgeye belediye meclisinden onay alarak Lee Parkı adını verdiği bir yeşil alan inşa ettirdi. Parkın orta yerine de çok sevdiği atı ‘Yolcu’nun üzerinde bir General Lee heykeli sipariş etti. 1924 yılında sanatçı Henry Shrady tarafından tamamlanıp açılışı yapılan heykel, Amerikan İç Savaşı’nda yenilen ırkçı düşüncelere sahip Konfederasyoncuların en önemli sembollerinden biri haline geldi.

Heykelin kaldırılması birçok kez gündeme geldi. Ancak bu cesareti gösterebilmek kolay görünmüyordu. Charlottesville Belediye Başkanı Mike Signer ve meclis üyeleri nihayet insiyatif almayı başardılar. Şubat 2017’de heykelin kaldırılması yönünde belediye meclis kararı çıktı. Amerikan ırkçıları ayağa kalktı. Kararın iptali için karşı dava açıldı. Bütün bunlar Belediye Başkanı Signer’e geri adım attırmaya yetmedi. Bu defa Lee Parkı’nda isim değişikliği yapmak için harekete geçti ve 5 Haziran 2017’de parkın adı belediye kararıyla Eşit Haklar Parkı olarak değiştirildi. Irkçı sağ iyice çileden çıktı ve eylem kararı aldı. Temmuz ayında heykelin önünde gösteri yapan ırkçılar daha sonra gazeteci, aktivist Jason Kessler’in “Sağı birleştirin” çağrısı altında örgütlendiler. Amerika’nın dört bir yanından gelip Charlottesville şehrinde toplanmaya başladılar.

11 Ağustos gecesi ellerinde meşaleler taşıyan ırkçılar, Virginia Üniversitesinde düzenledikleri gösteri sırasında “Kan ve toprak”, “Tek halk, tek ulus, göçe son” şeklinde sloganlar atarak yürüyüşe geçtiler. Karşıt grupların da bölgeye gelmesiyle tansiyon yükselmeye başladı. Irkçılık karşıtı grubun üzerine 20 yaşındaki James Field’ın aracını sürmesi sonucu ağır yaralanan bir kişi kaldırıldığı hastanede can verdi. Çok sayıda yaralı vardı. Olan biteni havadan takip etmekle görevli polis helikopterinin düşmesiyle ölü sayısı üçe yükselmiş oldu.

Trump safını belli etti

Charlottesville sonrası Amerika’nın değişik eyaletlerinde Konfederasyon dönemini simgeleyen on civarında heykel ortadan kaldırıldı. Trump, kınayan bir üslupla “Bu heykelleri kaldırmak suretiyle bu mükemmel ülkenin tarihinin parçalandığını görmek çok üzücü” cümlesini dile getirdi. “Bu ülkenin tarihini değiştiremezsiniz ama ondan öğrenebilirsiniz. Önce Robert E. Lee, Stonewall Jackson, peki şimdi sırada kim var? Washington? Jefferson?” diyerek ırkçı Konfederasyon liderlerini bir anlamda temize çeken Trump’ın tavrı ülkedeki tartışmaları iyice alevlendirdi. Açık bir ifade ile ırkçılığı suçlayan cümleler kurmaktan kaçınan Trump, “Aptalca. Şehirlerimizin güzelliği bozuluyor. Meydanlarda ve parklardaki boşluk asla doldurulamayacak ve özlenecektir” sözleriyle de ırkçı liderlerin heykellerine özlem duyulacağını dile getirip ülkenin diğer yarısını çileden çıkarmayı başarmış oldu.

900 ırkçı çete

Olaylar bütün şiddetiyle devam ederken eyalet valisi Terry McAuliffe “Biz buraya nasıl geldik?” diye soruyordu. Sadece Charlottesville’e ilişkin bir durumdan bahsetmiyoruz. Bunun Ferguson’u vardı, Charleston’u, Dallas’ı, Baltimore’u, Baton Rouge’u ve Alexandria’sı… “Dünyanın en istikarlı demokrasisi” olarak parmakla gösterilen bir ülkenin aslında ne kadar kırılgan bir sosyolojiye sahip olduğu görülüyordu. Ortaya çıkan manzaranın dehşeti, meydana gelen olaylar dizisinden çok daha ürkütücüydü. Manzara tam olarak ne miydi? Amerika’nın güney eyaletlerinin sosyolojik fotoğraflarını çeken bir yayına, ‘Güney Yoksulluk Hukuk Merkezi’nin mevsimlik dergisi ‘Intelligence Report’a göre Sam Amca’nın ülkesinde şu anda patlamaya hazır bir volkan gibi içten içe kaynayan tam 900 nefret grubu vardı. 15 Şubat’ta yayınlanan 2017 İlkbahar sayısı, “Aşırı sağ, son elli yılda siyasetin ana akımına ilk defa geçen sene dâhil olmayı başardı. Peki, bu nasıl gerçekleşti?” sorusuna cevap arıyordu.

İç savaş ihtimali yüzde kaç?

Amerikan istikrarı giderek bir siyasi tartışma konusu haline gelmeye başlamıştı. The New Yorker’dan Robin Wright 14 Ağustos 2017’de “Amerika yeni tür bir iç savaşa doğru mu gidiyor” başlıklı makalesiyle ortalığı ayağa kaldırıyordu. Robin Wright, Hariciye mensubu Keith Mines ile uzun zamandır Amerika’daki karmaşa üzerine kafa yorduklarını dile getiriyordu. Mines, bir zamanların özel kuvvetler personeliydi. Grenada ve Orta Amerika’da görev yapmıştı. Sonra Hariciye’ye intisap etmiş, İsrail, El Salvador, Macaristan, Sudan, Irak, Afganistan ve Somali’de görev almıştı. Elçiliklerde siyasi danışmanlık yapan Keith, ‘failed state’ örneklerini yerinde görmüş bir analistti. İç savaşlara tanıklık etmiş, nedenleri ve çözüm yolları üzerine kafa yormuştu. 16 yıllık uzun bir dış görev geçmişinden sonra Washington’a dönüş yapan Mines, başkenti bıraktığı gibi bulamamıştı. Washington, tam bir cadı kazanına dönmüş durumdaydı. Her kafadan bir ses çıkıyor, manzara, görev yaptığı sorunlu devletlerin başkentlerini andırıyordu. 10 Mart 2017 tarihli Foreign Policy’de “Bir iç savaş çıkacak mı?” başlıklı makale bir anda dikkatleri Mines üzerinde toplamaya yetmişti. Gelecek 10-15 yıl içinde böyle bir ihtimalin gerçekleşme oranını yüzde 60 olarak değerlendiren bir Keith Mines profili göze çarpıyordu. Charlottesville’den beş ay önce yapılan bir tahmindi bu. Mines, Charlottesville sonrası kendisini arayan Wright’a “Burada bir iç savaş çıkmaz demeye devam edebiliriz. Sonra bir bakmışsın oluvermiş bile” diyecekti. Mines’ın tanımına göre iç savaş, geniş ölçekte bir şiddetin göstergesiydi. Siyasi iradeyi aciz bırakan bir şiddetin. Ulusal Muhafızları duruma el koymaya sevkedecek bir şiddetin. Nitekim Virginia’da öyle olmamış mıydı? Vali McAuliffe şiddetin önüne geçmede başarı sağlayamamıştı. Çareyi derhal olağanüstü hal ilan edip Ulusal Muhafızları alarma geçirmekte aramıştı.

Beş belirtisi var

Üç kıtada yıllarca görev yapan Mines’a göre iç savaşın beş belirtisi vardı.

  • Ortak noktada birleşmeyi imkânsız bırakan yoğun bir toplumsal kutuplaşma
  • Medya dilinin kutuplaşmayı derinleştirici işlev görmesi, kasıtlı haber ve kışkırtmalarla ayırımı körüklemesi.
  • Şiddetin, kabalığın bir çözüm yöntemi olarak belirmeye başlaması. Bu noktada Mines, Trump’ı suçlayarak siyasi kazanımlarını buna borçlu olduğunu, başkanlık kampanyası süresince kullandığı şiddet dilinin kitleleri fazlasıyla etkilediğini düşünüyor. Başkanlığı kazanmasının Trump’ın dilinde değişime yol açmadığını, aynı taciz edici üslubun devam ettiğini ekleyen Mines’a göre Amerika bugün iç savaşın başladığı 1859 yılını andırıyor. Herkes, o günkü delilikte ve herkes o günkü gibi her şeyi silahla çözeceğine inanıyor.
  • Kurumların gittikçe zayıflamaya başlaması. Özellikle basın ve yargının zayıflaması. Mines’a göre “durum henüz idare eder” diyenler olabilir. Ama bu yanıltıcı bir bakış açısıdır. Başkanlık süresi sona erene dek sürecek bir erozyon söz konusudur ve durumu beklenenden daha çabuk kötüleştirir.
  • İktidar partisi içinde denge unsuru olacak kesimlerin devreden çıkması, yukarıda sayılan koşulları içselleştirmeye başlaması.

 

Bir iç savaş nasıl çıkar?

 

Keith Mines, Foreign Policy’de bir iç savaşı tetikleyecek olayları şöyle sıralamıştı:

  • Başkan yasa gereği görevden alındığında yahut başka bir nedenden dolayı düşürüldüğünde
  • Hükümetin can ve mal emniyetini sağlamada başarısız kaldığı büyük bir terörist saldırı meydana geldiğinde
  • Haiti örneğinde olduğu gibi başarısız bir başkan taraftarlarına aptalca bir çağrı yaptığında
  • Başkan ve taraftarları ekonomik başarısızlıktan dolayı bir kesimi hedef gösterdiğinde
  • Irkçı olaylar artık bir sarmala girip denetimden çıktığında
  • Başarısız bir savaşın sonunda ülke farklı kutuplara bölünüp herkes kendi egemenliği için harekete geçtiğinde.

Diğer senaryolar

Mines’in hesaba kattığı diğer senaryolar da var.

  • Bir askeri darbe. Yerinde olmayan bir savaş kararı askeri itaat etmekten alıkoyabilir hatta başkanı görevden almaya kadar giden bir süreci tetikleyebilir.
  • Eyaletler ayrılabilir. Ortak menfaatlerin kalmadığı bir ortamda bazı eyaletler kendini Birleşik Devletler’in üyesi olarak görmeyebilir. Bu, biraz zaman alan bir süreç gibi dursa da bazı olaylar daha erken gelişmesine zemin hazırlayabilir. Mines’a göre devletleşme yoluna gidebilecek altı bölge mevcut. Kaliforniya ve Batı Kıyısı, Rocky Dağları bölgesi, Orta Kesimler, Güney, Kuzeydoğu bölgesi. Ve tabii ki Teksas…
  • Hızlı bir çözülme süreci. Bu, çeşitli şekillerde baş gösterebilir. Mines, Amerika’yı hâlihazırda bu bu sürecin içerisinde görüyor. Bu sürecin sonuçları çok da belirgin durmuyor. Mines’a göre küresel sistem bir gemi ve Amerika bu geminin çapası. Çapasını bir fırtınada yitiren geminin ne zaman, nereye bindireceğini kim bilebilir ki?

Savaştı ama savaş görmedi

Büyük güçler içerisinde dünyayı kasıp kavuran iki büyük savaştan doğrudan etkilenmeyen tek ülke Amerika’ydı. Birinci ve İkinci Dünya savaşları İngiltere’yi, Rusya’yı, Çin’i, Almanya’yı, Fransa’yı ve Japonya’yı tankların, topların, füzelerin ve bombardıman uçaklarının hedefi haline getirirken Amerikan vatandaşları bütün bu yaşanan trajedileri radyolarının karşısında kahvelerini yudumlayıp keklerini yerken bir masal gibi dinlemekle yetiniyorlardı. Savaştan doğrudan etkilenenler sadece evlatları cephede savaşan ailelerdi. Onlar da nihayetinde hallerine şükrediyorlardı. Londra’da yaşasalar tepelerine Alman V2 füzesi düşebilir, Berlin’de yaşasalar müttefik uçaklarının acımasız bombardımanı altında kalabilirlerdi. Amerika, bütün bu trajedilerden uzakta, dünyanın en güvenli ülkesiydi.

İç savaştan kaçanların kurduğu ülke

Sahiden öyle miydi? Amerika gerçekten güvenli miydi? Adalara, deniz aşırı topraklara sığınarak dış istila tehdidini olabildiğince bertaraf etmeye dönük Anglosakson zekâsının hesaba katmadığı şeyler de vardı. Anavatan İngiltere’den Mayflower gemisiyle yola çıkan Püritenler, bir iç savaşın kaybeden tarafı olarak yeni topraklara, yeni umutlara doğru yelken açmışlardı. Onlara göre bu yolculuk kutsaldı, bir nevi hac yolculuğuydu. Kendilerini ‘Pilgrims / Hacılar’ olarak niteliyorlardı. Amerika ya da o zamanki adıyla Yeni Kudüs, İngiltere’deki iç savaştan kaçanların, kılıç artıklarının kurduğu bir ülkeydi. Amerika’nın zaafı kuruluşunda saklıydı. Bağnaz bir mezhepçilik etrafında kümelenen Püriten kolonileri, dünün mazlumları olduklarını çabuk unutmuş, Tanrı’nın kendilerine vaad ettiğine inandıkları Yeni Kudüs’ü binlerce yıllık asıl sahiplerinden temizlemek için büyük bir imha hareketine koyulmuşlardı. Kızılderili kabileleri birer birer yok olmaya başlamıştı. Kurban sadece Kızılderililer miydi, elbette hayır. Yeni Kudüs’ün geniş topraklarını işleyecek işgücüne ihtiyaç vardı. Yüzyıllar boyu Afrika’nın balta girmemiş ormanlarından Püriten Hacıların ülkesine gemiler demir atıp durdu. Aylar süren yolculuklarda açlıktan, susuzluktan ve dayaktan can verip köpek balıklarına yem olanlar bir açıdan şanslı sayılırlardı. Yarı baygın şekilde karaya çıkanları ölümden daha beteri bekliyordu çünkü: Püritenlerin nefreti. Püritenler, zorla din değişmeye zorladıkları Afrikalıları Tanrı’nın ikinci sınıf kulları olarak görüyor, kendi kiliselerine kabul etmiyorlardı. Onlar iğrenç birer köleydiler. Varlıklarının yegâne amacı vardı, Püriten efendilerine hizmet etmek.

Değişen çok şey yok

“İç Savaş dönemi Dergisi” editörü ve Villanova Üniversitesi tarih profesörü Judith Giesberg’e göre iç savaştan günümüze değişen çok şey yok. Giesberg şöyle diyor: “Günümüzde oyların dağılımını gösteren bir haritayı alın, daha sonra iç savaşta taraf olan eyaletleri gösteren başka bir haritayı onun yanına koyun. Fazla bir şeyin değişmediğini göreceksiniz. İç savaşın sonucu üzerinde, ülkenin ne yöne gideceği üzerinde toplumsal bir uzlaşma hiç oluşmadı. Siyahilere oy hakkı vermek gerçek bir eşitlik sağladı mı? Hala bunu tam olarak bilmiyoruz”

Yale Üniversitesi tarih profesörü David Blight da Charlottesville olayları öncesi “Amerika’nın dağılması. O zaman ve şimdi” konulu bir konferans planlamış. Konferans Kasım 2017’de gerçekleşecek. Blight “Paralel yaklaşımlar ve kıyaslamalar daima risklidir. Ancak yine de 1850’li yıllardaki kutuplaşmaya benzer bir durumun olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. O zamanlar da iki büyük parti kölelik yüzünden büyük bir çekişme içerisindeydi. Daha sonra Cumhuriyetçilere dönüşecek olan zamanın Whig Partisi bu yüzden paramparça oldu. Demokrat Parti de Güney ve Kuzey olarak iki zıt parçaya bölündü” diyor. Blight’a göre Amerika’nın nabzını yoklamak isteyen kimse partilerin durumuna bakmalı. Partilerin durumu bir nevi sağlık göstergesi.

Karanlık geçmiş hortluyor

Blight’ın sözlerine bakıldığında kapatıldığı küflü sandıktan kurtulup tekrar hortlayan bir Amerika gerçeğiydi bu yaşananlar.

“O zamanlar da kimse olacakları öngörmüyordu. Kaçak köle yasası, Anayasa mahkemesinin kararı, Meksika savaşı gibi olaylar insanları yeniden bir durum değerlendirmesi yapmaya, saflaşmaya doğru itti. Bugün de aynısı geçerli. Bizler de bir durum değerlendirmesi yapıp safımızı belirliyoruz. Trump’ın seçilmesi de bu türden bir olay. Hala durumu anlamaya çalışıyoruz. Obama’nın seçilmesiyle bazı şeylerin artık aşılacağını sanmıştık ama hiç de öyle olmadı. Aşırı sağ inanılmaz bir direnç gösterdi. Sanki geçmiş geri geldi ve olaylar patlak verdi. Artık biliyoruz ki bir iç savaşın tehlikeli eşiğindeyiz. Herhangi bir gelişme, bir seçim, bir konuşma, bir tavır değişikliği bile insanları aşırı tepki vermeye itebiliyor.”

Charlottesville ırkçı sağın ne ilk protesto girişimiydi, ne de sonuncusu olacak. The Atlantic dergisine bakarsanız gelecek hafta planlanan dokuz protesto gösterisi var. Dergiye göre ırkçı gövde gösterisi eylül ayında da devam edecek. Sular durulacak gibi değil. Yeni bir Amerikan iç savaşının ayak sesleri bunlar. Ve adım adım yaklaşıyor.

Benzer konular