Türkiye tarihine ‘post-modern bir darbe‘ olarak geçen ve bin yıl sürecek denilen 28 Şubat’ın üstünden 18 yıl geçti. Hayatları yedikleri bu darbe ile parçalananların bir kısmı kendilerini rehabilite etti, bir kısmı ise hala kaybettiklerinin yerini doldurmaya çalışıyor. Belki de bu travmanın atlatılamamasından, 28 Şubat üzerine yeni yeni konuşmaya başladık. Sancak Medya’nın TRT için hazırladığı 28 Şubat’ı anlatan kısa film projesini de bu çerçevede değerlendirmek gerek. 28 Şubat, 19. yılında 19 yönetmen tarafından çekilen 19 kısa filmle anlatılacak. Projenin koordinatörlüğünü üstlenen Abdulhamit Güler, Yakup Köse’nin yaşadıklarını anlatan bir kısa filmle de katkı sağlıyor. Hayatlarının baharında ‘ikna odası’nda akla hayale gelmeyecek bir biçimde psikolojik baskıya uğrayan genç kızların sancıları, sadece ilahi söyleyen, din adamı görevini de yerine getiren bir imamın trajikomik hikayesi, mütedeyyin bir askerin, ailesiyle bir araya gelemeyecek, sosyal ortamlarda kızı ile yan yana görünemeyecek derecede kendinden taviz verdiği ortamın serencamı, katsayı uygulaması sebebiyle eğitim hayatına devam edemeyen bir erkeğin iş hayatında karşılaştıkları ve dramatik hikayesi… hepsi beyaz cama düşecek, o günleri bilmeyenlere anlatacak, unutanlara hatırlatacak. Yakup Köse’nin hikayesini anlatacak kısa filminin adı ise Miki Maus- Yakup Yok. Senaryo da Abdulhamit Güler’e ait. Güler ve Köse ile buluşup hem 28 Şubat filmlerini hem de Miki Maus’u konuştuk.
Projeyi cezaevinde öğrendi
Yakup Köse’nin 28 Şubat çerçevesinde kendi hikayesini anlatacak kısa filmden nasıl haberdar olduğu, aslında durumun ne kadar tirajikomik olduğunun kanıtı gibi; yıllar sonra Hayata Dönüş operasyonları bahane edilerek yeniden alındığı cezaevinde, görüşe gelen arkadaşları sayesinde duymuş bu projeyi. “Abdülhamit Güler Bey’in böyle bir çalışma yaptığından haberdardım. Fakat benimle ilgili de bir çalışma yapmak istediğini paralel operasyonu ile cezaevine girdiğimde gelen haftalık ziyaretçilerimden öğrendim. ‘Tabi buradan çıkabilirsem yaparız’ diye güldük beraber” diyor.
Dizi çekerek anlatmak lazım
28 Şubat’ın aslında çok yakın bir tarih olduğunu ancak gençlerin 28 Şubat’la alakalı hemen hemen hiçbir şey bilmediğini ifade ediyor Yakup Köse. Bir konuda da sitem ediyor ki haklı değil demek mümkün mü? “Benim hikayem, bizim yaşadığımız gibi hikayeler Solcuların olsaydı uzun metrajlı filmleri de, dizileri de yapılırdı. Kültürel ve sanatsal anlamda bütün mevzuların içine sokulurdu.” Yakup Köse ilk atağı Abdülhamit Güler’in yaptığını söylerken, 28 Şubat’ın bırakmış olduğu izi konuşmak gerektiğine dikkat çekiyor. Bu 19 kısa filmden yola çıkılarak ve birkaç yıl önce yaşanılan 17- 25 Aralık darbe girişimlerinin de anlatıldığı bir dizi çekilebileceğini düşünen Köse bunun neden gerekli olduğunu şöyle açıklıyor: “Gençler daha çok film izliyorlar. Bu manada bu filmlerin ve çekilirse bir dizinin, derdimizi anlatamadığımız ya da gerçekleri anlatmak istediğimiz kardeşlerimize ulaşma noktasında faydalı olacağını düşünüyorum.”
‘28 Şubat’ın Kılıç Ali’sini tanımıyorlar
28 Şubat’ın parçalı şekilde gazetelerde, dergilerde, ufak tefek kitaplarda anlatılmaya çalışıldığına ancak bir bütün olarak hiçbir zaman işlenmediğine dikkat çeken Köse, “Birçok cenah 28 Şubat’la ilgili bir şeyler söylemiş ama paramparça ve bu konuda çok fazla bilgi kirliliği var. Açıkçası ben bu 19 filmin toplumdan bir karşılık bulacağına inanıyorum. Bazen konferanslara gidip yaşadıklarımı anlatıyorum. Hemen hemen her yerde aldığım tepki ‘Türkiye’de bunlar mı yaşandı’ oluyor. Evet Türkiye’de bunlar yaşandı ve yeniden yaşanması, tekrar bu hastalığın, bu karanlık ruhun nüksetmesi kapımızın dibinde. ‘28 Şubat’ın Fethullah Gülen’le ne alakası var’ diye soruyorlar. O dönemde bu zatın nasıl çabalar göstererek Refahyol hükümetini düşürdüğünü anlatmak lazım. Nuh Mete Yüksel’in cezaları nasıl verdiğini, karşısına çıktığımdaki tavrını anlatıyorum. Nuh Mete Yüksel kim diye soruyorlar. ‘28 Şubat’ın Kılıç Alisi’ olduğunu, Merve Kavakçı’ya yapılanların onun tezgahından geçtiğini bilmiyorlar” diyor.
Miki Maus’lu tişörtle idam cezası
Şahsıyla ilgili çok büyük bir mağduriyet olduğunu ancak hiçbir zaman ‘ağlak’ bir duruma düşmek istemediğini ifade eden Yakup Köse, “Beni oraya atan sistem her zaman boynumun bükülmesini, direncimin kırılmasını istiyordu. Ben bu fırsatı onların eline vermedim” diyor. İkinci kez cezaevine girdiğinde, sanki hiç çıkmamış, bir gece rüya görmüş gibi düşünerek ayakta kaldığını anlatan Köse, cezaevinden yine başı dik bir şekilde çıktığını ifade ediyor. Filmin adının Miki Maus olmasına bazı eleştiriler geldiğini söyleyen Köse, “Asıl meselemiz insanların dikkatini çekmek. Bu isim annemin duruşmada giymem için gönderdiği tişörte atfen kondu. Onu kıramadım giydim. Hakimler karşılarında bir çocuk olduğunu gördüler aslında ama görmediler. Talimatlıydı hepsi. Üzerimde Miki Maus’lu tişörtüm varken idam cezası aldım” diyor.
Bilgi yetmez, his lazım
Projenin koordinatörü Abdulhamit Güler, aynı zamanda projenin fikir babası. Onun 28 Şubat’la yolu 1997 yılında Bursa’da İmam Hatip son sınıf öğrencisiyken kesişiyor. Bu hikaye aslında bu kısa film projesinin ortaya çıkışını da anlatıyor: “28 Şubat’ta medya eliyle nasıl bir manipülasyon sürdürüldüğüne bizatihi şahit oldum. O manipülasyonun da doğrudan mağdurlarındanım. 15 yıl sonra 28 Şubat’ın etkilerinin bu denli silinebileceğini tahayyül etmek çok zordu bizim için ama itikadımız gereği yarına yatırım yapacak bir şeyler yapmak durumundaydık. Ben de ‘Biz en sağlam golü medyadan yediysek, 4. Kuvvet Medya dedikleri şey aslında birinci kuvvetse, gidip içinde yer almalıyız’ düşüncesiyle İletişim okumaya karar verdim. Katsayı engeli nedeniyle yüksekokula ardından dikey geçiş sınavıyla fakülteye gittim. Sinema da yanı sıra yürüttüğüm bir şeydi. Ötelenmiş bir kitle olarak mütedeyyin camia, medyada kendini rahatça ifade edebiliyor artık ama sinemada hiçbir varlığımız yoktu. ‘Çok zor varlık gösterdiğimiz bir alanda 28 Şubat mağduriyetini nasıl göstermeliyiz. Neden bu işin filmi çekilmiyor’ diye düşünürken, 28 Şubat filmi diye yola çıkıp başka şeylere evrilen işlerin bize hiçbir şey kazandırmadığını, aksine karşı mahalleden başörtüsü meselesine, dindarlığa, cemaatlere, tarikatlare karşı yapılan filmlerdeki manipülasyonu da görünce kolları sıvadım.”
En iyi yol kısa filmdi
Sinemanın en pahalı sanat olduğunu ifade eden Güler, “Sinema filmini hakkını vererek çekmek bugün 3-5 milyon dolar. Bu nedenle televizyona yönelik bir şey olsun” diye yola çıktığını anlatıyor. Böyle bir işte daha çok kişinin proje içerisinde yer alabileceğini ve bu geniş yelpaze nedeniyle daha çok kişiye ulaşılabileceğini ifade eden Güler, kısa filmlerden müteşekkil bir projenin doğru olacağını düşündüğünü ifade ediyor. Güler: “Zamanın ruhunu oluşturan araçların şekillendirdiği bir insan algısı var. Bunu gençlik üzerinde doğrudan görebiliyoruz. Eskiden kuşak farkı 18-20 yıldı. Şu an kuşak farkı 3-5 yıl. Çünkü artık 3-5 yılda çok yeni araçlarla teknolojik araçlarla insanın bilgiye iletişime insanın insana ulaşımı da farklılaşıyor. Böyle bir zamanda gençliğe hitap edebilecek en iyi yol kısa film olur diye düşündüm” sözleriyle anlatıyor projeyi. 28 Şubat’ın üzerinden 19 yıl geçtiğini ve ancak 28 Şubat döneminde 8-9 yaşında olan birinin bir şeyler hatırlayabileceğini ifade eden Güler, “Bugün 28 yaşının altındakiler 28 Şubat’a dair bir şey yaşamış değiller. Yaşamadan bilmenin artık güç olmaktan çıkıp yük olduğu bu dönemde, sinema yoluyla bilginin yanında bir takım hisleri de verebilmemiz gerek. 28 Şubat’tan bihaber olan bu gençlere, nüfuz edebilmenin bir yolu olarak bu proje devam ediyor” diyor.
Ajitasyona gelmeyen hikaye
Abdulhamit Güler çekmek için Yakup Köse’nin hikayesini seçme sebebini ‘çok sembolik olması’ şeklinde açıklıyor. “Mütedeyyin herkes her alanda sorun yaşadı. Yakup Köse’nin hikayesi bunun somut, doğrudan, adli ayaktaki saçmalıklarını ve tirajikomik nüanslarını içerdiği için çok sembolik. Mutlaka filmi yapılmalı diye düşünüyorduk. Bir başlangıç olur diye kısa film yapalım dedik.” Kısa filmde Yakup Köse’nin hem 14 yaşı hem de şimdiki hali yer alacak. Backflash’larla çift zamanlı bir film olacak. Yakup Köse’nin hikayesini çekmeye çalışan bir yönetmenin “Ajitasyon yapalım, abartalım dedikçe” Köse’nin bunları zaten yaşadığını öğrenmesiyle yaşadığı şaşkınlık üzerinden yürüyecek hikaye.
Projede yer alan yönetmenler ve filmleri
Yönetmen Mesut Uçakan “Sinan”, Atalay Taşdiken ve Zeynep Delav “Derin Darbe”, Sinan Çetin, Sevda Noyan ve Münib Engin Noyan “Şubat Soğuğu”, Hüseyin Karabey “İkna”, Gökhan Yorgancıgil “Ayla”, Nazif Tunç “Müjdeci Mektuplar”, Oğuz Yalçın “İnancım Bana Kalsın”, Ahmet Sönmez “Füruat”, Tayfur Aydın “General”, İsmail Kılıçarslan “Bin Yıl”, Sinan Sertel “Topluiğne”, Koray Sevindi “Döngü”, Esra Elönü ve Süleyman Civliz “Sordum Sarı Çiçeğe”, Abdulhamit Güler “Miki Maus”, Seyid Çolak “28 Şubat: Uzay”, Fahri Hattatoğlu “Yokuş”, Yeşim Tonbaz “Fasıla”, Rabia Bozkurt ise “Darb-ı Mesel” filmi ile projede yer alacak.
Geniş bir yelpaze var
Projede 19 isme gelene kadar çok kişiyle görüştüklerini ifade eden Abdulhamit Güler, yönetmenlerin en azından bu işin sancısını fikri olarak çeken kişiler olması gerektiğini anlatıyor. 28 Şubat’ın mağdur ettiği mütedeyyin kesim dışındaki isimlerin özellikle dışarıdan bir bakış olarak katkı sağlayacağını anlatan Güler, “Sinan Çetin, Oğuz Yalçın, Tayfur Aydın gibi isimlerin bakış açısı biraz daha farklı olabilecek.Bu 19 ismin yaklaşık yarısı uzun metraj filmi olan, beyaz perdede sineması gösterilmiş isimler. Diğer yarısı da kısa metraj filmler çekmiş. Tecrübeli isimlerin aktarımı sinemasal manada çok önemli. Genç isimlerin aktarımı ise gençlere ulaşma konusunda, nüansları kolay kavrama noktasında isimler oldu” diyor. Projeye katılan yönetmenleri özgür bıraktıklarını anlatan Güler, “Büyük oranda başörtüsü hikayesi var. İkna odaları, asker yakını başörtülülerin yaşadıkları, kat sayısı mağduriyeti, resmi kurumlarda ibadet yapmaya çalışanlarla ilgili filmler. 28 Şubat tamamiyle mütedeyyin kesimi hedef aldı. Bu nedenle hikayeler de mütedeyyin kesime yönelik” diyor.