22 yıl sonra gelen itiraf

 

Bosna Hersek’in “Bilge Kralı”, Aliya İzzetbegoviç Srebrenitsa Katliamı’nın ardından kadınlara şöyle sesleniyordu:

“Doğru dürüst bir cevap verilinceye kadar, ‘Bu çapta bir trajedi önlenebilir miydi?’ sorusu her birimizin ve dünya üzerindeki her sorumluluk sahibi insanın zihnini meşgul etmeye devam edecektir. Onlar, Bosna için gerçekten çok acı ve korkunç günlerdi. Srebrenitsa’ya yönelik Çetnik saldırısından 20 gün önce Saraybosna kuşatmasının kaldırılması için yapılan başarısız girişim, Sırbistan’dan doğrudan yardım almakta olan düşmanın, güç bakımından sahip olduğu muazzam avantaj, dünyanın kayıtsızlığı, UNPROFOR askerlerinin o tarihteki korkakça davranışları, sizin uzun süreli tecridiniz ve bunun kuşatılmış olan kasabada yol açtığı iç sorunlar –bütün bunlar, o korkunç Temmuz günlerinde bizim aleyhimizeydi.

Size yardım etmek için yapabileceğimiz her şeyi yapmakta olduğumuza ve yapmaya devam edeceğimize inanmanızı istiyorum. Bunun asla yeterli olmadığını biliyorum, ama bu dört yıllık tahrip edici savaşın ardından Bosna, iyileştirilmesi gereken yaralarla doludur. Srebrenitsa bunların kesinlikle en büyük ve en derin olanıdır.”

20 yüzyılda Avrupa coğrafyası iki büyük soykırıma şahit olur. Birincisi 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi askerlerinin ari ırk sevdasına kurban edilen Yahudi ve Çingeneler, ikincisi Yugoslavya İç Savaşı sırasında Sırp askerlerinin Hıristiyan Avrupa emeliyle katlettiği Müslüman Boşnaklar.

Bu katliamlardan birincisini, hakkında yazılan kitaplar, çekilen filmler, kurulan müzeler ve şarkılarla biliyoruz. İkincisi üzerindeki derin sessizlikse, henüz yırtıldı.

Tarihe Srebrenitsa Katliamı olarak geçen olay, 11 Temmuz 1995’te gerçekleşse de, öncesinde başlayan kuşatmayla beraber hatırlamak gerekiyor.

Sırp kuvvetlerinin bölgesel hâkimiyet kazanabilmesi için stratejik önem taşıyan bölge, ne kadar 16 Nisan 1993’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 819 numaralı kararıyla “Güvenli Bölge” ilan edilmişse de, bunun sahici bir güven olmadığı bütün taraflarca kabul ediliyordu.

Srebrenitsa ve Zepa, Sırpların elindeki bölgenin oldukça içlerinde, düşman birlikler tarafından kuşatılmış bölgelerdi. Çevre bölgelerden gelen Boşnakların göçü sonucu nüfusu 60 bine çıkmıştı. Bu artış, su, gıda ve tıbbi malzeme kıtlığını da beraberinde getirdi.

BM Barış Gücü’nün bölgede askerlerinin bulunması Sırp saldırılarını durdursa da kuşatmasını kaldırmadı. Sırp askerler bölgeye giren insani yardım konvoylarını durduruyor, pek azının şehre ulaşmasına izin veriyordu.

Srebrenitsa ilk olarak açlıkla sınandı. Şehre özellikle tuz ve şeker sokulmuyor, halkın güçsüz kalmasına gayret ediliyordu. Kent bir toplama kampına dönüşmüştü. Burada yaşayanlar kendilerini korumak için Birleşmiş Milletler tarafından el konulan silahlarını isteseler de, silahlar güvenlik gerekçesiyle verilmedi.

Sırp devlet Başkanı Radovan Karadziç’in emriyle, Ratko Mladiç komutasındaki Sırp askerlerinin kente olan tacizleri sıklaşınca insanlar silahlarının geri verilmesi için bir başvuru daha yaptı.

Kampın Hollandalı Komutanı Thom Karremans bu isteği geri çevirdi. Kent üzerinde iki F16 uçarak, “uyarı” yaptı.

En uzun gece

Srebrenitsa, Mart 1995’ten itibaren giderek daralan çemberin ortasında hayatta kalma mücadelesi verirken Temmuz 1995’de Sırp ordusu, “Krivaya 95 Harekatı”nın bir parçası olarak şehri işgal etti.

Birleşmiş Milletler adına bölgede görev yapan Hollanda güçleri, bunun bir soykırımın habercisi olduğunu kabul etmedi, bölgeyi içindeki 25 bin mülteciyle beraber Sırplara teslim etti.

Olay işgalden ibaret değildi, hemen ardından katliama dönüştü. Srebrenitsa kırsalında 1000 kişiyi esir alan grup, Ratko Mladiç’in emriyle esirleri öldürmeye başladı. Daha sonra kimlik tespiti yapılmaması için cesetler askerler tarafından parçalandı, krematoryumlarda yakıldı ve toplu mezarlara gömüldü.

Katliam beş gün sürdü

Ratko Mladiç komutasındaki Sırp Cumhuriyeti ordusu 8 bin 372 insanı öldürdü. Soykırıma uğrayanların naaşları farklı farklı yerlerde gömüldü,  bugüne kadar bulunarak toprağa verilenlerin sayısı 6 bin 241.

Katliamdan sonra Ratko Mladiç 16 yıl boyunca kaçtı. Mladiç, Bosna iç savaşında yaşanan olaylar ve özellikle Srebrenitsa’da 8 binden fazla Müslüman erkeğin katledildiği soykırımdan sorumlu olmadığını savunuyordu. Mladiç 25 Temmuz 1995’de soykırım ve savaş suçu işlediği gerekçesiyle aranmaya başlanmıştı. 2001’e kadar Sırbistan’da “özgürce” yaşadığını anlatan Mladiç, 2001 yılında Sırbistan lideri Slobodan Miloşeviç’in tutuklanması üzerine izini kaybettirmişti.

Kenti Sırp askerlere teslim eden Hollanda askerlerinin çoğu ülkelerine döndüklerinde psikolojik tedavi görmek zorunda kaldı. Hollanda hükümeti katliamdaki sorumluluğunu reddederken kenti Sırp askerlere bırakan 600 hafif silahlı Hollanda askerinin büyük bir bölümü pişmanlıklarını her fırsatta dile getirdi.

Srebrenitsa kentinde yaşadıkları anları kitaplaştıran askerlerden biri olaydan dolayı yaşadığı pişmanlığı şu sözlerle ifade ediyordu:

“Ölmek istiyordum, masum insanları koruma sözü verdiğimiz halde bize sığınan insanları koruyamadığımız için kendimi affetmiyorum”.

Savaş suçlularıyla beraber yaşanamaz

1995’te Srebrenitsa’da Birleşmiş Milletler için çalışan Boşnak Hasan Nuhanoviç, o günlerin hem tanığı hem mağdurdur, ailesi de katliamda hayatını kaybeder. Sonrasında yaşadıklarını bütün dünyaya duyurmak için büyük çaba sarf eden ve tanıklığıyla Hollanda hükümetinin sorumluluğunu kabul etmesine neden olan Nuhanoviç, soykırım sonrası Srebrenitsa’nın Müslümanlar için acı dolu bir yer olduğunu anlatıyor:

“Savaşta katliamların ve tecavüzlerin yanı sıra Boşnaklara ait evler ve köyler yakıldı. Buradaki insanlar dünyanın dört bir yanına göç etti. Savaş bitti, ancak bu insanların köylerine, evlerine dönmesi için güvenli ortam oluşturulmadı. Çünkü savaş suçluları hala buralarda yaşıyor. Bu insanlar serbest gezerken, katliamları yaşayan insanların evlerine dönmesi beklenemez.

Bosna’da sadece ateş kesildi, insanlar öldürülmüyor, ancak ülke karışık bir yapıya büründü. Doğu Bosnalılar doğdukları topraklara gidemiyor. Saraybosna’da veya ülkenin başka bölgelerinde yaşamak zorunda kalıyor. Doğu Bosna’ya Boşnak nüfusun dönmemesinin temel sebebi savaş suçlularının hala o bölgede yaşıyor olmasıdır.

Savaş suçlusu olarak Saraybosna’daki mahkeme yaklaşık 15 bin kişiyi tespit etti. Ancak bu insanlar arasında yakalanan ve ceza alan sayısı 200’ü bile bulmuyor. Ben babamın köyüne gidemiyorum, gittiğimde savaş suçlularıyla karşılaşıyorum. Buna ise dayanamıyorum. Bu bölgelere gidenler sadece yaşlı çiftler, onlar da çaresizliklerinden dönüyor.”

Nihayet: Hollanda suçlu

Dünya kamuoyunun 22 yıldır görmezden geldiği, Hollanda’nın sorumluluğunu kabul etmeye yanaşmadığı, her yıl yeni bir toplu mezarın bulunmasıyla hatırlanan Srebrenitsa Soykırımı’nın, bir soykırım olduğu ve bölgedeki Müslüman nüfusun yok edilmesini hedeflediği nihayet kabul edildi.

Hollanda Yüksek Mahkemesi, Yugoslavya İç Savaşı’nda en kitlesel ölümlerin yaşandığı Srebrenista’da 1995 yılında yaklaşık 300 Boşnak erkeğin öldürülmesinden Hollanda’nın kısmen sorumlu olduğuna hükmetti. Mahkeme yasadışı hareket ettiğini açıkladığı Hollanda askerlerini de suçlu buldu.

Ancak mahkeme, Srebrenitsa katliamı sırasında hayatını kaybeden 6 bin kişinin öldürülmesiyle ilgili başvuruyu ise “Birleşmiş Milletler görevinin Hollanda devletine mal edilemeyeceği” gerekçesiyle reddetti.

“Srebrenitsa Anneleri” tarafından 6 bin kişi adına açılan davada, mahkeme 2014 yılında Hollanda’yı suçlu bulmuştu. Bu karar temyize götürülmüştü.

Mahkemeye göre, Hollandalı askerler kendilerine sığınan 350 Boşnak erkeği, öldürüleceklerini bile bile BM sorumluluk alanından göndererek yasa dışı bir tutum sergiledi.

Bu nedenle Hollanda devletinin, 350 kurban yakınına uğradıkları zararın yüzde 30’u oranında tazminat ödemesine karar verildi.

Mahkeme, tazminat miktarının yüzde 30’la sınırlanmasını, “bu kişiler, BM sorumluluk alanında kalsalar bile yaşama oranları tahminen yüzde 30’du” diye açıkladı.

Bu karardan bağımsız olarak Srebrenitsa’daki BM Barış Gücü’nde görev yapmış olan Hollandalı askerler, yaşadıkları travma nedeniyle devletten tazminat talebinde bulundu.

BM başlıca yargı organı olan Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı ise 2007 tarihli kararında Srebrenitsa’da yaşananların “soykırım” olduğuna ancak sorumlusunun Sırbistan olmadığına hükmetmişti.

Karar, BM Barış Gücü görevlilerinin yargılanmasına karşı dokunulmazlıklarının olması göz önünde bulundurulduğunda da emsal teşkil ediyor.

***

Doğanın acı intikamı

Srebrenitsa soykırımını ortaya çıkaran, doğanın kendisi oldu. Katliamda hayatını kaybedenlerin yeri tespit edilemiyordu. Yakınlarını kaybedenler en azından bir işarete, bir kemiğe kavuşmak için yıllarını harcamıştı. Aileler, gidemedikleri mezarında dua edemedikleri cenazelerin yasını tutuyordu. Baharlar gelip geçerken, insanlar iki bahar üst üste sıra dışı bir şeyi fark etti. Toprakta o zamana kadar hiç görmedikleri bir çiçek vardı: Artemisia vulgaris. Çiçek yalnızca belli bölgelerde çıkıyor, çıktığı her yerde de ateşe koşan pervane gibi beraberinde mavi bir kelebek de geliyordu. Yeşille mavinin bu sıra dışı buluşmasına şaşıranlar bir süre sonra bunu garipseyip, “Neden şimdi?” sorusunu sorunca, bambaşka bir gerçekle ortaya çıktı.

Katliamın ardından savaş suçunun önünü almak için cenazeleri farklı farklı yerlere dağıtan, parçalayan, derin kazılan mezarlara koyan ve üzerini bölgenin bitki dokusuna uygun yeşillendiren Sırplar, bir şeyi hesaba katmamıştı: Toprağa karışan bedenlerin değiştirdiği bitki örtüsü. Minerallerle beslenen artemisia, onun özüne koşan mavi kelebek, binlerce ölümün tek tanığı oldu.

Onlar sayesinde aileler, öldüğünü ispatlayamadıkları çocuklarına, eşlerine, akrabalarına kavuşuyordu. Sessizce öldürülüp sessizce toprağa verilen cenazeler, yine ancak toprak eliyle “buradayız” dedi. Mavi kelebeklerin ve artemisianın peşinden 300 toplu mezar, 3 bin 730 ceset bulundu. Cenazeler çıkarıldı, teşhis edildi, yıllar sonra ailelerin nezaretinde yeniden toprağa kavuştu. Çıkan cenazeler, Uluslararası Savaş Mahkemeleri’nde delil sayıldı. Sessizce ölenlerin ahlarına güvenmek gerek. Hak, onlara da kendilerini hatırlatmaları için bir vesile kılıyor.

Benzer konular