Afrika’ya şimdi de ayı ve ejderha saldırıyor

Afrika, Müslümanlara ilk kucak açan kıta. Necâşî merhumun memleketinin olduğu, bugün Asya ve Amerika kıtalarından sonra dünyanın en büyük üçüncü kıtası. Bir milyar üç yüz milyondan fazla insan ve 2 binden fazla dilin yaşadığı cennet kıta.
Yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ile sömürgecilerin iştahını kabartan, çoğunluğunu siyah derili insanların oluşturduğu kıta ne yazık ki; Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya, Portekiz, Hollanda gibi Avrupa ülkelerinin 6 asırdır sömürdükleri topraklar. İnsanlarının köleleştirilip Amerika kıtasına kadar götürüldüğü bu masumlar, sömürü girdabından hâlâ kurtulabilmiş değil.
Kıtanın en bahtlı bölgesi olan Kuzey Afrika, uzun süre Osmanlı toprağı olduğu için asırlar boyu mutlu idi. İngiliz, İtalyan ve Fransızlar 18 ve 19. asırlarda tedrici olarak buraları da ele geçirip, Kuzey Afrikayı da sömürgeleştirdi.
4-5 asır Osmanlı toprağı olarak kaldığı hâlde tüm din, dil ve geleneğini muhafaza eden Kuzey Afrika ülkeleri, Batılıların eline geçince Osmanlı’nın muhafaza ettiği değerlerinin pek çoğunu kaybetti.
Fransa, Cezayir’den çıkarken Charles De Gaulle, “Biz oradan çekileceğiz ama şunu bilin ki, yerimize bıraktığımız yönetici elit, bizim çıkarlarımızı bizden daha iyi koruyacaktır” diyerek tarihî bir itirafta bulunmuştu. Tüm yakın tarih tecrübeleri De Gaulle’i haklı çıkardı.
Dünya Bankası ve IMF gibi sömürge kuruluşlarınca sürekli borçlandırılan Afrika ülkelerinin ellerine bir türlü geçmeyen bu paralar, kukla yönetimlerce tam da sömürgenin devamını sağlamak amaçlı kullanılıyor. İşte bu sebeple Afrika’nın borçları bitmek bir yana sürekli artıyor.
Afrika’nın başındaki bu belâ kuruluşlar ile ABD, Avrupa ve batılı şirketler yetmezmiş gibi, bir süredir de Çin ve Rusya gariban kıtaya göz dikmiş durumda. Elbette Türkiye’nin de bölgeye yönelik ilgisi var. Burada şu hakkı teslim etmeliyiz ki, Afrika’yı sömürme amacı olmayan tek ülke Türkiye. Çünkü biz tarihte hiçbir millet ve devleti sömürmedik, bundan sonra da yapacak değiliz.
Batı bir yandan Bill Gates Vakfı üzerinden tüm Afrika’yı kısırlaştırmaya çalışıyor. Diğer yandan Afrikalılara en zor şartlarda çıkarttırılan altınından uranyumuna, kobaltından elmasına uzanan onlarca maden Batı’ya taşınıyor. Afrikalıya bıraktıkları iki şey: Yokluk ve borç!
Dünyanın en mümbit topraklarının sahipleri bir yudum temiz içme suyuna muhtaç. Dünyanın bu en sıhhatli, bizlerde ölümlere neden olan onlarca zengin hastalığının hiç uğramadığı bu insanlar, bizden para veya kurbanlık etten ziyâde kurtuluş reçetesi bekliyor. Bu ise uzaktan seyrederek değil, Afrika’nın havasını teneffüs ederek mümkün. Lakin itiraf etmeliyiz ki biz, misyonerlerin bize bulaşıcı hastalıkların kol gezdiği yerler olarak tanıttığı ama gerçekte öyle olmayan Afrika’ya çok ama çok yabancıyız.
Afrika’yı bilen veya çalışan pek kimsemiz yok. Acaba bu ülkede, Afrikalıları sadece ‘açlar’ olarak tanımanın ötesinde ne biliyoruz? İtiraf edelim ki, hiçbir şey.
Bu ülkede Afrika ile ilgili kaç kitap yazıldı? İki elin parmaklarından fazla değil. Afrikalıların hangi kavme ait olduğunu bile bilmiyoruz? Ne yazık ki, Türkler Afrikalıları Arap sanıyor.
16 Güney Afrika ülkesinin resmi dili olan Svahili’yi muhtemelen Türkiye’de bilen bile yok. Bırakınız herhangi bir Afrika dilini, Svahili dili bile öğretilmiyor. Türkiye’de kaç Afrika Enstitüsü var yahut kaç üniversitede Afrika kürsüsü?
Afrika’yı batılı haber ajansları ve belgeselcilerin safarileri veya hayırlı bir hizmet olan su kuyuları ile tanımak yeterli değil. Önümüzde iki seçenek var. Ya Afrika’yı tanıyıp sahip çıkacağız yahut da Batılılardan sonra Rusya ve Çin’in sömürmesine göz yumacağız.
Afrika’nın gözyaşını yalnızca Müslüman Türk dindirebilir.
O halde buyurun Afrika’ya!

Benzer konular