“Siz zaten hep böylesinizdir. Her türlü kötülüğü göz kırpmadan işler, sonra da Müslümanlığa gelince, ‘Benim kalbim temiz, sen kalbe bak’ der, çıkarsınız işin içinden. Kalp temizliği, ancak Allah’ın emirlerini yerine getirmekle olur. Sen tut, seni yaratan Rabbini unut, seni yoktan var eden Halik’ına sırt dön, Müslüman olarak doğduğun halde, nüfusunda ‘İslam’ yazdığı halde, Hıristiyanlar, hatta dinsizler gibi yaşa, sonra da kalp temizliğiyle Müslüman geçinmeye kalk.” Şule Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı isimli kitabında geçen bu sözler, belki de o zamana kadar “benim kalbim temiz”cilere verecek cevap bulamayanlara ipucu niteliğindeydi. Bu tarz romanlarda öğretmek, yönlendirmek, doğru yola sevk etmek, hidayete erdirmek baskındı. Bir zamanların hidayet romanları, belki de bu özellikleri sayesinde İslami camia arasında kendisine bir yer bulmuş, romanın tolerans gösterilebilir bir tür olduğunu kabul ettirmişti.
Huri gibi kızlar, iyi huylu erkekler
Hidayet romanlarının miladı 1967 yılında Hekimoğlu İsmail’in yazdığı Minyeli Abdullah romanıyla başladı. Hekimoğlu İsmail Minyeli Abdullah romanını o günün şartlarından ve maddi olumsuzluklardan dolayı çöplerden topladığı kâğıtlara yazarak tamamladığını söylemişti. O güne kadar romandan uzak duran dindar çevreye romanı sevdirdiği gibi diğer hidayet romanlarının yazılmasına da teşvik oldu bu roman. Mısır’ın Minye şehrinde doğan Abdullah’ın; dönemin istibdadına karşı dini bir duruş sergileyen ve İslam’ı yaşama ve yaşatma üzerine kurulu yaşam hikayesini anlatan kitap, bir dönem yasaklılar listesine de girer. Bilal karakteri Huzur Sokağı gibi Minyeli Abdullah’ta da vardır ve onun sadık eşi Sevde ideal bir eş portresiyle anlatılır. Hidayet romanlarında dindar erkeklerin iyi huylu, yakışıklı ve yardımsever olmaları, dindar kızların ise huriler gibi güzel ve itaatkâr olması eleştirilse de, bu hiç değişmez. “Hurileri anlamak için Sevde’ye bakmak kâfiydi. İlim, ibadet ve dindar kocasına itaat için yaratılmıştı bu kadın. Dünyamıza misafir gelmiş bir huri gibiydi” satırlarıyla huri anlatımının öncülüğünü Hekimoğlu İsmail yapar. Yeşil Çam da bu çok satan hidayet romanına ilgisiz kalamaz ve 1989’da Minyeli Abdullah’ın filmi çekilir.
Feyza, Bilal ve Hilal’ler
Ardından Şule Yüksel Şenler 1969 yılında Huzur Sokağı ile gündeme girer ve uzun yıllar hiç gündemden düşmez. Hidayet romanlarının prim yaptığı 1980-90’lı yılların popülerliğinde yine birinci sıradadır. Bir dönem Feyza, Bilal, Hilal isimlerinin çocuklara verilmesinin tartışmasız sebebi olur. Feyza ile Bilal’in aşkının anlatıldığı romanda sıcak bir mahalle havası da her kesimden insanı sarar. Bilal, dinine düşkün, iyi ahlakıyla bilinen üstelik yakışıklı bir üniversite öğrencisiyken, Feyza ise Bilal’in tam tersi bir hayat süren güzel bir kızdır. Farklı yaşam tarzları birbirlerine âşık olmalarına engel olamadıysa da kavuşmalarına engel olur. Romanın devamında ise Feyza’nın kızı ile Bilal’in oğlunun birbirlerine âşık olarak kavuşmaları kötü biten son için moral niteliğindedir. Ama yine de insanlar romanın ana karakteri Feyza ile Bilal’in kavuşmalarını gönülden ister. Yüzlerce baskı yapan bu kitap, Yeşil Çam’ın da ilgisini çeker ve Birleşen Yollar adıyla filmi çekilir. Geçtiğimiz yıllarda dizisinin çekilmesi ise hala popülerliğini koruduğunun bir kanıtıdır.
Roman okuyarak yol çizenler
Hekimoğlu İsmail’in Minyeli Abdullah’ı ile Şûle Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı adlı romanları bu ülkenin kültür tarihinde çok önemli bir yere sahiptir ve ayrıca İslami camiada yadsınamaz bir ufuk açmıştır. Anadolu çocuklarının İslâmî şuuru kazanmasına, başörtüsünün şehirli hanımlarla genç kızlar arasında yaygınlaşmasına, önceki yıllarda çocuklarının roman okuyarak yoldan çıktığını düşünen anne-babalar, bu romanlarla birlikte çocuklarının ahlâk ve fazilete, anne-baba sevgisine yöneldiğini düşünmesine katkısı olduğu sayılabilecek faydalarındandır. Zira İslami çevrede roman, eleştirilmesi ve uzak durulması gereken bir tür olarak kabul edilmiş, çok da yaygınlaşma imkânı bulamamıştır. Hidayet romanlarıyla yıkılan bu tabu sayesinde, romana uzak duran bir kesimde de romancılık başlar.
Gençlere ulaşmak için
Bu iki kitapla başlayan popüler hidayet romanları 1970’lerde hızla yayılır. Gençlere ulaşmak, onlara bazı değerleri aşılamak için roman yazma yolunu seçen bir diğer önemli isim ise Raif Cilasun’dur. Oğlum Osman, Haram Lokma, Dinmeyen Gözyaşları, Bir Annenin Feryadı gibi kitaplarıyla kahramanlarının yaptıkları kötü seçimlerin sonucunu göstermeye çalışan Cilasun, döneme 17 kitapla damgasını vurur. Oğlum Osman romanının filmi de çekilir. Değerlerini unutan, batıdan esen rüzgârın etkisiyle geçici dünya zevklerini yücelten, içi boş yaşam tarzının şaşaasına kanan Osman’dan umudunu hiç kesmeyen babasını konu edinen kitap, her kesimden insanı etkiler. Bir neslin bocalayan gençlerin zihin dünyasını da konu edinen romanda Cilasun, “Hak hukuk tanımazlardı ama kendi haklarından bir saman uçsun istemezlerdi. Mal mülk edinmenin karşısındalardı ama ellerindeki hiçbir şeyi kaçırmak istemezlerdi. ‘Herkes eşit olsun’ derlerdi ama birbirlerinin elindekilerine makamlarına haset ederler kıskanırlardı. Her komünist ve sosyalist gibi ‘Ben’ derlerdi ama konferanslarda ‘Biz’ lerden söz ederlerdi. Özgürlük ve hürriyet şarkılarını elleri kolları bağlı olarak söylerlerdi” sözleriyle bugünlere uzanan çelişkilere de yer vermeyi ihmal etmemiştir.
Bir Annenin Feryadı
Raif Cilasun’un Bir Annenin Feryadı kitabı da etkisi uzun yıllar süren bir roman olarak neredeyse üç nesli etkiledi. Hala unutulmayan romanın bugünlerde filmi bile çekildi. 28 Nisan 2017’de vizyona giren filmin yönetmenliğini Atilla Gökbörü yaptı. Film, kitaptan alıntılandığı gibi duvarcı ustası olan Tahir’in şansının yaver gitmesiyle müteahhitliğe terfi ederek sosyete şehrine taşınmasını konu edinir. Eşi Bedriye bu taşınmaya ayak uydurup sosyete kadını olur. Fakat aile büyüğü ve gazi olan dede Hacı Arif bu değişikliğe ayak uyduramaz. Torunları İhsan ve Emine’nin dindar bir şekilde yetişmelerini istemektedir. Böyle bir aile ortamında büyüyen İhsan politik olaylara karışır, Fransa’ya kaçar ve başını derde sokar. Olaydan olaya savrulan İhsan’ın ibret dolu hikâyesinin anlatıldığı film, kitabı gibi ilgi görecek mi merak konusu.
Hüseyin Karatay, Sevim Asımgil, Emine Şenlikoğlu da bu tarz romanlara öncülük yapan ve kitapları çok satan yazarlardan. Hidayet romanlarıyla meşhur olan ve her evde mutlaka birkaç kitabı bulunan isimlerden biri de Ahmet Günbay Yıldız’dır. O kadar çok roman yazmıştır ki, sayısı ve isimleri hep unutulur. Yanık Buğdaylar, Sokağa Açılan Kapı, Boşluk, Çiçekler Susayınca gibi kitapları muhafazakâr çevrelerin kütüphanelerinin olmazsa olmazıdır. Maneviyatsızlık ve ahlaki çöküntünün endişesiyle yazdığı romanlarında, inançlı kadınlarla inançsız erkek ilişkilerini ve yaşamlarını, kötü yola düşen erkek veya kadınlarla inançlı eşlerinin mücadelesini anlatır. İslami kesimin Kemalettin Tuğcu’su olarak bilinen yazar, romanlarında dramatik bir yaklaşım sergiler.
Öne çıkan mesaj kaygısı
Bir dönemin Kuran Kursu ve İmam Hatip’e giden gençlerinin burnunun ucunu sızlatan bu romanlar, şimdilerde bir takım yönleriyle eleştirilse de, o dönemin gerçekliğidir. Bu romanlarla büyümüş bir gençliğin özellikleri de benzerdir. Sürekli faydalı olmak için çabalayan, bu dünyaya işe yarar bir şeyler yapmak için geldiğini çok iyi bildiğinden hep yapan, hep çalışan, hep didinen ama hiçbir yaptığını boş yere yapmamak için sürekli analiz eden orta yaşlı birilerini görürseniz, bir zamanların mesaj kaygısı taşıyan hidayet romanlarıyla yetişmiş olduklarını anlarsınız. Tıpkı hidayet romanlarının belli bir amaca hizmet etmesi gibi. İdeal bir Müslüman tipi çizen bu romanlar, bir Müslüman’ın nasıl yaşaması gerektiğini gösterir, yaşadığımız dünyaya bir Müslüman’ın tavrı nasıl olmalıysa, karakterlerin tavrı da öyle olur.
Dindarım ama ben de insanım
Günümüz bestseller kitaplarından çok daha fazla satan hidayet romanları, bir takım eleştirilere de maruz kalmadı değil. Bu eleştirilerin en önemlisi, sürekli bir mesaj kaygısı taşımasından dolayı, sanatsal yönünün eksikliğiyle, popülistliği. Hidayet romanlarındaki erkeklerin dindar olmayan kızlara âşık olup, onların hidayete ermesine sebep olması ise kısık sesli ayrı bir tartışma konusudur. Ama İslam’ın sevdirilmesi için buna da göz yumulur. Sonuçta toplu bir hidayet söylemi söz konusudur ve emri-bil maruf için dindar kızlar öteki mahalleye kaptırdığı delikanlıları hoş karşılayabilir. Bellekteki Huriler kitabıyla hidayet romanlarını inceleyen Ahmet Sait Akçay, bu roman furyasında kullanılan huri yüzlü kapak kızlarının hem satışları artırdığını, hem mücahit delikanlılara Etiler, Nişantaşı gibi yerlerde hidayete erdirecekleri kız arayışına sevk ettiğini, hem de zaten hidayetteki kızların hallerine şükretmelerini sağladığını ifade ediyor. Bu durum 2000’lerden sonra değişerek yerini gerçek ve bireysel duygulara bırakır. Bir dönemin hidayete erme-erdirme hikâyeleri, iç hesaplaşmalarla bireysel analizlere yönelir. Muhafazakâr yazarlar tebliği bırakır ve kendi çıkmazlarıyla bir gerçeklik ortaya koyar: Dindarım, ama ben de insanım.
Milyonlarca satıp bestseller olamamak
Hidayet romancıları teknik olarak edebiyata ne kadar katkı yapmıştır, roman türüne neler katmıştır sorusu şimdiye kadar cevaplanmadı. Fakat milyonlarca sattıkları halde çok satanlar listesine giremeyen, bir kesim tarafından yok kabul edilen, varlığını inkâr edemeyenler tarafından ise popülistlikle eleştirilen hidayet romanları, öyle veya böyle bir döneme mührünü vurdu. Birçok sanat eseri gibi kitaplar da değişen sosyal ve siyasal durumdan bağımsız şekillenmediği için dönemin şartlarını ihmal etmemek gerekir. Cumhuriyet tarihinden beri aşağılanan, kamusal alanda yok sayılan dindarların, hidayet romanlarıyla bir çıkış araması kadar doğal olan bir şey yoktur. 2000’lerden sonra değişen İslami edebiyat, o zamanların ihtiyaçlarıyla günümüz imkânlarını gözler önüne sermeye başlamakta gecikmedi. Son tahlilde bir nostalji tadı yakalamak için bile dönüp bakmaya değer hidayet romanları, muhafazakar kesimin kütüphanelerinde yerini korumaya devam edecektir.