İngiltere, içeride ve dışarıda devam bütün tartışmalara rağmen Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılma (Brexit) sürecini mart ayı bitmeden resmen başlatmaya hazırlanıyor.
Son 3 aydır Brexit sürecini resmen başlatma yetkisinin hükümette mi, yoksa parlamentoda mı olduğu tartışılıyordu. Önce yüksek mahkemede, ardından Anaysa Mahkemesinde davaların görüldüğü ülkede, Parlamento bu konuda mahkemelerin kendisine verdiği yetkiyi geçen hafta yeni bir yasayla ve kahir ekseriyetin oyuyla hükümete devretti.
Yetki devri yasa tasarısının komisyon, parlamentonun alt kanadı Avam Kamarasında yeniden görüşülmesi, Lordlar Kamarası ve son olarak kraliçenin onayından sonra yasalaşıp yürürlüğe girmesi gerekiyorsa da, ilk oylanmada 114’e karşı 498 milletvekilinin oyunu alması Başbakan Theresa May’i rahatlattı.
AB ile üyelik bağını seri ve kökten bir şekilde koparmak istediği için “sert Brexitçi” olarak nitelendirilen May’i şimdi komisyondaki görüşmelerde yetki devri yasa tasarısına muhalefetin getirmek istediği değişikliklerle mücadele safhası bekliyor.
İngiltere’de muhalefet AB ile ortak pazar, serbest dolaşım, çalışma vizeleri gibi belli alanlarda bağları sürdürmek isteyen “yumuşak Brexitçiler” ile AB’de kalınmasından yana olan kesimleri içeriyor.
AB’de kalma veya Brexit konusunda yeni bir referanduma gitme opsiyonları, başta ABD olarak üzere dünyadaki gelişmelerle paralel olarak her geçen gün zayıfladı. Bugün için muhalefetin ana gövdesi ilk opsiyonu, yani AB ile “kısmi üyelik” anlamına da gelebilecek belli bağları korumayı öne çıkarıyor. Ancak dünyadaki gelişmeler dikkate alındığında bunun ne kadar korunabileceği de şüpheli.
Boş rapor
İngiliz hükümeti, muhalefetin uzun süredir gündemde tuttuğu bir talebi geçen hafta yerine getirdi ve Brexit müzakerelerindeki önceliklerini, hedeflerini ve Brexit sonrasına ilişkin vizyonunu içeren bir raporu parlamentoya sundu. 75 sayfalık rapor hükümetin Brexit konusundaki kamuya açık en kapsamlı resmi belgesi olsa da, muhalefeti tatmin edecek bir tafsilatı içermediği görüldü.
May hükümeti, Brexit’i hem İngiltere’nin, hem de AB’nin çıkarına işleyecek şekilde yürütme hedefini, bir kez daha bunu nasıl başaracağını anlatmadan yinelemiş oldu.
Bazı siyasi gözlemcilerin “İngiltere’nin ve dünyanın kriz içinde olduğu bir dönemde göreve gelen bir acemi” diye nitelendirdiği May, bu değerlendirmeyi haksız çıkaracak bir performans göstermiş değil.
İngiltere de karıştı
Başbakan olarak ilk 6 ayını geçtiğimiz günlerde tamamlayan May’in en büyük başarısı Donald Trump’la yüz yüze görüşen ilk dünya lideri olması oldu.
ABD ile İngiltere arasındaki “özel ilişkiyi” Trump’a kameralar önünde tasdik ettiren ve kraliçenin resmi mesajını Trump’ı İngiltere’ye devlet ziyareti için davet eden May, yeni başkanın aynı gün imzaladığı göçmen kararnamesi nedeniyle kendisini bir kriz içinde buldu.
İngiltere’de Trump’a yapılan “devlet ziyareti” davetinin geri çekilmesi için büyük bir kampanya başlatıldı. Başbakanlık ofisinin bulunduğu Downing Street geçen pazartesi son aylardaki en büyük gösterilerinden birine sahne oldu. Davete karşı, yaklaşık 2 milyon kişinin imzaladığı bir dilekçe de önümüzdeki günlerde parlamentoda tartışılacak.
İngiliz kamuoyunda Trump davetine karşı ortaya konan tepkinin, Brexit süreciyle bağlantısını kurmak zor değil. Brexit İngiliz halkının yüzde 52’sinin oyunu alsa da, buna karşı yüzde 48’lik bir kitle de bulunuyor. Bu yüzde 48’in, Brexit’i “harika birşey” diye nitelendiren Trump’a sempati duyması muhtemel değil.
Brexitçiler Trumpçı
May hükümeti Trump’ın Müslümanlara getirdiği seyahat yasağına, kendi kamuoyunun baskısıyla sınırlı bir tepki gösterse de, aslında Brexitçiler ile Trump pek çok konuda aynı çizgide.
Trump’ın göçmen yasağı, Brexit taraftarlarının sadece imrenebileceği bir uygulama. Trump’ın hayalindeki korumacılık, Brexit referandumu sürecinde “yerli üretim” ve “yerli iş gücü” vaatleriyle çoğunluğun oylarını çelen İngiliz siyasetçilerin de hayali.
Brexit ile Trump yönetimi, bir bakıma aynı “yeni düzen” projesinin parçası. Trump’ın başkanlığa gelmesine kadar sallantılı görünen, siyasi ve hukuki meydan okumalarla karşı karşıya olan Brexit süreci, ABD’nin yeni yönetimiyle birlikte daha kararlılıkla yürüyen bir sürece dönüştü.
Akıl hocalığı konumu sallantıda
Ancak yeni düzen projesinin tutarlı olduğu şüphe götürür.
Söz gelimi Brexit sonrasında ülkeler ile tek tek serbest ticaret anlaşmaları imzalamayı hedefleyen İngiltere’nin bunu, korumacılığa yönelen Trump ABD’si ile nasıl başarabileceği belirsizliğini koruyor.
Ayrıca, İngiltere’nin 20. yüzyılda imparatorluğu tasfiyesinin ardından ABD’nin “akıl hocası” olarak kazandığı yeni konumu, dışarıdan akla ihtiyaç duymadığı görülen Trump yönetimiyle nasıl sürdüreceği de bir muamma.
Trump yönetimi Rusya’ya hikmeti tam anlaşılamayan bir biçimde ılımlı sinyaller gönderirken, İngiltere Rusya’nın Batı için tehdit teşkil ettiğinde ısrarlı. Gün geçmiyor ki bir İngiliz siyasetçisi Rusya’ya çatmasın ve İngiliz basınında Soğuk Savaş günlerini anımsatan bir Rusya analizi yayımlanmasın.
Yeni düzenin nabzı Brexit
Bütün bunlar aslında yeni düzenin henüz kimsenin zihninde billurlaşmadığını gösteriyor belki de. Şu anda sadece bir tasfiye ve yıkımı yaşıyoruz. Sonraki adımların ne olacağı konusunda, o adımları atacakların da fikri yok gibi.
Brexit süreci, bu belirsizliğin en iyi örneği. İngiltere’deki kamuoyunu ve güç çevrelerini neredeyse tam ortadan ikiye bölen bir referandumla gelinen bugünkü noktada, burun farkıyla galip gelenlerin önceliği sadece AB’den köklü bir şekilde kopmak. Sonraki adımlara ilişkin sadece spekülasyonlar mevcut, somut bir istikamet veya plandan söz edilemiyor.
Brexit süreci bu bakımdan “yeni düzenin” nabzı olarak değerlendirebilir ve yakından izlenebilir.