Türkiye’ye bubi tuzağı

Bölgemizde gelişmeler çığ hızıyla ilerliyor. 2015’te Kızıldeniz’de karar verilen yeni eksen girişimleri 2018’de hayat buluyor. Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan öncülüğünde sözde bir “Arap Gücü” oluşturularak, Ortadoğu bir kez daha Batılı güçlerin kontrolü altına sokulmak isteniyor. Sözde Arap Gücü’nün gizli ortağı ise İsrail. Bu gücün deneme yeri ise Fırat’ın doğusundaki Suriye toprakları olacak. Hedef ise İran gözükmekle birlikte Türkiye’nin ulusal çıkarları ve toprak bütünlüğü. Tıpkı 100 yıl önce olduğu gibi…

Ortadoğu’da gelişmeler baş döndüren bir hızla akmaya devam ediyor. Böylesi bir hız ancak büyük dönüşüm ve inşa süreçlerinde yaşanır. Türkiye’nin çevresinde yeni bir eksenin inşa edilmekte olduğu görülüyor. Yeni paylaşım ve bölüşüm mücadelesi, artık vekiller üzerinden değil bizzat devletler üzerinden yürütülüyor. ABD Savunma Bakanlığı’nın hazırladığı ulusal güvenlik stratejisi raporu da, 11 Eylül 2001’den bugüne geçerli olan “terörle mücadele” konseptinin geride kaldığını vurgulayarak artık “devletlerarası rekabet” dönemine geçildiğini vurgulamıyor muydu?

ABD, 21. Yüzyılı belirleyecek Asya-Pasifik mücadelesi öncesi, Ortadoğu’da, Soğuk Savaş yıllarının genelinde uyguladığı uzaktan müdahale yöntemine geri dönmeyi tercih etti. Buna göre bölgede destek verdiği yeni bir eksen kurarak, Batı’nın çıkarlarının maksimum derecede korunması hedefleniyor. Oldukça realist bir paradigmadan yola çıkan bu stratejinin çoktan alıcıları mevcut. Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Mısır ve yeni ortakları İsrail, tek bir cephe kurarak, başta İran olmak üzere bölgede etkilerini sınırlamak istedikleri Türkiye gibi ülkelere karşı hat oluşturacaklar. Bu hattı, Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs üzerinden Yunanistan’a  ve Fırat’ın doğusundan İran’a kadar uzatmak mümkün. Yani BAE, Suud, Mısır ve İsrail ana ekseninin ikincil ve üçüncül partnerleri de aşağı yukarı tanımlanmış vaziyette.

Fırat’ın doğusuna Arap gücü

Bilindiği üzere ABD Başkanı Donald Trump, Suriye’de konuşlu iki bin civarında askerini bu yılın kış aylarına kadar çekmek istiyor. Tabii bu aslında İran’a karşı sert politikalar uygulayacağını söyleyen bir yönetim için ilk başta bir paradoks gibi gelebilir. Çünkü bölgeden çıkacak ABD’nin boşluğunu tıpkı daha önce Irak’ta olduğu gibi İran doldurabilir. İşte bu noktada yukarıda belirttiğimiz Soğuk Savaş stratejisinin yeni versiyonu devreye giriyor. ABD’nin desteklediği yeni bir bölgesel yapı, o boşluğu hem maddi hem siyasi hem de askeri olarak dolduracak. ABD bu yapıyla uzaktan bir el olarak rötuşlarıyla uğraşacak ama bizzat bedel ödemeyecek. Geçen hafta içi Wall Street Journal (WSJ) tarafından yayınlanan ve Pentagon’un dolaylı olarak kabul ettiği “Arap Gücü” stratejisi, bu isteğin bir yansıması. ABD medyasında çıkan haberlerde kurulacak “Arap Gücü”nün Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır tarafından desteklenmesinin istediğini belirtildi. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil Cubeyr de ülkesinin kurulacak güce destek vereceğini teyit etti. Söz konusu gücün, ABD ve İsrail şemsiyesi altında, başta İran olmak üzere, Türkiye’ye karşı kullanılacağı yorumları yapıldı.

 

Zemini terör örgütleri oluşturacak

Bu gücün niteliğine geçmeden hemen önce başka bir kritik habere dikkat çekmek isterim. Bu haber de Pentagon’un 2019 için Suriye’de 60-65 bin kişilik bir silahlı gücü destekleyecek bütçe talebi. Bu büyüklükteki bir güç, terörle mücadeleden ziyade, ancak belirli bir toprak parçasını kontrol etme ve bir cephe savaşında kullanılmak niyetiyle oluşturulmuş olabilir. Bu gücün büyük bir bölümünün ise terör örgütü PKK/PYD olduğunu bilmeyen kalmamış durumda.

Bu güce ek olarak, başka bir terörist yapılanma diyebileceğimiz eli kanlı paralı askerlerden oluşan bir ordu da kurulacak. Şimdiden bazı Arap ülkeleri Blackwater’ın kurucusu ve BAE’nin hizmetçisi Erik Prince ile iletişime geçmiş durumda. Prince orduyu kurmak için Trump’tan gelecek son kararı beklediğini ilan etti bile. Dünyanın dört bir yanından katilleri toplayıp, parayla Suriye’ye yerleştirecekler. Blackwater çetesinin Irak’ta yaptığı katliamlar hafızamızda hala taze üstelik.

İşte bu güç, Fırat’ın doğusunda ABD’nin yerini alması istenen Arap Gücü için aranan insan gücünü teşkil edecek. Adı Arap ama eli kanlı bir ordu olacak bu. Bilindiği gibi hem Abu Dabi hem de Riyad, Yemen’de giriştikleri ve batağa dönen Yemen savaşı için, paralı askerler kullanılıyor. Görünen o ki Fırat’ın doğusunda da benzeri bir opsiyon tercih edilecek.

Katar’ı da dahil ettiler

WSJ’nin Arap Gücü haberinde dikkati çeken bir nokta vardı. O da Katar’ın, güce destek vermesi beklenen ülkeler arasında sayılmasıydı. Halbuki Katar 10 aya yakın zamandır, BAE, Suudi, Mısır ve Bahreyn’in ablukası ve darbe tehdidi altında bulunuyordu. Öyle ki Riyad’ın, Katar’ın tek sınırına bir deniz kanalı inşa ederek, ülkeyi bir adacığa dönüştürmek istediği dahi basına yansımıştı. Taraflar arasındaki gerilim o kadar keskindi ki, Katar, Arap Birliği’nin Suudi Arabistan’da önceki hafta düzenlediği zirveye ev sahibi ülke tarafından davet edilmemiş ve bu durumu protesto ederek zirvede düşük düzeyde temsil edilmişti. Ancak ne olduysa, WSJ haberinden sonra, ABD devreye girdi. Katar birkaç gün içinde önce yaklaşık bir aydır devam eden, “1. Ortak Körfez Kalkanı Tatbikatı”nın kapanış törenine davet edildi, sonrasında ise, Doha, Körfez İşbirliği Konseyi’ne üye ülkeler, Ürdün ve Mısır’ın, ABD Merkez Komutanlığı’yla (Centcom) birlikte Riyad’da gerçekleştirdiği ortak toplantıda Genelkurmay Başkanı seviyesinde hazır bulundu. Bu noktada Katar’ın bölgedeki en büyük ABD hava üssü ve Centcom’un yönetim merkezi el-Udeyd’e ev sahipliği yaptığını not etmek gerekiyor.  10 bin civarında ABD askeri bu üste mevcut.

 

Soçi karşıtı zirve bildirisi

Gelişmelerin hızına bakacak olursak 15 Nisan Pazar günü Suudi Arabistan’ın Zahran şehrinde düzenlenen Arap Birliği Zirvesi’ne değinmeden geçmek olmaz. Bu zirve Zahran şehrinin coğrafi konumu nedeniyle başlı başına bir mesaja sahipti. Basra Körfez’i kıyısında petrol zengini bir bölge olan Zahran’da yapılan zirve, Arap Birliği’nin öncelikli hedefini de ortaya koydu: İran. Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz’in açılış konuşması ve yayınlanan sonuç bildirisinde de bu durumu açık olarak görmek mümkündü. Ne var ki zirvenin hedefinde olan bir gizli özne daha vardı. Bu ülke Türkiye idi. Londra merkezli Şarkül Avsat gazetesi zirveden iki gün önce ele geçirdiğini iddia ettiği taslak sonuç metninde Türkiye’nin terörle mücadele amacıyla gerçekleştirdiği Zeytin Dalı Operasyonu hedef alınıp kınanırken, Ankara bazı Arap ülkelerinin içişlerine karışmakla suçlanıyor ve Irak’taki terör operasyonlarına son verme çağrısı yapılıyordu.

Pazar günü yapılan zirve sonrasında açıklanan metinde ise direkt Türkiye ibaresine yer verilmemekle birlikte, Suriye başlığı altında, tüm dış güçlerin ülkeyi terk etmesi çağrısı yapılarak ve Cenevre sürecinin ülkede süren iç savaşın sonuçlandırılması konusunda tek barışçıl çerçeve olduğu belirtilerek, İran, Türkiye ve Rusya’nın oluşturduğu Soçi sürecinin dolaylı yoldan hedef alındığı görülüyor. Kısaca, Suriye meselesinde ABD tezlerinin savunulduğu bir metin karşımızda duruyor.

 

İsrail’in yeni dönem ilanı

Zirveyle paralel şekilde, İsrail’den de Suriye’de gerilimi artıracak açıklamalar ve hamleler ardı ardına geldi. Tel-Aviv önce, Suriye’de İran drone kuvvetlerinin bulunduğu T4 üssüne yapılan ve yedi İran askerinin ölümüyle sonuçlanan saldırıyı üstlenerek, bunu ülkede “yeni bir dönemin başlangıcı” ilan etti. The New York Times gazetesine konuşan İsrailli bir askeri yetkili, ilk kez İran üslerinin ve personelinin hedef alındığını kabul etti. Bu itirafın hemen ertesinde ise İran’ın Suriye’deki en büyük askeri üssünün bulunduğu Halep’ten kimliği belirlenemeyen uçakların yaptığı belirtilen saldırı haberi geldi. Saldırıda 20’den fazla İran askerinin hayatını kaybettiği iddia edildi. Ardından dikkate değer başka bir adım daha geldi. İsrail ordusu, Suriye’deki mevcut İran üslerinin güncel uydu fotoğraflarını medya üzerinden yayınlandı. Tel-Aviv, yeni ortakları Abu Dabi ve Riyad’a, İran’a karşı yanlarında olduğu mesajını vermişti.

 

Türkiye inisiyatif almalı

Söz konusu gelişmeler bölgemizde İran görünümlü ama Türkiye’nin ulusal çıkarlarını da hedef alan bir dalganın yükselmekte olduğunu gösteriyor. Sert gücün ana unsur olarak kullanıldığı bu dalgaya Türkiye proaktif ve önleyici stratejiler geliştirerek cevap vermelidir. Burada Türkiye’ye yönelik kurulmak istenen bubi tuzakları da görülmelidir. Birincisi, Suriye’ye yerleştirilmek istenen Arap Gücü vasıtasıyla, tıpkı 100 yüz yıl önce olduğu gibi, Türkler ile Araplar karşı karşıya getirilmek, Türkiye’nin bölgeyle fiziki bağlarının koparmak ve olası çatışmada, Irak ve Suriye’nin mikro parçalara ayrılması hedeflenmekte. İkinci tuzakta Arap Gücü kısvesi altında, bölgedeki terör yapısının hem Türkiye’den korunması hem de bölgede yerleşik Arap halkı nezdinde meşruiyet kazandırılması hedeflenmektedir. Üçüncü tuzaktaysa stratejik işbirliğine dönüşen Türkiye-Katar ilişkilerine nifak sokmak ve Katar’da bulunan Türk askeri üssünün kapatılmasına kadar gidecek bir süreci inşa etmektir. Bilindiği üzere I. Dünya Savaşı’nda Katar, Osmanlı’yı savaşın sonuna kadar desteklemiş ve işgalci güçlere karşı direniş sergilemiştir. Katar’ın alelacele önce tatbikata sonrada Riyad’daki ortak toplantıya davet edilmesi, İran’ı olduğu kadar Türkiye’yi de bölgede yalnızlaştırma isteğinin bir tezahürü.

Bu manada oyun aynı ama kurgu farklıdır. Arap Gücü, zannedildiğinin aksine Arap Birliği’nin sağlanmasını değil bilakis parçalanmasını ve İslam dünyasının bir iç savaşa sürüklenmesinin yolunu açması anlamında tehlikeli bir girişimdir.

***

Centcom oyunu

Burada Centcom için ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Trump yönetimi ile Centcom, ABD dış politikasını tek başına yönlendirir konumda. Başta ABD Savunma Bakanı James Mattis olmak üzere, Pentagon’un kritik birimlerinin başında, kariyeri Centcom’da geçmiş isimler bulunuyor. Bu durum da Centcom’a başta Ortadoğu olmak üzere Afganistan’dan Atlas okyanusu kıyılarına kadar geniş harekat alanında son sözü söyleme imkanı tanıyor. Centcom’un son dönemde özellikle terör örgütü PKK/PYD’ye destek vererek Türkiye karşıtı bir politika izlediği ise artık bir sır değil. Öyle ki bu durum, ABD ordusuna bağlı diğer komutanlıklarda rahatsızlık oluşturmuş durumda. Son olarak ABD Avrupa Güçleri Komutanı (Eucom) Orgeneral Curtis Scaparrotti, Centcom’un kısa ve orta vadeli stratejilerinin, başta Türkiye’yle ilişkiler olmak üzere uzun vadeli ilişkilerine zarar verdiği uyarısını en üst düzeyde dillendirmek zorunda kaldı. Ne var ki en başta da belirttiğim gibi Centcom etkisi şu an ABD yönetiminin kılcal damarlarına kadar sızmış durumda.

Benzer konular