Suudi Arabistan hakkında ‘bilmemeniz gereken’ her şey…

“Gazeteci: Son bir soru. Suudi Arabistan meselesinden bahsettiniz, Suudilerin DAEŞ karşıtı koalisyonda oynadığı rolü dile getirdiniz. S. Arabistan uçakları acaba koalisyonun bir parçası olarak Suriye üzerinde uçuyor mu?

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü: Suudi ordusuna sormanız gerek.

Gazeteci: Suudiler DAEŞ karşıtı koalisyonun hava saldırılarına katılan dokuz ülke arasında yer alıyor. Örneğin, Türkiye de bu listede, ancak biliyoruz ki Türkler 24 Kasım’dan bu yana Suriye üzerinde uçmuyor. Dolayısıyla Suudilerin söz konusu hava saldırılarına katılıp katılmadığını merak ediyorum.

Sözcü: Koalisyonla görüşmeniz gerek. Başka bir ulusla ilgili hususi askerî faaliyetler hakkında konuşacak değilim. Suudi yetkililerle görüşmeniz gerek. Koalisyona üyeler. Ancak askerî manada bugün ya da yakınlarda tam olarak ne gibi katkılarda bulundukları konusunda kendileriyle konuşmanız gerek.”
Federal Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier İran ve Suudi Arabistan’a her türlü mevcut ve ortaya çıkabilecek gerilimden kaçınma çağrısında bulundu. Steinmeier, “her iki ülke bize (Batı) bunu borçlu dedi.”

Arabistan olmadan olmaz

Alman hükümetinin İran ile S.Arabistan hükümetleri üzerinde ne kadar etkisi var?

Berlin, ekonomik çıkarlarını tehlikeye sokmamak için İran ve S.Arabistan’a itinalı bir tutum sergiledi mi sergilemedi mi? Kısaca, Almanya’nın Tahran ve Riyad arasında a-ritmik bir ilişkiye tahammülü yok. Avrupa’yı da bu yönde sürükleyebilir.

Peki, Almanya örneğin, son üç yılda Riyad’a hangi silahları ne kadar sattı?

Alman Dış Politika Konseyi Orta Doğu Uzmanı Sebastian Sons; “Bu toplu idamlara rağmen bu ülkeye yaptırım uygulanması yanlış olur. S. Arabistan bölgedeki ekonomik, dini ve siyasi etkisini sürdürecek. Herhangi bir yaptırım ülkenin politik yönelimini değiştirmeyecektir. En büyük hata Riyad ile ortaklığa son vermek olur. Arabistan olmadan bölgesel sorunların çözümü ve DAEŞ ile mücadele kolay olmaz.”
Petrol fiyatları artabilir
Petrol fiyatlarında şimdi ne gibi bir gelişme görülecek? Yukarı mı aşağı mı? Uzmanlar S. Arabistan ile İran arasındaki sorunun petrol fiyatlarına 5 ila 10 dolarlık bir artış ekleyebileceğini söylüyor. Üzerindeki ekonomik yaptırımların kalkması ihtimali yükselen İran’ın bu doğal beklentiye cevabı-hemen-şu oldu; “hızlı bir petrol arzı düşünmüyoruz.”!

Washington yönetimine tuzaklama

Suudi Arabistan’da gerçekleşen idamların ardından, İran’daki diplomatik misyona, büyükelçiliğe yönelik saldırılar Tahran’ı en korkutan kontrolsüz gelişme oldu! Bu yüzden İran diplomatik unsurlarına yönelik saldırıların sorumlularını, “sorumlu olsun-olmasın” yakaladılar. Bir tek sebebi vardı; 1979’da devrim sırasında yaşanan ABD elçiliğine yönelik saldırı ve aylarca süren rehine krizinin Amerikan kamuoyundaki yaralarını kanatma… Bunun da Washington yönetiminin toleranslı tutumunu tuzaklaması.

İpler koptuktan sonra Riyad yönetimi Tahran’ı, “savaşçılarını” Arap ülkelerine, Krallık ile Körfez’deki komşularına göndermekle, daha doğrusu “içerisine” göndermekle ve politik sabotajlar yapmakla suçladı ki, kimse aksini iddia etmiyor.
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı: “Gerginliği biz tırmandırmıyoruz. Adımlarımızın hepsi tepkisel. Lübnan’a giren İranlılardır. Kudüs Gücü’nü ve Devrim Muhafızlarını Suriye’ye gönderen yine İranlılardır.”

Batı’yı en korkutan nokta ise Suriye’de kurdukları ve 7 Ocak’ta Türk medyasına da yansıyan planların ve takvimin bu gerilim yüzünden akamete uğraması, daha doğrusu “tuzaklandığı” kuşkusuydu. Çünkü işin gerçeği, Rusya ve ABD Suriye konusunda spesifik maddelerde dahi anlaşmaya yaklaşmıştı. Haliyle ödleri koptu. Esasen krizin daha ilk günü bitmeden ABD ve Birleşmiş Milletler’in “aman” diyerek araya girme gayretleri de zaten oydu.

İslam dünyasının liderliğindeki rekabet

Türkiye ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin hızla ve hacimsel olarak büyümesi, adının içine de “stratejik” ifadesinin konulması herkesin dikkatini çekti. Çeksin diyeydi ama bu da korku yarattı ve o bildik/yerleşik kabul hemen ısıtıldı… “Türkiye ile Arabistan arasında İslam dünyasının liderliğini üstlenme konusundaki sert rekabet”…
Olsun-olmasın her iki ülke bu rekabetin çok üzerinde bir stratejik risk görüyorlardı artık ve Suudi Arabistan’ın yarattığı ve herkes tarafından “işe yaramaz” olarak nitelense de “teröre karşı İslam İttifakı” da buydu, Araplara ve Türk iç politikasına yönelik, “Bakın Türkiye, İsrail’e teslim oluyor” kıtırı da!
Oysa onun herkesi geren bir başka tezahürü olabilirdi ve o çok zor ihtimal zorlanıyordu; Türkiye-S.Arabistan-Mısır-İsrail…

Arabuluculuk

Çin ve Rusya gibi terazinin aynı kefesinde sayılan ülkeler, İran-S.Arabistan ateşini farklı eldivenlerle tuttular; Pekin, petrol fiyatlarının fırlayacağı kaygısı ile-ki herkes gözünü bu kıtasal ülkenin büyüme hızına dikmiş bulunuyor-Moskova ise iyice ilginç bir yaklaşımla, “arabuluculuk” teklifiyle… Oysa İran’a yönelik Suud tepkisinin “yarısı” onaydı! Yine de Rusya iki ülke dışişleri bakanlarını buluşturmayı deniyor!..

Kokmaz-bulaşmaz yapısı son dönem aktif Riyad politikalarından nasıl esinlenir bilinmez ama “Arap Birliği” de duruma vaziyet etmiş bulunuyor. Buna göre, yani S.Arabistan’ın bastırması üzerine, Riyad-Tahran krizini konuşmak ve İran’ın Arap içişlerine müdahalesini incelemek için Kahire’de bir toplantı düzenledi. Ne mi oldu? Bunun önemi yok. Konunun adı yeterli!

Yemen cephesi de tazelendi

Suudi Arabistan “İslam İttifakı”nı ilan ederken Yemen’deki savaşa ateşkes getirmişti. Kimilerine göre konsantrasyonunu Suriye’ye vermek için kimilerine göre ise “yenildiği” için. Ancak İran krizi ile birlikte Riyad bu ateşkesi de sonlandırdı. Böylece İran’a karşı Yemen cephesini de, ABD’nin gözlerinin içine bakarak tazeledi!
Tabii bu arada Suudi Arabistan’ın ekonomik istikrarına karşı, kısa süre önce başlamış saldırı da devam ediyor. Bu atağın asıl amacı kuşkusuz “taht kavgaları”. Bir ikinci tehdit noktası da DAEŞ’in Suud üzerine ilerleyişinin devam ettiği spekülasyonu. Bugüne kadar Arabistan’ın DAEŞ’e destek vermekle suçlandığı unutulmamalı, ama örgütün yeni yerleşim yerlerinden biri olarak Sina isminin duyulmaya başladığı da öyle…

Teenni

Suud-Tahran krizine, başta “arada kalan” ülkeler (ABD ve Avrupa), taraflar ve bağlantılı düşmanlar (Rusya, Çin) dahil, herkes sorunun sulh yoluyla çözülmesini önerdi. Çünkü bu mevcut kriz gerçekten de Suriye savasını çözmek için sarf edilen çabaları “karmaşık” hâle getirebilir. Ve DAEŞ’i güçlendirebilir.Türkiye ve Mısır ise İran’a yönelik diplomatik saldırıya katılmadı. Oysa Ankara ve Kahire’nin İran’a yönelik duruşları olduğuna ilişkin söylem bu krizle birlikte iyice yükseldi. Ankara tek bir kelimeyle kimsenin söyleyemediğini söyledi; “Teenni”…

Hac konusu sıkıntılı

Bunun yanı sıra “Hac” konusu da riskli. Arabistan, İran’dan gelmek isteyecek hacı adaylarına kapısının açık olduğunu söyledi, ama hem o farklı şartlar uygulanabilir hem de gelenlerin hepsi sadece “aday” olmayabilir. Mekke’de benzer krizler görülmemiş değil!

Kuvvetle muhtemel ki Suudi Arabistan-İran gerginliği, Ortadoğu’da devam eden kırılmalara yeni savaşlar eklemeyecek ama daha beter hale getirecek.
Bu da asıl savaş alanını oluşturan Suriye’yi açık yara haline dönüştürüyor. Süreç zaten sıkıntılıydı, ancak Amerikalılar ve Ruslar en azından herkesi masaya oturmaya ikna etmişti!

Çözüm çıkarları

Kriz, hiçbir şey yapmadıysa, Suriye’deki süper güç uzlaşısını sersemletti. Böylece gözler DAEŞ ve Suriye’de siyasi çözüm çabaları üzerinden kaydı ve “çözüm çıkarları” daha belirgin hale geldi. Bu da Ankara’yı sevindirecek mahiyette. Zira Ankara, Suriye’de Kürtler, Türkmenler ve desteklediği siyasi gruplar bağlamındaki rolünü bertaraf edecek herhangi bir çözümü -tamamen ortadan kaldırmadı ama- zorlaştırdı.

Diplomatik kaynaklar, Erdoğan’ın Medine’de bulunduğu sırada Mısır dışişleri Bakanı Samih Şükrü’nün Riyad’a gitmesini Suudi Arabistan’ın, Türkiye ile Mısır arasında uzlaşı gerçekleştirme çabaları kapsamında değerlendirdi. Amaç, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde rolünü garanti altına almak ve Kahire’yi Moskova’dan uzaklaştırmak.

Bazı kaynaklar, Mısırlı Sisi’yi razı etmek için Suudi Arabistan’ın Kahire’ye mali yardımlarını artıracağını söylüyor. Riyad’ın bundan beklentisi ise Türkiye-Mısır uzlaşısının Suriye konusundaki görüntüsünün Batı’da yaratacağı etki, hatta dayatma.

Suudi Arabistan’ın önümüzdeki Nisan ayında Türkiye’de yapılacak İslam Zirvesi öncesinde Mısır-Türkiye ilişkilerini düzeltmek için arabuluculuk yaptığı büyük sır değil.
“Sisi ve Kral Selman bin Abdülaziz arasında yoğun temaslar, Mısırlı ve Suudili yetkiler arasında tam bir gizlilik içinde yapılan karşılıklı ziyaretler var” deniyor.

Şu an bunun şekil şartları akla ve göze uymuyor ama Mısır’ın zirve Başkanlığı’nı Türkiye’ye devredecek olması, yani Sisi’nin Türkiye’ye gelmesi-politik mucize dışında-şu an mümkün gözükmüyor. Ama bunun için çabalayanlar, “Sisi gelmeden de çözülür” diyenler mevcut.

Suud’un hamleleri bitmiyor

Suudi Arabistan’ın hamleleri ve planları bunlarla da sınırlı değil. Dahası da var; Riyad, yanında yer alan etki gruplarını Türkiye ve Ürdün’ün yanında yer alan gruplarla birleştirme çabalarını da sürdürüyor.

İşin özü şu paragrafa indirilebilir; Riyad, Suriye’de beklentilerini yerine getiremedi ve Batı’nın baskıları karşısında gerilemediyse de, ilerleyemedi. Batı’dan gelen ağır baskılar da Krallığı gittikçe zor bir köşeye doğru sıkıştırdı. İran gerçeği de tüm ağırlığı ve hem Rus hem Amerikan iteklemesiyle Ortadoğu’nun üzerini gölgeleyince, bir yandan izole olurken bir yandan da bu yalnızlığı aşmak için güvenilir dostlar aramaya başladı. İşte Türkiye ile ortaya çıkan “stratejik koalisyon”un ana payandaları bunlar.

İsrail boyutu

İsrail boyutuna değinmeden geçmek olmaz. Alman Parlamentosunun eski milletvekillerinden Jurgen Todenhofer, kısa bir süre önce DAEŞ’in içine girerek, örgüt üyeleriyle vakit geçirmiş. Ardından da gözlemlerini “Jewish News”a anlatmış. Şöyle diyor; “Örgütün korktuğu tek ülke İsrail. Bana İsrail ordusunun onlar için fazla güçlü olduğunu bildiklerini söylediler. İngiliz ya da Amerikalılardan değil İsraillilerden korkuyorlar. Asıl tehlike İsrail ordusu.” Bu tespit ve çıkarımları doğru kabul ettiğinizde üzerinde uzun boylu düşünmek gerektiğini de kabul etmeniz gerekir!

Bu yüzden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’in bölgede Türkiye gibi bir ülkeye ihtiyacı olduğu yönündeki sözlerine günlük güneş gözlükleri ile bakamazsınız. Muhakkak numaralı gözlükler gerekiyor… Çünkü ortada bir de Kürt koridoru meselesi bulunuyor!

Türkiye ve İsrail ilişkileri belli. Hatta iki ülke istihbarat servisleri arasındaki “sevgi” de belli. Buna rağmen ülkelerin çıkarları gerektirdiğinde-ki Suriye tam olarak o-zaruri çalışma alanları ortaklaşabiliyor. Şam yönetimi, Rus varlığı, Golan sınırı, Mısır’la kötüleşen ilişkiler, İran’la daha da kötüleşen ilişkiler, yaklaşan ABD seçimleri… Kısaca yalnızlaşma İsrail için de geçerli.

Araplar ile Kürtler arasındaki ilişkiler de iyi değil. PKK ve uzantılarının hem Türkiye’de hem Suriye’de şımartılması tüm bu haritaya eklemlendiğinde…
Sünnileri birleştirebilen yönetir

İran-S.Arabistan krizinin hiçbir tarafı iyi değil aslında. Taraflara destek verenler de öyle. Hele iş “mezhep savaşları” gibi iyice kıyamet diline yükseltildiğinde, bunu yayan ve besleyen aktüel metin ve kaynakların da yine Batı’dan ithal edildiği görülüyor. Yani Türkiye-S.Arabistan stratejik ilişkisini Sünni cephenin parlatılması ve Şii eksene rakip olarak sunulması söylemi sadeleştirildiğinde ortaya; Ortadoğu’yu DAEŞ’i bozguna uğratanın değil-elbette uğratılmalı-Sünnileri birleştirebilenin yönetebileceği gerçeği çıkıyor… Ki bu basit bir “jeo-politik ve stratejik gerçek”. Ancak Batı’daki korku bunu görmüyor, görse de düşmanlaştırıyor…

Benzer konular