Sarı yelek kimin icadı?

Fransa’yı haftalardır esir alan Sarı Yelekliler Hareketi’ni kabaca hoşnutsuzlar hareketi olarak nitelemek mümkün. Sarı yelek giyme fikri ilk olarak kimden çıktı, hareketin stratejik komuta merkezi var mı, liderleri kim gibi soruların henüz bir karşılığı bulunmuyor. Belki de hiçbir zaman olmayacak. Kolektif yapısıyla daha çok Fransız Devrimi’ne benzetilen hareketin içinde her türden politik görüşü bulmak mümkün. Sosyolojik olarak bakıldığında ise dikkate alınması gereken iki önemli ipucu var. İlki, Müslümanların kitlesel anlamda sarı yelek giymekten geri durması. Bu önemli, zira Fransa’da beş milyona varan ciddi bir Müslüman nüfus var. İkincisi ise Müslüman olsun, olmasın mültecilerin, bilhassa Afrikalı siyahilerin sarı yelek olayına soğuk tutumu. Bu iki sosyolojik tespitin önemi şurada. Sarı yelek, eğer ekonomik hoşnutsuzluğun dışa vurumuysa Fransa’da gettoyu ifade eden, reaksiyoner tavrıyla öne çıkan bu iki kesimin hareketin içinde baskın olarak yer alması beklenirdi. İyi de, o zaman sarı yeleği kim giyiyor?

Taşralı, hoşnutsuz beyaz adam

Sokağa çıkan öfkeli tiplerin genelde beyaz Fransızlar oluşu, taşranın ilk kez bu tarz protestolara ciddi bir yoğunlukta katılması “Sarı Yelek Hareketi” hakkında önemli ipuçları sunuyor. Kamuoyu araştırmalarını da bu anlamda zikretmek lazım. Paris Match ve Sud Radio için yapılan bir ankete göre Cumhurbaşkanı Macron’a verilen destek yüzde 23 ile tüm zamanların en kötü rakamına inmiş durumda. Peki, Macron’dan çekilen destek hangi siyasi partiye kaymış dersiniz? Elbette Ulusal Cephe’nin lideri aşırı sağcı Marine Le Pen’e. Sarı Yelek Hareketi’nin başlamasıyla birlikte oyunu yüzde 5 artıran Le Pen, şu an bir seçim yapılsa yüzde 33’e ulaşan oyuyla Macron’a yüzde 10’luk kocaman bir fark atıyor. Peki, bu tablo bize neyi hatırlatıyor? ABD Başkanı Donald Trump’ın taşralı, aşırı sağcı, Müslüman ve mülteci karşıtı seçmen kitlesini.

Trump’ın ağzı kulaklarında

Kim neye yorarsa yorsun, Trump “Sarı Yelek Hareketi”ne inanılmaz bir sempatiyle yaklaşıyor. 8 Aralık günü paylaştığı tivitlerde bunu açıkça görmek mümkün. “Trump’ı istiyoruz diye tempo tutturuyorlar. Seni seviyorum Fransa” ifadelerini kullanan ABD Başkanı’nın, Paris’i yangın yerine çeviren kitleyi kendi kitlesi olarak bağrına bastığına şüphe yok. Aynı gün paylaştığı diğer bir tivit ise çok daha önemli. Trump, bu tivitte resmen ağzından baklayı çıkarıyor.
“Avrupa Ordusu düşüncesi, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda pek işe yaramadı. Fakat ABD sizin için oradaydı ve her zaman yanınızda olacak. Sizden bütün istediğimiz NATO’ya ödemenizi yapmanız. Almanya gayrı safi milli hasılasının yüzde 1’ini öderken ABD Avrupa’yı korumak için daha fazlasını, yüzde 4.3’ünü ödüyor. Hiç adil değil.”

Macron bedel mi ödüyor?

Sarı yeleklilerin sahaya inmesinde Macron’un elitist ekonomik anlayışının payını elbette küçümsemiyoruz. Macron Fransası “piyasayı canlandırma” bahanesiyle 1 milyon 300 bin Avro’yu aşan varlığa sahip zenginlerden alınan servet vergisini sıfırlama yolunu tutarken çalışan kesimin maaşlarında yüzde 37’yi bulan büyük kesintiler yaptı. Fransız toplumu şu an itibariyle Avrupa coğrafyasının en pahalı petrolünü satın alıyor. 1 Ocak 2019 itibariyle akaryakıtta zaten yüzde 60 civarındaki vergiler daha da artıyor; dizele altı buçuk, benzine ise yaklaşık üç sent ek vergi yükü biniyor. Akaryakıttaki karbon vergisi oranları gerçekten dudak uçuklatıyor. 2014 yılında ton başına 7 Avro’dan başlayıp bugün 44 Avroya çıkan, 2019’da 55, 2022’de ise 86 Avro olarak belirlenen bir rakamdan bahsediyoruz. Bu ne anlama geliyor? Zenginlerden alınan vergilerden vazgeçerek devlet hazinesinde oluşan 10 milyar Avroluk açığı sıradan Fransız vatandaşının omuzlarına yükleyen Macron, bir anlamda belasını bulmuş oluyor. Fakat bu durum Macron’un “Sarı yelek” sınavını açıklama noktasında önemli diğer unsurun varlığını gözden kaçırmamıza neden olmamalı. Nedir bu diğer unsur? Tam bağımsız Avrupa talebi.

Tam bağımsız Avrupa

Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren ateşkesin 100. yıl törenlerine katılıp bir hafta boyunca savaş yapılan cepheleri gezen Macron 6 Kasım 2018’de Europe 1 Radyosu’na konuk oluyor ve “Gerçek bir Avrupa Ordusu’na sahip olma kararı almadıkça Avrupa’yı koruyamayız. ABD’ye bağımlı olmadan Avrupa’nın kendini savunabilir olması gerekir” diyordu.
Trump’ın 1980’li yıllarda Avrupa’yı sarsan füze krizi sonrası imzalanan silahsızlanma anlaşmasından çekildiğini açıklamasını eleştiren Macron “Bu durumda kurban kim oluyor? Tabii ki Avrupa ve onun güvenliği” diyerek artık ABD’ye güvenilemeyeceğini ifade ediyordu.
NATO’dan bağımsız bir Avrupa ordusunun gereğine ısrarla vurgu yapan Macron’un gerekçe olarak dile getirdiği şu sözler ABD’yi ve Trump’ı gerçekten kızdıracak cinstendi. “Kendimizi korumak zorundayız. Çin’e karşı, Rusya’ya karşı hatta ABD’ye karşı.”
Macron’un ABD’ye karşı tam bağımsızlık düşüncesi sadece askeri perspektifi içermiyordu. En az onun kadar, belki daha önemli diğer konuysa artık doların egemenliğinden kurtulmak gerektiğini dile getiriyor olmasıydı. Stratejik bağımsızlık fikrinin diğer ayağında finansal bağımsızlık yer alıyor, bir Avrupa Para Fonu ve bağımsız SWIFT sisteminden bahis geçiyordu. Macron bu konuda haksız sayılmazdı. ABD, dünyanın rezerv parasına sahip olmanın bütün nimetlerinden diğer ülkelerin aleyhine istifade ediyor, kendine bağlı SWIFT sistemi sayesinde bütün bankacılık işlemlerinden haksız kazanç elde ediyordu.
ABD’ye karşı bayrağı kaldıran Macron yalnız değildi. İran yaptırımları konusunda Trump’ın dayatmalarından bunalan Avrupa Birliği üyeleri de Macron’u destekliyordu. Alman Dışişleri Bakanı Heiko Maas Handelsblatt gazetesine verdiği demeçte “ABD’den bağımsız ödeme kanalları oluşturmak suretiyle Avrupa’nın bağımsızlığını güçlendirmemiz son derece hayati. Bir Avrupa Para Fonu ve bağımsız bir SWIFT sistemi şart” ifadelerini kullanıyordu.
Avrupa İstikrar Mekanizma’sı ESM’nin Müdürü Klaus Regling 26 Kasım’da Frankfurt’ta düzenlenen 33. Uluslararası ZinsFORUM’da “Artık Avrupa’nın daha bağımsız olmasının zamanı gelmedi mi?” diye soruyor ve ekliyordu:
“Trump yönetimi, dış politikada amaçladığı hedefleri yerine getirmek için maalesef doları bir silah olarak kullanıyor. Bu noktada çok kutuplu bir sistemin kurulması gerekiyor. Doların yanında bizim Euro’muz ve Çin’in Renminbi’si de rezerv para olarak kullanılabilmeli.”
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini de 3 Aralık’ta Harvard Kennedy School’da yapılan konferansta ABD’nin İran yaptırımları konusunda yaptığı baskının AB’nin bağımsızlığına müdahale olduğunu dile getiriyor, “Diğer ülkelerden petrolü niçin avro ile değil de dolar ile satın alıyoruz şeklinde bana sorular geliyor” cümlesini kuruyordu.

De Gaulle’ün başına gelenler

Gerek Trump’ın, gerekse uzunca bir süredir Avrupa’ya çıkartma yapan aşırı sağın ideologu Steve Bannon’ın Sarı yelekliler hakkında söyledikleri Fransızları fena halde öfkelendirmiş görünüyor. Avrupa sağıyla, bilhassa Fransız Ulusal Cephe ile yakın temasta bulunan Bannon’ın gösterilere ilişkin “Paris yanıyor. Sarı yelekliler, Donald Trump’ı seçen ve Brexit için oy kullanan insanların birebir aynısı“ sözleri efendisi Trump’ın söyledikleriyle paralellik arzediyor. Fransız makamlarından yükselen “İçişlerimize müdahale kabul edilemez” itirazını bir kenara not edip hafızamızı şöyle bir yoklayalım. Trump iktidara geldiğinde küresel medya tarafından dünya liderliği için pazarlanan başarılı bir Merkel portresi vardı. Peki, sonra ne oldu? Ülkesinde yaşadığı peş peşe yenilgiler sonrası tası tarağı toplayıp siyaset sahnesinden çekilmeye hazırlanan bir Merkel var bugün. Theresa May deseniz lider parıltısı vermekten hayli uzak. Brexit tartışmaları içerisinde eriyip gittiğini de unutmayalım. Böyle bir vasatta fazlasıyla öne çıkmış bir Macron figürü varken yaşananlar, geriye dönüp De Gaulle örneğine baktığımızda “Tarih yine tekerrür mü ediyor” klişesini ister istemez akla getiriyor.
De Gaulle’ün başına neler gelmişti, hatırlayabildik mi? Bütün Avrupa gibi İkinci Dünya Savaşı’ndan enkaz halinde çıkan Fransa, De Gaulle liderliğinde büyük bir kalkınma hamlesi gerçekleştirmiş ve iki yüzyıl sonra ekonomik olarak ilk kez İngiltere’yi geride bırakmıştı. Ekonomik gelişmeye paralel, siyasi bir figür olarak da güçlenen De Gaulle, tıpkı bugünkü Macron gibi tam bağımsızlık fikrini ortaya atmış, NATO’da daha fazla söz hakkı istemiş, bunu alamayınca NATO’yu terk etmişti. Diğer yandan De Gaulle de aynı Macron gibi doların egemenliğinden rahatsızdı. Doların ABD tarafından bir silah olarak kullanıldığını gayet iyi bildiği için ABD Merkez Bankası’ndaki Fransa’ya ait altın rezervlerini ülkesine geri getirtmiş, Washington’u öfkeden deliye çevirmişti. Bunun bedelini ödemeliydi, nitekim ödedi de… Nasıl mı? Meşhur 1968 eylemleri patlak verdi ve bir kanser gibi kısa sürede önce Fransa’yı sonra tüm dünyayı esir aldı. Bu hengâme içerisinde yapılan seçimlerden yine de zaferle çıkmayı bilen De Gaulle, bitmek bilmeyen gösterilere ve medyanın karalama kampanyasına daha fazla dayanamayıp bir referandum yenilgisini bahane ederek siyasetten elini ayağını çekmek zorunda kaldı.
Şimdi size soralım, sarı yelek eylemleri kimin fikri olabilir?
Evet ey aziz okur, sarı yelek kimin icadı?

Benzer konular