Geçen ay Türkiye’nin en tanınmış hayırseverlerinden ve liberal aktivistlerinden Osman Kavala tutuklanarak cezaevine gönderildi. Mahkeme tutanaklarına göre ona karşı yapılan iki suçlamadan biri “Henri Jak Barkey ve 15 Temmuz darbe girişimini organize eden diğer yabancılarla temasa geçmiş olması”ydı. Kavala o gece Büyükada’da yapılan konferansa katılmış değildi. Yine de Barkey İstanbul’daki bir restoranda kısa bir görüşme yaptıklarını saklamıyordu. Bana dedi ki: “Türkiye’de beni tanıyor olmak birinin ömür boyu hapis cezası alması için yeterli.”
Jackson Diehl – The Washington Post
12 Kasım 2017’de The Washington Post gazetesinde bir yazı çıktı. “Bir uydurma haber furyası masum bir Amerikalı’yı Türkiye’de darbe teşebbüsünde bulunma gerekçesiyle suçluyor” başlıklı yazının altında gazetenin editoryal sayfa editör yardımcısı Jackson Diehl’in imzası vardı. Başbakan Binali Yıldırım’ın ABD ziyaretini bitirip Türkiye’ye dönüşü sonrası kaleme alınan yazının en dikkate değer yanlarından biri de Diehl’in Başbakan Yıldırım ile girmiş olduğu diyalog olmuştu. Olay, Diehl’in satırlarına şu şekilde yansımıştı:
“Erdoğan’ın Başbakanı Binali Yıldırım, Washington ziyareti esnasında kendisine sorduğum ‘Türk hükümeti gerçekten darbeyi Barkey’in yönettiğine inanıyor mu?’ sorusuna ‘Henri Barkey darbeyi yönetti mi, yönetmedi mi, bilmiyorum’ şeklinde cevap vermişti. Güya iddiaların farkında olmadığını ifade etmeye çalışmıştı. Sonra demişti ki ‘Gülen’i teslim etmeye yanaşmadıkları için Türkler darbenin arkasında Washington’un olduğuna inanmaya meyilli. Bazen algı, gerçeklerden çok daha önemli hale gelir.”
Algı yönetimini kim yapıyor?
Diehl’e bakarsanız gerçekler başkaydı. Ortada bir algı yönetme mekanizması vardı. Başbakan Yıldırım’ın mahkemeye intikal etmiş bir dosya hakkında kesin, net ifadeler kullanması halinde “Türkiye’nin Başbakanı kendisini yargıç makamında sanıyor” şeklinde başlık atarak başka bir yazı formatıyla zuhur edecek Diehl’in, Başbakan’ın olması gerektiği gibi konuşmasından başka anlamlar devşirmeye çalışması elbette şaşırtıcı gelmiyordu. Algı yönetiminden bahseden The Washington Post editör yardımcısının kaleme aldığı şu ifadeler neyin işaretiydi?
“Kavala, Topuz ve Barkey üçlüsü yalnız değil. Aralarında 150 gazeteci ve 6 bin üniversite çalışanının da bulunduğu, geçtiğimiz 16 ay boyunca Erdoğan hükümetince hapse atılan, işten kovulan ya da çeşitli yaptırımlarla karşı karşıya kalan toplam 150 bin kişiden sadece üçü bunlar. Olay, uydurma haberlerin despot rejimler tarafından nasıl bir aparata dönüştürüldüğünün iyi bir örneği. Tıpkı Putin Rusyası ve Başkan Trump örneklerinde izlenebildiği gibi.”
Barkey mi sufle etti?
Bir de 15 Temmuz’un tam bir yıl sonrasında, 14 Temmuz 2017’de yayınlanmış şu satırlara bakalım:
“15 Temmuz akşamı yaşananlar tam anlamıyla bir muamma. Kafa karıştırıcı ve çok çelişkili. Şu ana dek ortaya çıkan veriler birbiriyle çatışan, inanılması güç şeyler. En başından itibaren Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından sürekli olarak dillendirilen bir iddia var. Darbe girişimine yeltenenler kendisinin eski müttefiki, Pennsylvania’da yaşayan din adamı Fetullah Gülen’in takipçileri. Bu iddia, devleti ve toplumu Gülenci unsurlardan temizleme hamlesinin gerekçesi oldu. Hiç vakit geçirmeden derhal kitlesel bir tasfiye harekâtına girişildi. Şimdiye dek, 150 bin devlet çalışanı işten çıkarıldı. 50 bini aşkın vatandaş herhangi bir mazerete bakılmaksızın cezaevlerine tıkıldı. Suçlama daima aynıydı: Silahlı terör örgütü üyesi olmak. Tasfiyeye uğrayanlar geçim kaynaklarından oldukları gibi emeklilik hakları da külliyen yanmış oldu. Lojmanlarından çıkarılıp sokağa atıldılar hatta kamu sektöründe başka bir işe yerleşme hakları da ellerinden alındı.”
Deminki satırlarla hemen hemen aynı şeyleri söylüyor. Ne dersiniz, aynı kalemden çıkmış olabilir mi? Aynı kalemden değil belki. Fakat aynı zihniyetten çıkmış olduğuna şüphe yok. 14 Temmuz 2017 tarihli yazının The Washington Post gazetesinde yayınlanmış olması da bir tesadüftür herhalde. Başka bir tesadüfü daha haber verelim o vakit. Yazıyı kaleme alan Henri Barkey’in bizzat kendisi. Yani Jackson Diehl gibi “editör yardımcılarına’ sufle etmesine gerek kalmamış; zahmet etmiş, oturup kendisi kaleme almış.
Masum bir CIA ajanı masum bir Türk’le ne konuşmuş acaba?
Algı yönetiminden bahseden Diehl’in yargı sürecine girmiş bir konuda çabucak hükme varıp gerek Kavala, gerekse Barkey hakkında “masum” ifadesini kullanması da enteresan. Oysa Gülen’in iadesi söz konusu edildiği vakit “Bizde mahkemeler bağımsızdır, yargı sürecine müdahale kesinlikle kabul edilemez” diyenler de Diehl ile aynı cenahın sözcüleri. Diehl’in Henri Barkey’i takdimiyse tamı tamına şöyle:
“Bilenler bilir. Lehigh Üniversitesi’nde ders vermekle Washington düşünce kuruluşlarında konuşma yapmayı, ilaveten Dışişleri Bakanlığı Politika Planlama Bölümü’nde görev almayı aynı bünyede bir araya getirmiş tipik bir 63 yaş entelektüeli. İddialar son derece gülünç.”
Osman Kavala hakkında Barkey’den aktardığı cümleler de bir hayli ilginç:
“Kavala o gece Büyükada’da yapılan konferansa katılmış değildi. Yine de Barkey İstanbul’daki bir restoranda kısa bir görüşme yaptıklarını saklamıyordu. Bana dedi ki: “Türkiye’de beni tanıyor olmak birinin ömür boyu hapis cezası alması için yeterli.”
“Masum CIA ajanı” Barkey, çömezi Diehl’e böyle diyordu ama Sabah Gazetesi’nden Kenan Kıran’ın 15 Kasım 2017 tarihli haberine göre “Masum Türk” Kavala’nın şirketine ait telefon hatlarıyla Barkey arasında 93 saati aşan telefon görüşmesi gerçekleşmişti.
Habere göre Başsavcılığın tespitleri şöyle olmuştu:
Osman Kavala, 28 Haziran 2016’da Şişli’de sahibi olduğu Menka Ticaret ve Sanayi A.Ş.’de Henri Barkey ile birlikteydi. İkili iki gün sonra Diyarbakır’da idi.
Henri Barkey, 7 Haziran seçimlerinden bir hafta önce 31 Mayıs 2015’te ABD’den gelerek HDP’nin seçim çalışmalarını yürüten Osman Kavala ile görüştü. 8 Haziran’da Türkiye’den ayrıldı.
Barkey, Kavala’nın eşi Ayşe Hale Kavala’nın telefonuyla 12 saat 54 dakika 36 saniye, Osman Kavala’nın ablası Reha Kavala’nın telefonuyla da 1 saat 31 dakika 29 saniye görüştü. Şirketin yönetim kurulu üyesi olan Zeki Türkkan’ın telefonuyla 1 saat 37 dakika, genel müdür Şenel Durmuşkaya’nın telefonuyla da 54 dakika görüştü. Barkey, Kavala ile bu isimler üzerinden irtibat kurdu.
Bir şeyler gerçekten çürümüş
Shakespeare’in ünlü oyunu Hamlet’in Birinci Perdesi’nin Dördüncü Sahnesi. Marcellus Horatio’ya şöyle der:
“Demek ki Danimarka Devleti’nde bir şeyler çürümüş.”
Horatio’nun cevabı ise şöyle olur:
“Eğer öyleyse bırakalım bununla Yüce Tanrı ilgilensin.”
Marcellus aynı fikirde değildir. Der ki:
“Hayır. Bunun peşine biz düşelim.”
İlginçtir, 14 Temmuz 2017 tarihli The Washington Post gazetesinde çıkan yazısına Marcellus’un sözüyle giriş yapıyordu Henri Barkey:
“Demek ki Danimarka Devleti’nde bir şeyler çürümüş.”
Bir şeylerin çoktan çürümüş olduğu topraklar belli. Orası ne geçmişte olduğu gibi Danimarka Devleti, ne de Henri Barkey’in canhıraş bir şekilde gündeme getirmeye çalıştığı gibi Türkiye Cumhuriyeti. Bir şeylerin değil, belki her şeyin çoktan çürüdüğü yer; Henri Barkey gibi kuzu postuna bürünmüş kurt CIA ajanlarına vatanlık yapan, anlı şanlı gazetelerini Gülen paratöneri bayağı aparatlara dönüştüren Amerika Birleşik Devletleri.