‘Marco Polo dünyasının dönüşü’

Her başlangıç bir son anlamına geliyor ve 2011 yılından bu yana devam eden Suriye krizi/savaşında; Şam üzerinde İsrail’in bir savaş uçağının düşürülmesi, ardından Çin’in, ‘artık Suriye’de daha aktif rol oynayacağız’ açıklaması ‘işaret ediyor ki’, sona gelmiş bulunuyoruz ve ‘finale kalanlar’ masaya oturacak, ardından da daha büyük sütreler yapacak.

Bu masada Türkiye artık var ve sahadaki varlığı bunun hem delili hem dayanağı. Sahası genişledikçe de, “diğerleri daralıyor” ve bu satırların yazıldığı gün gerçekleşmesi beklenen ABD Dışişleri Bakanı’nın ziyareti en güçlü işaret.  

Çin neden ‘şimdi’ ağır konuştu

Pekin’in gölgesi Suriye’yi hep takip etti ama Rusya-ABD hesaplaşmasındaki rolünün göze batmaması için fazla hareket etmedi Çin. Çünkü o gövde saçını bile kaşısa herkesin gözünün üzerine dikileceğini biliyordu. Bu yüzden, BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye ile ilgili tam 7 kritik oylamada Çin Halk Cumhuriyeti çekimser oy kullanarak Rusya-ABD hesaplaşmasından uzak durdu.

Zaman zaman Çin’in Suriye’ye asker göndereceğine ilişkin haberler de basında yer buldu: “Çin Savunma Bakanlığı, Sibirya Kaplanları ve Gece Kaplanları adındaki iki özel kuvvetler birimini Suriye’de Esed rejimine destek olmaları için görevlendirecek. Esed, Çin ve rejim istihbaratı arasındaki ‘kritik koordinasyona’ övgülerde bulunmuştu. Çinli askeri yetkililer, Çin yapımı silahların kullanımını öğretmek amacıyla geçen seneden beri Suriye’de bulunuyor”

Ocak 2016 ile 2017 yılı Aralık başında göze çarpan bu haberler, Suriye zemininde herhangi bir kadraja yakalanmadı ama Ejderha soluğu hissedildi.

Nihayet içinde bulunduğumuz Şubat ayında Şam Büyükelçisi Şi Tsanzin baklayı ağzından çıkardı: “Çin’in Suriye sürecine aktif katılım zamanı geldi. Suriye’deki yıkıcı ihtilaflar ardından Çin’in bu ülkenin geleceğinde daha aktif rol oynamasının zamanı geldiğini düşünüyoruz. Suriye’nin yeniden inşa edilmesinde bu ülkenin yasal yönetimiyle işbirliği yaparak her geçen gün daha ciddi katkıda bulunacağımızı düşünüyorum”

Türkiye de böylece, çatışmalı bir sınırda 3 süper güçle komşu olma ‘bahtiyarlığına’ erişti.

İsrail’in sessizliği de ‘şimdi’ son buldu

Suriye’de ve Irak’ta kan gövdeyi götürürken -ne olursa olsun-sessiz kalmayı yeğ tutan diğer bir ülke İsrail’di. Şam’ın akıbeti kadar, Irak ve Suriye’deki YPG/PYD/PKK’nın ne olacağı sorusu da Tel Aviv’i yakından ilgilendiriyordu ve bununla eş değerde “ulusal güvenlik” sorunu olarak kabul ettiği İran ile uzantılarının ‘kendi etrafındaki varlığı’nı yakından gözlemliyordu.

Bu yakınlık bazen o kadar göz-göze mesafesine kadar iniyordu ki, uzunca bir dönem İsrail, Suriye coğrafyası bir yana Şam’ı bombalayabilen tek ülke konumunu sürdürdü. Hem Rusya hem ABD buna göz yumdular.

Ta ki, yine Şam yakınlarında İran’a ait olduğu söylenen unsurların İsrail F-16’larıyla vurulmaya çalışıldığı sırada Suriye’den fırlatılan bir hava savunma füzesinin o uçaklardan birini vurduğu ana kadar.

“Suriye’den yapılan resmi açıklamada; füze savunma sisteminin daha fazla uçağı düşürdüğü ve İsrail’in ülkedeki bir askeri üsse taarruza geçmesi nedeniyle uçakların vurulduğu belirtildi”

Böylece zımni bir anlaşma da bozulmuş oldu. Rusya da verilen karşılığın arkasında durduğunu teyit etti. İsrail de sessizliğini bozmuş oldu. Esasen, İsrail ayrıcalıklı konumunu Suriye’de oluşturulan, “güvenlikli bölgeler”de sürdürüyordu.

ABD himayesinde Suriye’nin kuzeyindeki bölge İsrail’le “diğerleri” arasında askeri bir yastık oluşturuyor. Bu bölgeye yönelik tartışma yapılmıyor, yokmuş gibi davranılıyor. Herkes durumu kabul etmiş görünüyor. Yakın günlerde Rusya, bu bölgenin DAEŞ militanlarının korunması için ABD tarafından kullanıldığını da iddia/işaret etti. Yani denge bozuluyordu.

S.Arabistan hava sahasını neden açtı

İki taze gelişmenin de ‘final eşiğine’ eklenmesi gerekiyor. İlki, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, Irak’ın yeniden yapılandırılması için Türkiye’nin 5 milyar dolarlık kredi sağlayacağını açıklaması; “Firmalar hem proje yapmaya hem de bu projelerin üstlenilmesi konusunda teşvik edilecek. Irak ve Suriye’nin istikrarı bizim için çok önemli. Buranın imarı bizim ekonomimiz için de çok önemli”. (14/02)

Türkiye’nin Irak’ın geleceğine açtığı bu kredi, listedeki ülkeler içinde birinci sırada bulunuyor. ABD’nin en çok S. Arabistan’dan hacimli bir beklenti içinde bulunduğu ama Ankara’nın adımının şaşkınlık yarattığı da söyleniyor. Esasen ‘sahada bulunanın’ kazandığı örneklerden biri de bu. Asker kadar para da masada ve yatırımların ve politik etkinin yönetilmesinde etkili oluyor. Kuşkusuz aynı örnek Suriye için de geçerli: “Suriye’nin yeniden imarı konusunda biz varız. Ancak bizimle işbirliği yapmak isteyenler Suriye’yi bölmek isteyen terör örgütlerine desteği bitirmesi lazım” cümlelerinin ileride anlaşılıp anlaşılmadığını göreceğiz.   

İkinci gelişmeye gelince: Suudi Arabistan ilk kez İsrail’e doğrudan bir uçuş için hava sahasını açtı. Bu sayede Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’den kalkan bir uçak Tel Aviv’e 2,5 saat erken ulaşacak.

Riyad’ın, Hindistan Hava Yolları’na ait bir yolcu uçağının İsrail’e giderken hava sahasını kullanmasına izin vermesi, Hindistan-İsrail arası mesafenin 2,5 saat kısalması, bir seri ekonomik ayarın yeniden yapılacağı anlamına gelmekle birlikte, 70 yıldır İsrail’e kapalı hava sahasının Arabistan tarafından açılması aslında tek başına ‘gerçek haritayı ve ölçeği’ çiziyor…

Mini örnek olarak Mısır ve İsrail’in Sina Yarımadası’ndaki ortaklığı da bu bağlama ek yazılabilir. Ocak sonunda New York Times gazetesi, İsrail uçaklarının Mısır Cumhurbaşkanı’nın onayıyla bölgede hava saldırıları düzenlediğini yazmıştı.

Savaşın bittiği yerdeki savaş

Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura, BM Güvenlik Konseyi toplantısında 14 Şubat’ta yaptığı konuşmada, Suriye’de son dört yılın en tehlikeli döneminde olduğunu söyledi. Şu anın, son dört yılda ülkedeki en şiddetli, endişe verici ve tehlikeli zaman olduğuna dikkat çeken Mistura, Türkiye, Rusya ve İran’a şiddet olaylarını azaltmak için nüfuzlarını kullanma çağrısında bulundu…

BM köhne bir kurum ve ABD’nin son Kudüs atağını Türkiye’nin liderliğinde terslememiş olsaydı, yani Ankara suni teneffüs yapmasaydı hasta karakteri ölecekti.

Ancak Mistura’nın bu ikazı “finale” yaklaşıldığı için gerçekten de doğruyu gösteriyor olabilir. O Suriye özel temsilcisi ama dikkat çektiği tehlike daha büyük bir alanı işaretliyor. Yani Suriye’de masaya ve siyasi çözüme yaklaşılması hali iyimserliğin körleştirme etkisini artırabilir.

Dediğimiz gibi bu satırlar yazılırken henüz Türk-Amerikan seri görüşmelerinin Tillerson’lu finali yapılmamıştı. Ama bu şöyle veya böyle bir “barış teklifi” olacak. Şartları ise daha büyük bir savaşı yaratacak!

15 Şubat’ta Tillerson-Çavuşoğlu ve belki Cumhurbaşkanı Erdoğan görüşmesi gerçekleşmeden, 14’ünde Ankara’nın; “Kandil operasyonu olmalı. Bu Irak ve Türkiye için çok önemli. Teröristlerin olduğu her yerin temizlenmesi gerekiyor. Türkiye içini teröristlerden temizlediği gibi Irak’ın da bunu yapması gerekiyor” cümlelerini kurmasını da ‘siyasi lojistik’ aşaması kabul etmeliyiz.

ABD teklifini kabul etseniz bile savaş olacak

Bölgedeki “tehlikeyi” Türk-Amerikan anlaşmazlığına veya İsrail-İran nefretine indirgemek asıl savaşın ayak seslerine kulakları tıkamak olur. Genelkurmay Başkanı Akar’ın Akdeniz ve Ege’nin her yerini görüyoruz; hem Suriye’de hem Ege’de gerekeni aynı anda yaparız” mealindeki sözlerini cepte sayın. Kıbrıs’ta aniden ortaya çıkan enerji ve müstakbel ortaklarını mimleyin. Aynı günlerde Türkiye’nin bir de Kuzey Irak operasyonu yaptığını, F-16’ların 16 ayrı hedefi vurduğunu anımsayın. Bu satırları okurken Güneydoğu’da artık sönümlenmiş değil külleri savrulan terörle mücadele aşamasına rağmen operasyonların nefes kesici biçimde devam ettiğini sıraya ekleyin.

Bunların hepsi bölgedeki dengelerde Türkiye’nin kendine alan açan adımları ama “bölge savaşı” küçük! Küçük çünkü sözde büyüklerin hırsı asıl dünya savaşını Ortadoğu’ya getirecek.

‘Kaplan ve Rose Noire’

Çünkü ‘Afrin’deki savaş alanı aslında Baltıklardan Pasifik’e kadar olan ‘dünyayı’ kapsıyor. Stratejik/kritik özelliği şu; Çin, Rusya, ABD, İsrail, İngiltere, İran, vb. ülkeler tam bu noktaya abanıyorlar çünkü bu harekât büyük ve asıl cephenin ilk muharebesinin sonucu olacak, gelecek adımları/muharebeleri etkileyecek. Amerika’nın ‘kullanılabilecek çapa küçültülmüş nükleer silahlar ve Almanya ve ABD’deki yeni NATO üsleri’ kurma planları da bunun için.

Bu yüzden Afrin’de, Münbiç’te, devamında Fırat’ın doğusunda Türkiye’nin kazanması gerekiyor.

Ankara kazandığında ‘Amerikan Afganistan’ı’ da düşecek. Pakistan safları sıklaşacak. Hindistan geri adım atacak. Arabistan-İsrail hattı daralacak. Kazakistan, Azerbaycan gibi yeni oyuncular eklenecek.

Ankara-Washington görüşmelerinden, McMaster, Mattis, Tillerson temaslarında Türkiye ‘her istenileni verse’ bile, daha büyük bir savaş gelecek.

Bu bir dünya savaşıdır. İlk ikisinde on milyonlarca insan öldü ve üçüncüsünde ne olacağını bilmiyoruz. Ama sonucu ve etkisi ilk ikisinin toplamından büyük olacak.

Peki, şu an savaş nasıl gidiyor? Türkiye açısından fena değil. Muharebeleri kazanıyoruz ama daha önemlisi Ankara “asıl savaş”ı görebiliyor.

Benzer konular