Kore’de ritmik hamleler

Kore yarımadasında barışa giden yol, bölgesel ve küresel güçler arasında yapılacak pazarlıklar, verilecek ödünler ve ödenecek bedellerle belirlenecek. Kuzey ve Güney Kore liderleri 27 Nisan’da karşılıklı attıkları adımlar ile halklarının daha fazla bedel ödemesini istemediklerini, şehirlerinde yeni yıkımlar görmeyi arzulamadıklarına ilişkin niyet beyanında bulundu. Ne var ki iki liderin beyanı Kore’de barışın sağlanması için gerek şart ama yeter şart değil. Çin ve ABD’nin de bu birleşmeden ne umdukları ve ne bulacakları da önemli. İki Kore lideri de bu durumun farkında ki, farklı hamleler ile hem Pekin’e hem de Washington’a barış yolunda birlikte yürümeye yönelik havuçlar sunuyorlar.  Satranç tahtasında taşlar yerinden oynadı. Sun Tzu’nun dediği gibiGerçek zafer ordular savaşmadığında, şehir kuşatılmadığında, yıkım uzun sürmediğinde yani düşman, stratejilerle alt edildiğinde kazanılır.” 

27 Nisan Cuma günü, iki Kore’yi ayıran çatışmasızlık bölgesinin Güney Kore tarafında bulunan Panmunjom Barış Evi’nde Kuzey Kore lideri attığı tarihi birkaç adımdan sonra, şu satırları kaleme aldı: “Şu andan itibaren yeni bir tarih başlıyor, bir barış çağının tarihi başlangıç noktasındayız.” 65 yıl aradan sonra ilk kez bir Kuzey Kore lideri, diğer kardeş güneyin topraklarına ayak bastı. 2017 yılında her ay bir veya birkaç füze denemesi ile geçtiği düşünüldüğünde, 2018’de tarihe mal olan bu sözler, uluslararası siyasetin ne denli belirsizlikler içerdiğini bize gösteriyor.  2017’de Batı medyasının adeta şeytanlaştırdığı, Kim Jong-un, ABD Başkanı Donald Trump’ın taktığı lakapla, “roket adam” olarak anılmaya başlanmıştı. Batı medyası her zamanki maharetiyle Kim’in laftan anlamayan, astığı astık kestiği kestik bir diktatör olduğu ve tüm dünyayı bir nükleer savaşa sürükleyebileceği algısını dolaşıma sokmuştu. 34 yaşındaki genç Koreli liderin her sözü, aleyhine kullanılacak bir delile dönüştürülüyordu. Trump’tan da nefret eden neo-liberal medya, her iki liderin bir çılgınlık mücadelesi içinde olduğunu söylüyor ve düğmeye ilk kimin basacağı konusunda zar atıyordu.

Son olarak Kasım 2017’de Hwasong-15 kıtalararası balistik füze denemesini gerçekleştiren Kim Jong-un, ülkesinin füze teknolojisinde önemli mesafe katettiğini tüm dünyaya duyurdu. Gerilim ve tırmandırma stratejisinin zirve noktasını oluşturan bu deneme, Kuzey Kore için diplomasinin işaret fişeğinin de yakılması anlamına geliyordu. Ve bir anda, “roket adam” aslında gayet iyi bir diplomat olabileceğini gözler önüne serdi. Kore yarımadasının nükleerden arındırılması ve bu yıl içinde bir barış anlaşmasının imzalanmasını içeren Panmunjom Deklerasyonuna giden yolun gizli kahramanından başlayalım.

Gizli kahraman Moon

Her ne kadar Panmunjon’a giden yolda, Kim ve Trump sürekli ön planda gözükse de gizli kahramanın 2017’de ülkesinde yapılan seçimle, Güney Kore devlet başkanlığı görevine seçilen Moon Jae-in olduğunu söylemeliyiz. Kore savaşı sırasında “Christmas Cargo” adı verilen Amerikan operasyonu ile Kuzey’deki Hungha şehrinden güneye getirilen 100 bin kişi arasında Moon’un da ailesi bulunuyordu. Güney Kore’de bir mülteci kampında dünyaya gelen Moon için hayat hiç de kolay değildi. Büyük yoksulluk altında geçen çocukluğu ve gençliğini, azim ve çok çalışmayla aşmasını bildi. Üniversitede hukuk okuyan ve aynı zamanda bir siyasi aktivist de olan Moon, Kore yarımadasına savaşın verdiği zararı ve barışın getireceği kazancı görüyordu. Aralık 2002’de yakın arkadaşı Roh Moo-hyun’un Güney Kore Devlet Başkanı seçilmesiyle siyasi kariyeri başladı.  O dönem Roh ile Kuzey Kore’nin başkenti Pyongyang’ta yapılan müzakerelere bizzat katıldı. 2008’de sertlik yanlısı ve dönemin ABD Başkanı George W. Bush ile yakın ilişki kurmak isteyen bir ismin Güney Kore Devlet Başkanı seçilmesi ile iki Kore arasındaki müzakerelerin kısa sürede çökmesini de tecrübe hanesine yazdı. Hatırlanacağı üzere Bush yönetimi, Kuzey Kore’yi “Şer üçgeni”nde bulunan ülkeler arasında saymıştı. Moon Jae-in bu tecrübeden iki ders çıkardı. Bunlardan birincisi, eğer iki Kore arasında bir çözüm olacaksa bu hızlı olmalı ve büyük güçler de bu çözüm için ikna edilmeliydi.

Paratoner Mavi Saray

2017 bu anlamda, Güney Kore ve Moon Jae-in’in talihinin döndüğü yıl oldu. Bir tarafta füze ve atom teknolojisini kafayı koymuş Kim Jon-un, diğer tarafta ABD’nin kas gücüne inanan Donald Trump’ın bulunduğu bir uluslararası siyasi haritada, Güney Kore’de de sertlik yanlısı bir ismin bulunması, bölgeyi ateşe atabilirdi. Ama 2017 yılı başında, kuzeye yönelik sert güç politikalarını savunmasıyla tanınan Park Geun-hye’nin “yolsuzluk suçlamaları” ile görevinden azledilmesi ve Hye’ye yönelik protestoların başını çeken Moon Jae-in’in Mayıs ayında yapılan seçimler ile devlet başkanlığına oturması, Kore yarımadasında barışa gidecek ilk adım oldu. Moon, Güney Kore devlet başkanlarının ikametgahı Mavi Saray’a yerleşince ilk mesaisini, Washington’daki Beyaz Saray’ın sertlik yanlısı politikalarını mümkün olduğunca sınırlamak ve yönlendirmek için harcadı. Ksacası, Mavi Saray’daki Moon, Kim ile Trump arasında paratoner rolü oynadı. Öyle gözüküyor ki bu paratoner rolü de şimdiye kadar başarılı oldu. 27 Nisan’da eğer Panmunjom Deklarasyonu’na imza atıldıysa, bunda en büyük rol Moon Jae-in’e ait. Ve bu rolüyle de Nobel Barış Ödülü’nü hak ediyor.

Yukarıda ‘şimdilik’ ifadesini kullandım çünkü henüz barış için bebek adımları atıldı denebilir. Çünkü Kore yarımadasında sadece Doğu Asya’ya ait bir çözüm değil, aslında 21. Yüzyılda, küresel güç dengelerinin nasıl sağlanacağına ilişkin de kararlar alınıyor. Kore aynı zamanda Çin ve ABD’nin küresel liderlik için bilek güreşine tutuştuğunu alanlardan biri. O nedenle Kore’nin kazancının, aynı zamanda Çin ve ABD’nin de kazanç hanesine yazılması, yarımadada kalıcı barışın sağlanması için kilit rolde. Burada da devreye havuçlar giriyor.

Havuçlar devrede

Diplomasinin en önemli argümanlarından biri sopa ve havuç politikasıdır. Bu politikanın dengeli kullanımı devletlerarası ilişkilerde savaşa veya savaşa giden yola karar verilmesinde önem arzeder. Bu çerçevede 2017’yi Kore’de her iki tarafın sopayı gösterdiği yıl olarak kabul edeceksek, 2018’i şimdilik daha fazla havucun sofraya servis edildiği yıl olarak görmemiz gerekiyor. Zaten bunu onaylayacak adımları her iki taraf da atmaya başladı.

Panmunjom Barış Köyü’ndeki tarihi zirvenin ardından ilk havuç, Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’dan geldi. Kim, nükleer denemeleri gerçekleştirdiği tesisi Mayıs ayında kapatacağını tüm dünyaya ilan etti. ABD ve Güney Koreli bağımsız gözlemciler ile uluslararası medyanın da katılımıyla Punggye-ri nükleer tesisinin kapatılacağı belirtildi.

Kim’in açıklamasından iki gün sonra bu sefer Moon Jae-in devreye girdi. Moon’un havucu Trump’ı hedef alıyordu. Moon, iki Kore arasında bir barış anlaşması imzalansa dahi, Güney’de bulunan 20 bin civarındaki ABD askerinin ülkede kalmaya devam edeceğini açıkladı. Bu aynı zamanda Çin’e de bir mesajı içeriyordu: “Fazla heveslenme, dengeyi koruyacağız.”

Bir gün sonra ise Moon’dan pası alan Kim, gururlu ve mağrur ABD Başkanı’na bir havuç sundu. Kuzey Kore’de tutuklu bulunan üç Kore asıllı ABD vatandaşı, tutuldukları cezaevinden alınarak, Pyongyang’ta bir otel odasına konuldu. Elbette Trump’tan hemen bir tweet geldi: “Herkesin farkında olduğu gibi önceki yönetim Kuzey Kore kampından 3 rehinenin salınmasını istiyordu, ancak boşuna. Takipte kalın.” Trump kıvama gelmeye başlamıştı ki, The New York Times gazetesinde şöyle bir habere yer verildi: “ABD Başkanı Donald Trump Pentagon’a Güney Kore’de konuşlu ABD askerlerinin azaltılması talimatını verdi.” Her ne kadar bu iddia başta Trump’ın ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton tarafından yalanlansa da, ateş olmayan yerden duman çıkmayacağı açık.

Kendi şovunu yapacak

Kim ve Moon, burada geçmişten aldıkları en büyük dersi uyguluyorlardı; hızlı davran ve büyük gücü ikna et. İki Kore lideri, Trump’ın egosuna seslenerek, ABD Başkanı’nın direksiyonu yarımadada barışa kırması konusunda destekliyordu. Trump aslında, 27 Nisan’ın sonunda tava gelmişti. İki Kore liderinin Panmunjom’daki Barış Evi’nde yaptığı görüşmenin uluslararası medyada oluşturduğu etkiyi gören Trump, aynı mekanda yapacağı bir şovun da Beyaz Saray’daki geleceği için katkı sağlayacağını düşünmüş olmalı ki, Kim ile Mayıs sonu Haziran başı gibi yapacağı bir başka tarihi zirveyi, yine Panmunjom’da yapılabileceğini twitter hesabından “sadece soruyorum” diyerek çıtlatma gereği duydu. Sonuçta Trump, “Çırak” programından edindiği tecrübeyle ekranın gücünü bilen ve inanan bir kişiliğe sahipti!

Pekin soluğu Pyongyang’ta aldı

Kim tarihi hafızanın kendisine yol göstermesiyle 27 Nisan’da Güney Kore tarafına adım atmadan önce Pekin’i ziyaret etmesi gerektiğini biliyordu ve bunu yaptı da. Kim ile Çin devlet başkanı Şi Cinping’in buluşmasından yansıyan görüntüler ve fotoğraflar, Kim’in Şi’ye jest ve mimikleriyle sanki babasıymış gibi saygı gösterdiğini ilan ediyordu. Kim’in vücut dili, “Benden sizin çıkarlarınıza yönelik bir kötülük gelmez” garantisinin dışa vurumuydu. Pekin’den onayı alan Kim, Güney Kore’ye adım atan ilk Kuzey Kore lideri oldu.

Bu onaya karşın, 27 Nisan’daki zirveden çıkan kısa ve net sonuçlar, Pekin’de de büyük bir şaşkınlığa sebep oldu ki, 11 yıl aradan sonra ilk kez bir Çin Dışişleri Bakanı soluğu Kuzey Kore’nin başkenti Pyongyang’ta aldı. Çin, Panmunjom’da kapalı kapılar ardında neler konuşulduğunu ilk elden öğrenmek amacındaydı. Çinli Bakan Wang Yi hem Kuzey Koreli mevkidaşı hem de ülkenin lideri Kim Jong-un ile görüştü. Çin her ne kadar iki Kore’nin buluşmasına taraftar gözükse de, Çin ve Kore arasındaki tarihsel ilişkiye bakıldığında, Pekin hiçbir zaman güneydeki küçük komşunun palazlanmasına izin vermek niyetinde olmamıştı. Hele ki şimdi, 300-400 yıllık aranın ardından yeni bir Çin yüzyılının şafağındayken yeni başında birleşik, nükleer güce sahip bir orduyla Kore’nin bağımsız bir güç olarak varolması, Doğu Asya’daki dengeleri tamamen değiştirecek ve kartları yeniden dağıtacak bir etkiye sahip olabilirdi. O nedenle bir yandan birleşmenin mümkünse yavaşlatılması, eğer değilse de Kore’nin nükleer silahlardan arındırılması gerekmekte. Pekin’in, Pyongyang’a ABD tarafından uygulanan yaptırımlara katılmasının ardında yatan gerçek sebep de buydu. Nükleer güce sahip bir komşudan kurtulmak! Kuzey Kore, ABD’ye karşı bölgede bir tampon vazifesi görecek kadar güçlü, Pekin’e tehdit oluşturmayacak kadar da güçsüz bir ülke olarak kalmalıydı. Wang Yi ziyaretinde, Kim Jong-un’dan gerekli güvenceyi “Yarımadanın nükleerden arındırılması temel hedefimiz” sözleriyle şimdilik almış görünüyor.

Rusya hazırlıksız yakalandı

Son 3 yılda dikkatini Ukrayna, Kafkasya ve Suriye’ye yönelten Rusya ise Panmunjom zirvesine hazırlıksız yakalandı. Her ne kadar Moskova, son dönemde, Doğu Asya’daki toprağı Vladivostok’a askeri güç yığmaya başlamışsa da, bölgedeki iki etkin güç Çin ve ABD’nin gölgesinde kaldı. Halbuki Kuzey Kore’nin kuruluşuna giden yolda, komünist Moskova’nın Pekin’den daha çok emeği geçmişti. Ne var ki ne Rusya eski Rusya’ydı ne de dünya dünde kalmıştı. Ukrayna ve Suriye’de Batılı ülkeler tarafından sıkıştırılan Rusya, kendisine yönelik salvoları savuşturmaya çalışırken, Kore’de tren çoktan perondan ayrılmıştı. 27 Nisan sonrasında Moskova, iki Kore arasındaki görüşmeden duyduğu memnuniyeti, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Moon Jae-in’le yaptığı görüşmede dile getirdi. Güney Kore tarafının inisiyatifiyle yapıldığı belirtilen telefon görüşmesinde, detaylı bilgilendirme yapılırken, Vladimir Putin, Rusya’nın Güney ve Kuzey Kore arasındaki işbirliğinin gelişmesine yardımcı olmaya hazır olduğunu ilan ediyordu. Moskova, Kore’de oyun kuruculardan biri değildi.

Gerçek zafer

Sonuç olarak, Kore Yarımadası’nda 27 Nisan itibariyle satranç tahtasındaki tüm taşlar yerinden bir kez daha oynadı. Bu sefer Kuzey ve Güney Kore’nin ritmik adımlar atarak, barışa giden yolda mümkün olduğunca mayınlara minimum temas etmek istedikleri seziliyor. Çin ve ABD ise birbirlerini kollarken, diğer taraftan iki Kore’nin birleşerek kendileri için tehdit oluşturacak bağımsız bir güç olmasını engellemeye yönelik tedbirler almak istediği de seziliyor. Kore’de çok denklemli oyunda, herkes istediğini alacak mı, bunu zaman gösterecek. Anlaşılan o ki hem Kim hem de Moon, Çinli strateji uzmanı Sun Tzu’nun sözünü kulaklarına küpe etmişler: “Gerçek zafer ordular savaşmadığında, şehir kuşatılmadığında, yıkım uzun sürmediğinde yani düşman, stratejilerle alt edildiğinde kazanılır.”

Benzer konular