Jeo-uhrevi taslakların üstleri çizilirken, jeo-politik kalem Ankara’ya veriliyor

Ortodoks da­yanışması: 26 Ekim 2015’de Atina’nın mer­kezinde ABD ve Türk bay­raklarının yakıldığı Rusya yanlısı bir miting yapıldı. Bir benzeri Bulgaristan’da da gerçekleşti. İki ülke de Türkiye’nin komşusu ve tarihi düşmanları.

Ortodoks kehanetleri: Kehanetlere göre İstanbul yakın zaman içerisinde Ortodoks olacak ve Türkiye; Rusya ile gireceği savaşta mağlup olup parçalanacak. Savaşın başında Türkler kazandığını sanacak ve bu onların imhasını kolaylaştıracak. Ruslar savaşı kazanıp İstanbul’u alacak. Aldıktan sonra Yunanistan’a verecek. Türklerin üçte biri anavatanına dönerken, diğer üçte birlik kısmı Hıristiyan olacak, geriye kalanlar ise savaşta ölecek. Türkiye dört parçaya bölünürken, o parçalardan biri Kürdistan olacak.

Radikal İslamcıların pozisyonu: Sünni İslamcılar Erdoğan’ı destekleyecek. Büyük Savaş’ta Rusya onları Deccal’i mağlup eder gibi yenecek. İslamcılar, Şii İran’a da karşı olacak. İran-Rusya ittifakı onlar tarafından bir kıyamet alameti olarak görülüyor.

ABD: ABD’nin Protestan elitleri, Rusya’nın gücünü hep kıyamet tehdidi olarak gördü. Onlar İran ile Rusya’nın Yecüc ile Mecüc olduğuna inanıyorlar. İsrail işgal edilecek, ta ki ABD’li Protestanlar kurtarana dek. Yani bugünlerde Rusya’nın Ortadoğu’da güçlenmesi protestanlarca kıyamet alameti olarak görülüyor”…

Yukarıdaki satırlar, “aşırıcı Hıristiyan radikal” sitelerin şu sıralarda yayınladığı popüler metinlerden sadece biri. Adını/adresini anmaya gerek bile yok.

Metafizik superpose…

Ancak, ABD, Avrupa, küresel kurumlar (NATO, BM, AB, vb.) Rusya, İran, Ortadoğu’nun tamamı, Baltıklardan Afganistan- Pakistan’a uzanan, Kutuplar-Ukrayra- Akdeniz’e inen çizgide yaşananları (‘Rusya, NATO’yu çembere aldı’, 03/12, Yeni Şafak.) sadece “küresel çıkar çatışmaları” kadrajından izleyen yanılır.

Çünkü bir de metafizik kadraj var ki açısı “kadrajsız” denecek kadar geniş! Bir yandan Papa’dan bir seri ülke liderine değin çok sayıda “küresel önder”, yaşananların “3’üncü Dünya Savaşı”nın öncüsü/parçası olduğunu “müjdelerken”, Moskova’da Rus parlamentosu milletvekilleri kürsüden, “Türkiye-Rusya sorununun çözümü için ihtiyaç duyulan tek şeyin, İstanbul’a nükleer bir bomba atmak” olduğu yönünde yüksek diplomatik zeka içeren önerilerde bulunuyor. Bir yandan da kazılan Doğu- Batı mevzileri üzerinden dini/metafizik kareler üst üste yapıştırılıyor. Diğer taraftan da, “yeni düzenin görev dağılımları” herhalde, eş-zamanlamayla “Rus Ortodoks Kilisesi, Yüksek Kilise Konseyi oturumunda yeni görev dağılımları yapılıyor”. (‘The supreme church council of the Russian Orthodox church chaired bye his holiness patriarch Kırill takes place’, 23/11.) Ve hep aynı zaman dilimleri içinde, örneğin İsrail’in önde gelen Hahamları, “Mesih geliş döneminin yaklaştığını ilan ediyor.” (‘Leading Israeli Rabbi Says the Arrival of the Messiah is Imminent’, 03/07, breakingisraelnews.)

Kaldı ki şu sıralar en popüler konulardan olan, CNN İnternational’dan -sınırlı da olsa- yerli matbuata kadar ilgi görmüş, “Sibiryalı İsa” da unutulmamalı. Küresel basın kuruluşları, “Sibirya’da gizemli bir tarikat” başlıklarıyla sunulan, Moskova’dan 3 bin km. uzakta bir yerde, eski bir polisin müritlerinin artmakta olduğu haberlerini şehvetle servis ediyor.

Savaşa yetişmek…

Batı’nın dört atlısı (ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere) artık Suriye’de DAEŞ’le ve Kremlin’le birlikte ama Rusya’ya da karşı mücadele için İncirlik’e koşuyor. Berlin hükümeti ayın birinde savaş için bölgeye savaş uçakları ve asker göndermeyi onayladı. Hem Fransa hem Almanya savaş uçaklarının üsten faydalanabilmesi için Ankara’ya başvurdu ve Amerika zaten oradaydı, Türkiye’nin iznini alan da ilk o oldu, Paris ve Berlin de alacak. Geride kalan ana konu Suriye, Irak ve Ortadoğu olduğundan, Londra’da durum biraz daha karışıktı.

Irak’ta Bush döneminde hükümetin söylediği yalanlar yüzünden hassas, hatta muhalif bir kamuoyunun ve bundan etkilenmemesi zor parlamentonun ikna edilmesi gerekiyordu. (‘İngiltere IŞİD’e operasyonu oyluyor’, 02/12, Milliyet.) Suriye ve üzerinden kurulan “yeni Ortadoğu”da bulunmaması, kurulacak müzakere masasında yer almaması “düşünülemeyecek” Londra hükümeti, muhtemelen terörle ve bir süredir iyice ‘gıcık oldukları’ Rusya ile yüzleşmek kadar “eve dönmenin heyecanı”nı da hissediyordu.

Bunun için de Londra sokaklarında, Avrupa’nın hassas kalpleriyle ünlü “medeni” insanlarının gözleri önünde inanılmaz “gerçeklikte” terörle mücadele tatbikatları düzenledi. Konvansiyonel ve dijital basın-yayın organları ile de majestelerinin halkına, iki gün boyunca paniği hissetmeleri alt yazılarla duyuruldu. Sonuç? Bu satırlar yazılırken İngiliz parlamentosu hükümetin teklifini “büyük Britanya çıkarları” için onayladı. Sadece 57 dakika sonra ise Kıbrıs’taki hava üssünden kalkan İngiliz uçakları Suriye’deki hedefleri “koşa koşa” vurdular. Böylece Fransa ve Almanya ile arasındaki farkı kapattılar ve hatta geçtiler!

Türkiye’nin eller üzerinde taşınması

Yukarıda saydığımız Batı’nın tüm süper, büyük ve gelişmiş ülkeleri ile global organizasyonları, artı, Ortadoğu’daki kimi aktörlerin de, örneğin Rus doğalgazının Türkiye’den esirgenmesi ihtimaline Katar’ın hızla ve güçlü bir yanıt vermesi, “gelen her ne ise”; 1. Odağında/merkezinde Türkiye’nin olduğunu, 2. Yine gelen her ne ise üzerine gidecek ve/veya karşılayacak olanların da işte bu “ordulardan” oluşacağını gösteriyor.

Kimi uzmanlar ve analistler, sinematografik benzetmelerle, “Türkiye’nin dönüşü” başlığını kullansalar da, durum bunun da üzerinde olabilir! Ankara’nın eller üzerinde taşınması, örneğin Rusya’nın, “Türkiye’ye yönelik DAEŞ’le beraber bölgedeki petrolü götürüyorlar” suçlamasının daha mürekkebi kurumadan ABD’nin ilgili birden çok kurumu tarafından verilen “bu iddiayı reddediyoruz” cevabı iyi bir “hızlı ve güçlü” örneği oluşturuyor. Ha keza, Rus uçağının düşürülmesinin “nasıl gerçekleştiğine” ilişkin kanıtların savunulmasında tüm Batı’nın Türkiye yanında, “biz bir aileyiz” formatına yükselecek denli cem etmesi de arşivde saklanmalı.

Nihayet bu dalganın Akdeniz ve Ortadoğu kıyılarındaki “boynu bükük” ülkelerin sahillerine vuracağı da şimdiden kestirilebilir. Mısır şu an ne olduğunu anlamaya çalışırken, ABD’ye yaslanan ağızları ses çıkarmıyor ve “Ankara ile dengeleri yeniden menteşelerine oturtalım mı” düşüncelerinin pratik manevralarını bulmaya çalışıyor.

Kahire kadar sıkışık bir başka başkent de şüphesiz Tel Aviv. Avrupa Birliği, Türkiye’yi nereye koyacağını bilemeyecek kadar sıcak davranışlar geliştirirken, hemen aynı gün içinde İsrail’in yüzüne bile bakmadan, Netahyahu’nun, “Filistin meselesinin arabuluculuğundan Avrupa’yı attım” sözlerine, “Ha? Kim?” yanıtını vermesi de “iç burkan yumurcak gözyaşları” denli dramatik. Fakat İsrail başta olmak üzere, Ortadoğu’da Türkiye’yi gösteren pusula limoni duyguları giderebilir. İsrail’in Ankara ile yeniden -eski günler kadar olmasa da-huzurlu bir ilişki için tüm kapıları çaldığı biliniyor. Oysa Suriye ve Rusya gelişmelerinin büyüttüğü gündem bunu görmeye müsait değil. O kadar değil ki, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’e yönelik, “İsrail ilişkilerin onarılması mümkün olabilir” mealinde ipuçları veren sözleri ya pek sınırlı görüldü veya düpedüz atlandı. Oysa Cumhurbaşkanı bu ifadelerin yer aldığı röportajı -daha doğrusu Paris’teki ‘İklim Değişikliği Konferansı’ sırasında yaptığı yorumu- bir İsrail radyosuna vermişti ve bunu duyuran haberler de, “detaylara ulaşamamışlardı ama” genel olarak “ipuçları” verildiğini hemen fark etmişlerdi. (‘Erdogan hints will be ‘possible’ to repair ties with İsrael’, 12/1, İsrael National News.)

AB ile ete ke­miğe bürünen ilişkiler ve Pu­tin’in akıbeti

Avrupa Birliği ile Ankara ilişkilerinin ise Suriye üzerinden hareketlenen stratejik mahkumiyeti, Brüksel ve Berlin başta olmak üzere yönünü maddi-manevi Türkiye’ye çevirirken; a) Tali bir fayda/hayır olarak Türk siyasi muhalefetinin elindeki son dış politika eleştiri kozunu alıyor, elinde sadece Esad’ı bırakıyor b) İran ve Çin gibi ülkeleri durumu bir daha düşünmeye zorluyor, c) Moskova’nın büyük ve asıl haritayı kaybetmesi riskinden korkmalarına neden oluyor, d) Sonuca erişmesi hala zorlu ihtimal ama Rusya iç politikasında homurdanmalar duyuluyordu.

Türkiye ise bütün taşları aynı anda oynama şansını yakaladığından, Başbakan Davutoğlu AB -Türkiye zirvesinden -ki artık buna bile kaş çatılıyor, “ne demek, biz aileyiz” tashihi yapılıyor- hemen sonra Kıbrıs’a uçuyordu. Türkiye sınırında Rus uçağının düştüğü gün Kıbrıs Rum Kesimi’nde kimi Sivil Toplum Kuruluşları (STK) tarafından bizzat Cumhurbaşkanlarına yapılan, “Rusya burada askeri üs kursun” kuvvetli taleplerinin sesi kısılırken, tarihi sonuca bu sefer ulaşması daha mümkün Kıbrıs probleminin üzerine gidiliyordu.

Kıbrıs aynı zamanda: İran-Irak-Suriye-Doğu Akdeniz-enerji ve Rusya olduğundan, sıcak altında “temiz su” içerek yapılan konuşmalar Ortadoğu’nun hararetini alıyor gözüküyor…

Silahını yere koy!

Suriye krizi ilk anından itibaren, DAEŞ’le birleşip bölgesel, Rusya ile buluşup küresel olmasının her aşamasında, bölgedeki ve denizlerdeki güçlerin silah getirip-götürmeleri ve birbirlerine göstermeleri, kamuoyunun da bu silahların artık neredeyse her biri üzerine uzman olmasıyla sonuçlandı. (İlk körfez savaşı sırasından biriken tecrübeler de söz konusudur)

Takiben Türk jetlerinin Rus savaş uçağını düşürmesiyle birlikte bu silahlar içinde en kalıplı bir tanesi de bölgeye, Suriye’ye sevk edildi. Ruslar kimseye vermediği, teknolojisini sakladığı S-400’ün burunlarını, başta Türkiye olmak üzere Batı ve NATO’ya gözdağı olarak kaldırdı.

Ankara ise daha mütevazı bir yanıt verdi ki; “KORAL, sınırda göreve başladı.

Sınır ihlali yapan Rus uçağının düşürülmesinin ardından Moskova’nın Suriye’ye S-400 füze sistemi yerleştirmesi, Ankara’yı da hava savunma sistemleri konusunda harekete geçirdi. Tehdit oluşturan füze, uçak ve radar sistemlerini, sinyal karıştırma özelliği ile etkisiz hale getiren, Aselsan yapımı “KORAL” adlı yerli hava savunma sistemi, Suriye sınır hattına sevk edilerek aktif hale getirildi”, önemi Ruslar cevap verdikten sonra anlaşıldı; “KORAL sistemleri, S-400/leri tümüyle engelleyemez”.

Yani? Engelleyebiliyordu!

Benzer konular