Arap âlemini derinden sarsan ve 21. yüzyılın en büyük olaylarından biri olarak tarihe geçen Arap İsyanları bu hafta 5. yılına giriyor. Her ne kadar Tunus’ta başlamış olsa da, 25 Ocak Tahrir Meydanı’ndaki gösterilerin başlangıç tarihi “Arap Baharı”nın yıldönümü olarak benimsenir oldu. Bu hafta dünyanın birçok yerinde “Arap Baharı” ile ilgili etkinlikler ve seminerler tertip edilecek. Mısır’da halk, bu hafta yeniden “Karşı Devrim”e karşı kitlesel gösteriler düzenlemek için organizasyonlar yapıyor. Sisi cuntası ise, istihbaratın desteğiyle terör eylemleri tertipleyip bu isyanlara yönelik şiddeti yeniden meşrulaştırmanın yöntemlerini deneyecek.
Bugün oturup, bu isyanların nedenleri ve sonuçları üzerine yeniden düşünme vakti. “Arap Baharı, Arap kışına mı dönüştü” ironisi yerine hakiki manada muhasebe yapmanın zamanı. Maalesef, Arap âlemine yönelik oryantalist bakış açısı, önyargılar, husumet ve bilgisizlik dünya geneline o kadar hâkimdi ki, toplumsal hareketler, isyanlar, başkaldırılar bu coğrafyanın halklarına yakıştırılamamıştı.
Bu ayaklanmaları, “süper güçlerin” bir oyunu olarak değerlendirenlerden tutun da emperyalizmin serbest piyasa ekonomisini hâkim kılmak için halkları isyana teşvik ettiği iddialarına kadar birçok yorum ve analiz kaleme alındı. Hatta öyle ki, Araplara yönelik önyargı, “Araplar ayaklanamaz ve bunu yapanlar dış güçlerdir” anlayışını yazılara hâkim kılmıştı. Araplar, hem tahkir ediliyor, hem de halk hareketlerinin ardında bir bityeniği aranıyordu.
Oysa Arap dünyasında gelişmeleri yerinde yaşayanlar ve bu bölgeyi çok iyi tanıyanlar için bu olaylar uzun zamandır geliyorum diyordu. Yıllardır, hatta Osmanlı’nın çöküşünden beri, bu coğrafyada bağımsızlık, özgürlük, demokrasi ve eşitlik talepleriyle seslerini yükselten kitleler rejimler tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı.
Arap Baharı büyük umut ve heyecanla başladı. Diktatörlerin barışçıl halk hareketleriyle birbiri ardına devrilmeleri tüm dünyada büyük sevinçle karşılandı. Herkes büyük bir şaşkınlık yaşıyordu. Şüphesiz bu şaşkınlığın haklı nedenleri de vardı. Çünkü uzun yıllardır otoriter rejimlerle yönetilen Arap âleminde, rejimlerin sağlamlığı ve halkların ataletine o kadar inanılmıştı ki, rejimlerin artık sarsılmaz olduğu düşünülüyordu.
Arap Baharı hakikatte geç kalmış bir kitlesel isyandı. 2000 yılından sonra bölgenin birçok uzmanı, böyle bir dalganın geleceğini tahmin ediyordu ve hatta bu konuda makaleler yazılmış ve kitaplar kaleme alınmıştı. 40 yıldan fazla bir zamandır iktidarda olan ve zulmün en âlâsını halklarına tattıran bu rejimlerin artık iktidarda durmasının imkânsız olduğu görülüyordu. Zaten 2008 yılında Beşşar Esed, Hüsnü Mübarek’in oğlu Cemal Mübarek ve diğer diktatör ve kralların oğullarının Vatikan’ı ziyaret edip, medet ummaları da bu yüzdendi.