ABD Başkanı Donald Trump’ın “Önce Amerika” sloganıyla çerçevelenen, yeni saldırı, şantaj ve baskı politikası küresel alanda fay hatlarını hareketlendirdi. 1945 sonrası kurulan ittifak düzeni giderek esnemeye ve dağılmaya yüz tutuyor. Sadece ABD’ye rakip Rusya, Çin ve İran değil, müttefik olarak değerlendirilen İngiltere, Fransa ve Türkiye de Washington’un saldırgan politikaları karşısında ya ortaklıklarını güçlendirme yoluna gidiyor ya da yeni ittifak yapılarını hayata geçirmenin yolunu arıyorlar. Washington, küresel alanda “haydut devlet” ilan edilme noktasına yaklaşırken, kendini hem yalnızlaştırıyor hem de marjinalleştiriyor.
ABD Başkanı Donald Trump’ın bu yılın başından itibaren uygulamaya başladığı saldırgan ekonomi ve siyasi politikalar, dünyamızın yeni bir kırılmaya doğru ilerlediğini gösteriyor. 1945 sonrası ABD liderliğinde kurulan küresel ekonomik ve siyasal düzenin sürdürülmesi her geçen gün zorlaşıyor. Washington, Soğuk Savaş’tan rakipsiz çıkmasını yanlış yorumlayarak, dünyanın jandarması rolünü, hiçbir sınırlamaya maruz kalmadan sürdürebileceğini ve bunun ötesinde, kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarına “küreselleşme” denen olgu vasıtasıyla sınırları aşarak maksimize edeceğini düşündü ve yanıldı. Başta Çin olmak üzere, Hindistan, Brezilya, Türkiye hatta Rusya, iki binli yıllarla birlikte küresel alanda başka bir öykünün yazılabileceğini, dünya üzerine yeni siyasi, askeri ve ekonomik güç adacıkları oluşabileceğini gösterdi. ABD açısından bu tür bir gelişme kabul edilebilir değildi.
“Yeni Dünya Düzeni” sloganıyla paketlediği hegemonyasını dünyaya kabul ettirmek isteyen ABD, Irak ve Afganistan işgallerinin getirdiği yıkımla, dünya kamuoyu nezdinde her yönüyle sorgulanırken öte yanda 2008 finansal kriziyle de derin bir ekonomik buhrana savruldu. Bu buhran, Atlantik ötesi ilişkinin küçük ortağı Avrupa’yı da vakit geçmeden dev bir tsunami gibi vurdu. Sonuç, bir refah ve barış adası olarak inşa edilmek istenen Avrupa Birliği projesinin önce duraklaması ve günümüzde görüldüğü gibi neredeyse yıkılma noktasına gelmesi oldu.
TRUMP’TAN ÜSTÜ ÖRTÜLÜ SAVAŞ İLANI
1945’ten itibaren kurulan sistem güçlü bir depremle vurulmuş ve surlarında gedikler açılmıştı. ABD hegemonyasının diğer devletler üzerinde sürdürülmesine ve uluslararası sistemin Batı eksenli olarak yaşatılmasına dayanan siyasi, ekonomik ve askeri yapı, Washington’un hakimiyetinden çıkarak farklı dengelere göre şekillenmeye başlamıştı. Artık Washington, kendi sözünü diğer ülkelere geçirmekte zorlanmakta hatta kimi zaman etki edememeye başlamaktaydı. Mevcut araçlarla gidişatın kendi çıkarları için gerekli argümanları üretmediğini gören ABD, zaten kağıt üstünde bıraktığı birçok uluslararası örgütü, yapıyı ve anlaşmayı terk etme yolunu seçmiş durumda. Bu yolun sloganları ise hiç şüphesiz “Önce Amerika” ve “Amerika’yı yeniden büyük yap”. Evet bunlar ABD’nin 45. Başkanı Donald Trump’ın seçim kampanyasının başat sözleriydi. 2016 yılında, ABD Başkanlık seçimi sürecinde, kimse Donald Trump’a şans vermez ve başta Meksika sınırına duvar inşa etmek olmak üzere, İran’la nükleer anlaşmadan çekilmek, Obama döneminde imza atılan başta çok taraflı ticari anlaşmalar dahil, küresel meseleleri ilgilendiren anlaşmalardan çekilmek ve yeniden değerlendirmek gibi vaatleri de deli saçması olarak değerlendirse de 3 Kasım 2016 tarihinde Trump’ın ABD’nin 45. Başkanı olarak seçilmesi, kazın ayağının pek de öyle olmadığını gösterdi. Beyaz Saray’da koltuğa oturur oturmaz ülkesini Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA), Paris İklim Anlaşması, Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması (TTIP) ve son olarak da İran’la nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çeken Trump’la Washington, uluslararası kurum ve anlaşmaları kendine göre dizayn etmek isteyen bir politikayı yürürlüğe koydu.
Bu politika, Trump’ın koltuğuna daha fazla ısındığı 2018 yılıyla birlikte daha da görünür hale geldi. Başta Kuzey Atlantik İttifakı (NATO) olmak üzere G7 gibi kurumlarda Batılı müttefiklerine baskı ve şantaj politikaları uygulayan Trump yönetimi, “Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma” gibi konularda dünya kamuoyunu karşısına almaktan çekinmemesi, küresel çapta yeni ittifak ve işbirliği arayışını hızlandırdı.
ALMANYA-FRANSA-ÇİN YAKINLAŞMASI
Bu arayışta Avrupa Birliği’nin iki lokomotif gücü Almanya ve Fransa’nın Çin’le yakınlaşması en dikkat çekenlerden biri. Kıta Avrupası’nın iki büyük gücü Almanya ve Fransa Trump’ın kendilerine yönelik salvolarına karşı birlikte direnç gösterme yolunu seçmiş gözüküyor. İki ülke de tek başlarına, Trump dalgasını kıramayacaklarının farkında. II. Dünya Savaşı sonrasında ABD tarafından işbirliği yapmak zorunda bırakılan iki rakip ülke, şimdi ABD’ye karşı işbirliği yaparak, güçlerini korumak istiyor. Hem Berlin hem de Paris, Avrupa’da yükselen aşırı sağ ve ekonomideki gidişatın bir türlü istenen seviyede olmaması nedeniyle, Washington’a karşı gardlarının düşük olduğunun farkında. Bu nedenle Washington’un ağırlığı dengeleyebilecek üçüncü bir aktörün desteğine ihtiyaç duyuyorlar. Bu aktörün, Avrupa’nın diğer ülkelerini ürkütmeyecek bir ülke olmasını da gözetiyorlar. Bu sebeple ki her ne kadar Moskova’yla iyi ilişkiler kurmak isteseler de, işbirliği konusunda tarihsel hafızanın da yönlendirmesiyle çok da istekli değiller. İşte bu noktada 21. yüzyılın yeni süper gücü devreye giriyor: Çin. Pekin, hem Berlin hem de Paris için Washington’a karşı dengeyi sağlayabilecek yegane güç konumunda. Halihazırda zaten Berlin, uzun bir süredir bu sürece hazırlanmaktaydı. Paris’te son dönemde Pekin’le işbirliğini artıran hamlelere imza attı. Almanya-Fransa ittifakının, ABD’nin sertleşen politikaları karşısında seçeneği, Çin’i daha fazla güçlendirmek. Almanya’nın özellikle ABD etkisinin de güçlü olduğu orta ve doğu Avrupa ülkelerinde artan Çin yatırımlarına göz yummasının bir nedeninin de, ABD’yi dengelemek olduğunu söylemek yanlış olmaz.
İRAN EKSENLİ YENİ YAKINLAŞMA
Trump’ın İran’la yapılan nükleer anlaşmadan tek taraflı çekilmesi sonrasında, Çin, Rusya, Almanya, Fransa ve İngiltere’nin anlaşmanın devam etmesine yönelik verdikleri siyasi ve ekonomik destek de, bilinen ittifak yapılarının dağılması ve yeni ortaklık biçimlerinin oluşması anlamında dikkat çeken bir örneği oluşturuyor. Söz konusu ülkeler hem ikili hem de ortak açıklamalarla İran’a destek verirken, Washington’un İran’a yönelik yaptırımlarının uluslararası anlaşmalar çerçevesinde geçersiz olduğuna dikkat çekmeleri önemli bir veri. Söz konusu ülkelerin İran’dan petrol almaya devam edeceklerini ilan etmesi ve şirketlerini Tahran’la ticareti teşvik edecek önlem paketleri hazırlaması da Washington’a karşı ilkesel birliktelikler oluştuğunu gösteriyor.
BOĞAZLARDAN ÇİN SEDDİNE YENİ EKSEN
Washington İran’da karşılaştığı senaryonun bir benzerini, Türkiye’ye yönelik başlattığı ticaret savaşında yaşıyor. Trump yönetimi, 15 Temmuz darbe girişiminin sorumlusu FETÖ ile derin bağlara sahip olduğu anlaşılan Evanjelik mezhebine bağlı rahip Andrew Brunson’un Türkiye’de hukuk kuralları çerçevesindeki tutukluluğunu bahane ederek, Türkiye’ye yönelik alüminyum ve çelik ithalatına vergi uygulaması başlattı. Türkiye’nin müttefik olarak değerlendirdiği ABD’nin Başkanı, zamanlaması manidar bir biçimde Twitter hesabı üzerinden direkt Türk lirasını hedef almaktan kaçınmadı. Tüm bunlar, Türkiye’ye yönelik ekonomik bir savaşın başlatıldığını gösteriyordu. Türkiye’ye döviz kuru üzerinden başlatılan saldırının büyümesi, Türkiye’yle yakın siyasi ve ekonomik ilişkileri olan başta Avrupa ülkeleri olmak üzere Rusya, Çin ve İran’ı da endişelendirdi. Çünkü Türkiye merkezli olası bir ekonomik krizin küresel bir sarsıntıya dönüşme ihtimali oldukça yüksekti. Hem bu risk hem de küresel çapta ABD politikalarına duyulan öfkenin karşılığı Türkiye’ye olağanüstü bir küresel desteğin verilmesiyle sonuçlandı. Almanya ve Fransa liderleri başta olmak üzere Çin ve Rusya’nın ardı ardına yaptıkları Türkiye’ye güven duyduklarına ilişkin açıklamalar bu durumun bir göstergesi oldu. Çin medyasında, Türkiye’nin kriz karşısında atacağı stratejik adımların dünya jeopolitik denkleminin geleceğine ilişkin belirleyici olacağını belirtirken, İngiliz medyasında, ABD’ye karşı Türk Boğazları’ndan Çin Seddi’ne kadar yeni bir jeopolitik eksenin doğabileceğine ilişkin yorumlar yer aldı.
22 YILLIK ÇÖZÜMSÜZLÜĞE GELEN İMZA
ABD Başkanı Donald Trump’ın küresel çapta yürüttüğü ekonomik ve siyasi şantaj ve tehdit kampanyasına karşı dikkat çekici bir cevap da Orta Asya’nın kapısı Hazar bölgesinden geldi. Hazar Ülkeleri liderleri, Kazakistan’ın Aktav kentinde düzenlenen Hazar Ülkeleri Devlet Başkanları Zirvesi’nde üzerinde 22 yıl çalışılan Hazar Denizi Anlaşması’nı imzaladı. 22 yıldır çözümsüz kalan Hazar Denizi’nin statüsüne ilişkin imzalanan anlaşma Washington’a Avrasya bölgesindeki politikalarına vurulmuş önemli bir stratejik darbe niteliğinde. Anlaşmayla Hazar Denizi’ne kıyıdaş ülkeler dışında yabancı hiç bir gücün bölgede askeri varlık bulunduramayacağı garanti altına alındı. 1996’dan beri çalışılan anlaşmanın taslağı üzerinde, 4-5 Aralık 2017’de Moskova’da toplanan Hazar Ülkeleri Dışişleri Bakanları Zirvesi’nde mutabakat sağlanmıştı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov daha önce yaptığı bir açıklamayla, anlaşmanın kabul edilmesinin büyük bir atılım olacağını, ‘Hazar Beşlisinin işbirliğinde daha üst seviyeye çıkılmasına imkan sağlayan güvenli hukuki temele’ sahip olacağını belirtmişti. Anlaşma Türkiye’nin stratejik önemini bir kez daha tasdik edecek. Anlaşmayla Türkmenistan doğalgazının da Azerbaycan ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşmasının yolu açılmış oldu. Hazar Denizi Anlaşması, önümüzdeki dönemde, benzer bölgesel sorunlar için yine o bölgeler içinden çıkacak inisiyatifle, ABD’yi dışlayan anlaşmaların çoğalabileceğini göstermesi açısından önemli bir adım.
GÜNEY AFRİKA’DA BRICS ŞOV
Son olarak Temmuz ayında Güney Afrika’da yapılan 10. BRICS zirvesine dikkat çekmek gerekiyor. Dünya ekonomisinin yüzde 20’sini oluşturan Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan topluluk, Türkiye’yi de İslam İşbirliği Dönem Başkanı sıfatıyla davet ettikleri zirvede, önümüzdeki on yılda ABD karşıtı bir siyasi ve ekonomik güç olacağına ilişkin oldukça ciddi bir mesaj verdi. Türkiye’nin İslam dünyasının temsilcisi olarak zirvede yer bulmasıyla, neredeyse dünya nüfusunun 3’te 2’si zirvede temsil edilmiş oldu. Zirvenin hedefindeyse adı açıkça anılmasa da ABD’nin saldırgan ekonomi politikaları vardı. Sonuç bildirgesinde, şeffaf ve çok taraflı ticaret sisteminin desteklenmesi ve dünyanın farklı bölgelerinde devam eden çatışmaların sonlandırılmasına yönelik adımların atılması için alınan kararlar, açıkça Washington’un yürüttüğü küresel politikalara eleştiri anlamı taşıyordu. Rusya Ulusal BRICS Komitesi Direktörü Georgiy Toloray’ın sözleri de bu yaklaşımı doğrular nitelikteydi: “BRICS ve üye ülkeler arasındaki ilişkilerin Batı’daki mevcut ilişki formatına alternatif olduğunu göstermek için çok iyi bir zaman. Ayrıca BRICS düzen, anlaşmalara uyulması ve gelişim yanlısı, kargaşanın karşıtı” dedi.