“Hamburg’da yaşayanların hoşnut kalmadıkları konularda hükümete karşı sokağa çıkma kültürü var. Protestolar kentin ve sokak kültürünün bir parçası, özellikle de St. Pauli ve Schanzenviertel muhitlerinde. Hamburg’u, mesela bir Köln’den, bir Münih’ten ayıran özellik de bu.” (Gernot Krainer, 2014 Protestolarında röportaj yapılan bir Hamburglu)
Aslında “Çarşamba’nın gelişi Perşembe’den belliydi”. G20 zirvesi için Hamburg seçildiğinde pek çok kişinin içinden bir hayıflanma, bir “eyvah” kelimesi geçmişti muhtemelen. Böyle düşünmeyenlerin birçoğu da zirve sonrası bu kervana katılmak zorunda kalacaktı. BBC’ye bakılırsa protestolara katılanların sayısı 100 bini bulmuştu. G20’nin güvenliğinden sorumlu Emniyet Amiri Hartmut Dudde’nin verdiği rakamlar ise tam bir felaket bilançosuydu. 22 Haziran-9 Temmuz arasında yaşanan olaylarda 476 polis yaralanmıştı. Gözaltına alınanların sayısı 411’di. Bunlardan 37’si hakkında tutuklama kararı alınmıştı.
Kurtarılmış bölgeler ve işgal kültürü
Protestoların merkezindeki St. Pauli muhitinin geçmişini ve sosyal dokusunu anlamadan olan biteni kavramak mümkün değil. St. Pauli, Hamburg’un bir anlamda üvey evladı. Her zaman dışlanmışların, horlanmışların sığınağı. 19. yüzyıl boyunca liman kentinin işçi sınıfına ev sahipliği yapan semt, aynı zamanda fuhşun da başkenti haline geliyor. I. Dünya Savaşı sonucunda mağlup Almanya’nın en mağdur kesimi yine burası. Her daim sefaletin kol gezdiği sokaklar bu kez açlığın pençesine düşünce isyan kaçınılmaz oluyor. 6 Ekim 1918’de binlerce işçi, asker ve denizci Hamburg’da sosyalist bir cumhuriyet ilan etmek toplanıyor. Ancak bu teşebbüs başarısız oluyor. Peşinden 1923 yılında gelen Hamburg İsyanı da öyle. İkinci dünya savaşında müttefik bombardımanı altında enkaza dönen şehir 50 bine yakın kayıp veriyor. Neredeyse herkes evsiz kalıyor. Savaş sonrası belki de altın çağını yaşayan St. Pauli, 80’li yıllarda otomasyonun vurduğu işsizlik ve peşinden AIDS vakalarındaki artışla birlikte ciddi anlamda nüfus kaybetmeye başlıyor. Sakinlerini yitiren hayalet binalar ise zamanla başka bir kültürün, otonom-işgalci Hamburg kültürünün mayası haline geliyor. Semtin doğru düzgün aile kültüründen mahrum isyankâr gençlerine, dışardan okumaya gelmiş yoksul öğrenciler de eklenince hayalet binalar bir bir işgal ediliyor. İşgal edilen binalar sadece barınma değil etkinlik ve gösteri alanlarına dönüşmeye başlayınca yeni bir ortak kültür doğuyor. Punk ve anarşişt eğilimleri olan, politik bir sol kültür. Zamanla semtin futbol kulübü St. Pauli’yi de etkiliyor bu dönüşüm. Kurukafalı korsan bayrağı kulübün flaması olarak benimseniyor.
Bina sahiplerine direnmişlerdi
Hamburg’un St. Pauli semtindeki metruk binaların sahipleri işgalcileri oradan çıkarıp yeni binalar yapma kararı verdiğinde kıyametin kopması kaçınılmazdı. 2013 ve 2014 yılları boyunca süren direnişlerin bilançosu neredeyse G20 protestosuna denkti. 8 bin protestocu polisle çatışmış, 170 polis ve 20’si ağır olmak üzere 500 protestocu yaralanmıştı. Çatışmalar sırasında kentte ciddi maddi hasar oluşmuş, polis cop, biber gazı ve tazyikli su ile müdahale etmişti. Direnişler son buldu denirken 30-40 kişilik maskeli bir grup Davidwache Polis Karakolu’nu basarak bir anlamda rövanşı almak istemişti.
Olaylar devam ederken St. Pauli’deki anarşist kültürü besleyen bir mekânın işletmecisi 20 Ocak 2014 tarihli The Local’e şöyle konuşuyordu:
“Hep aynı tantana. Bir yatırımcı gelir, bir mülkü satın alır. Sonrasında mülkün içinde yaşayan kiracıları kapıya atar. Daha sonra çelikten ve camdan, kocaman, yüksek binalar dikilir. Giriş katlarında olmazsa olmaz bir kafe bulunduran lüks daireler yığınıdır bu. Semtte yaşayanlar çok kızgın. Bizim yaşam kültürümüzü, komşuluk ilişkilerimizi bitirmek için uğraşıyorlar.”
Bahsi geçen binalar “Rota Flora” isimli kültür merkezi ve Reeperbahn semtindeki Esso evlerinden ibaretti. Mülk sahipleri her iki yerin boşaltılması için yılsonuna dek süre tanımış, bedelsiz ya da çok düşük bedelle burayı işgal edenler ve destekçileri karara direnişle yanıt vermişti.
Siyah blok kimin hesabına çalışıyor?
Kimi çevrelerce masum bir sosyal hareket, bir halk dinamiği olarak gösterilmek istenen St. Pauli işgalcileri aslında hiç de öyle değiller. En azından eylemleri sürükleyen kesim öyle. Bir örnek giyilen siyah maskeleriyle organize bir yıkım ekibi gibi çalışan bu grup kendisine siyah blok adını veriyor. Söylemlerine bakıldığında her türlü otoriteyi hedef aldıkları, küresellik ve hükümet karşıtı oldukları seçilebiliyor. Varlıkları uzun zamandır aşikâr. Ancak yine de eylemlerde rahatça boy gösterebiliyorlar. Söylemek istediğim, bu tür örgütlerin birileri tarafından kollanmadan varlığını sürdürebilmesinin imkânsız oluşu. Nitekim Die Welt’in eleştirisi bakın ne diyor:
“Sol yürüyüşün kurumlara yerleşmesiyle şiddete başvuranlar arasında yeni bir nesil doğdu. Yerel politikacılar tarafından sübvanse ediliyor, anlayışlı hâkimlerce ölçülü bir düzenlemeye maruz kalmıyorlar, dolayısıyla çıkardıkları yangınlar ve yağmalamaların da kişisel bir sonucu olmuyor. Hamburg’daki yıkma zevkinin bağımsız hale gelmesi ve bir şiddet âlemine dönüşmesi, aşırı solcuların beslenebilecekleri zeminin Sosyal Demokrat-Yeşiller hükümetlerinin koruduğu alanlarda saklı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Almanya’da mülteci yurtlarına düzenlenen saldırılardan NSU cinayetlerine kadar uzanan sağcı terör var. Ancak solcu terör de var. Bıraktığı iz çok basitçe takip edilebilir. Tabii bu yapılmak istenirse.”
Olacaklar biliniyordu
G20 Zirvesi’nde yaşananları sürpriz olarak nitelemek mümkün mü? Elbette değil. Bakın BBC’nin Berlin Temsilcisi Jenny Hill, zirve öncesi yayınlanan yazısında şehri nasıl tasvir ediyordu:
“Almanya’nın Hamburg kentinde dükkânlar kepenkleri indirmiş. Vitrin camlarının üstü tahtalarla kapatılmış, rögar kapaklarının üstü örtülmüş. G20 Zirvesi için beklenen dünya liderleri henüz kente gelmedi ancak protestolar şimdiden şiddetlendi. Bu akşam kentte büyük bir gösteri yapılması bekleniyor. Hafta başında polis, tazyikli su ile protestocuları dağıtmaya ve kurulan çadırları ortadan kaldırmaya çalıştı. Dün akşam ise, Porsche’nin dev araba galerisinde araçların ateşe verildiği bildirildi. Protestocular, Cuma günü dünya liderlerinin zirveye girişini engellemeyi amaçlıyor. Hamburg emniyetinde gerginlik hâkim. Polis araçları ve tazyikli su taşıma araçları hazır bekliyor. G20 boyunca yaklaşık 20 bin polis çalışıyor olacak. Polis hiçbir şeyi şansa bırakmıyor. Güvenlik yetkilileri, ‘8 bin aşırılıkçının ev yapımı silahlarla kenti hedef aldığını’ söylüyor. Hamburg Emniyet Müdürü Ralf Martin Meyer, ‘Geçtiğimiz günlerde polise karşı kullanılması için hazırlanan el yapımı silahlar, yanıcı sıvıyla doldurulmuş, sapan, bilye ve yangın söndürücüler ele geçirdik’ dedi.”
Almanya açısından yanlış bir seçim
Rheinpfalz am Sonntag gazetesi “Dünyaya çirkin fotoğraflar verildi” diyerek zirvenin Hamburg’da yapılmasını eleştirirken Lübecker Nachrichten gazetesi Hamburg’un Almanya açısından yanlış bir seçim olduğunu dile getiriyordu.
“Güvenlik birimleri ve Belediye Başkanı Scholz vaziyeti tamamen yanlış tahmin etti. Dünyanın en güçlü figürlerine bekçilik ettiler ve serseri sürüleri Schanzenviertel’in bir kısmında kontrolü ele geçirdiğinde tamamen güçsüzdüler. Zirveyi düzenleyip, delegasyonları korumanın külfeti o kadar büyüktü ki, kuzey eyaletlerinden binlerce polis günlerdir dayanma gücünün sınırda çalıştı. Şimdi çıkan arbedeler neticesinde daha fazla polis koruması istenirse, bunun anlamı açık: Böylesine büyük bir kentin ortasında zirve yapılmasın.”
Hamburg seçimi neyin ifadesi?
1 Temmuz 2017 günü AB tarihinde bir ilk yaşandı. İlk kez bir lider için “Avrupa Devlet Töreni” düzenlendi. Kimdi bu lider? İki Almanya’yı birleştiren Helmut Kohl. Cenazesi AB bayrağına sarılan Kohl için yapılan töreni DW baş editörü Ines Pohl şu sözlerle değerlendiriyordu.
“Almanya’nın bölünmüşlüğünü sona erdiren ve AB’nin günümüzdeki şeklini almasının önünü açan Kohl, artık durumu hiç de iyi olmayan Avrupa’nın temellerini oluşturan kişi oldu. Bugün yeni filizlenmeye başlayan milliyetçilik yüzünden üye ülkeler AB’nin anlamını sorguluyor. İngilizler AB’den ayrılmaya karar verdi. Donald Trump yönetimindeki ABD ise artık güvenilir bir ortak değil. Hayatını Avrupa’nın birleşmesi için adayan Kohl’ün eserinin tehlikeye girdiği bu dönemde, Helmut Kohl yine tarih yazıyordu”
Evet, Kohl’ün cenaze töreni AB için “Biz de varız” anlamını içeren bir gövde gösterisiydi. Buna verilen yanıt ise “Siz zaten oyunda yoksunuz” şeklinde verilen Hamburg protestoları oldu. AB, en kuvvetli olduğu yerden, Almanya’dan vuruldu. Böylece AB’nin de, Almanya’nın da senelerdir söylenen “ekonomik bir dev ama siyasi bir cüce” olduğu tasdiklenmiş oluyordu.
Almanya küresel oyuncu olmak istiyor
Almanya fena halde tuzağa düşürülmüştü. Hamburg, Almanya’nın seçimi olamayacak kadar bariz bir yanlıştı. Birileri, hem de bizzat içerden, Almanya içindeki güçlü adamlarıyla Hamburg’u dayatmıştı Almanya’ya. Belki de sorun çıkmayacağını taahhüt ederek yapmıştı bunu. Ancak perde gerisindeki plan başkaydı. Almanya kendi adamlarıyla vurulacaktı. Nitekim öyle oldu.
Küresel oyun kurulduğunda Almanya sahnede bile yoktu. Birinci ve ikinci dünya savaşları, küresel oyuna dâhil olmak isteyen Almanya’ya atılan tokatlar değil miydi? Helmut Kohl sonrası, bu kez AB kisvesine bürünerek küresel oyuna dâhil olma hayalleri kuran Bismark’ın torunları Hamburg’da bir uyarı çimdiği yemiş oldu. Almanya, kendisine çizilen “taşeron” rolünden artık çıkmak istiyor. Orası belli. Mesele şu: Bu kez başarabilecek mi? Yoksa üçüncü bir tokat için gün saymak mı gerekiyor?